Kürşat Başar, “Vesikalı Yarim”, Akşam, 19 Mart 2005
Kimbilir kaç yıl önceydi. Aklımda Brigitte Bardot'ya benzer bir Türkan Şoray kalmış o filmden. Sonra filmin sonunda o tuhaf yüz ifadesiyle kalabalığın içinden yürüyerek bize doğru gelişi. Belki de hayatının içinde en çok değer verdiği şeyden, hayatın içinde belirip yokolan hayalinden kopmanın, hayatın bu beklenmedik mucizesini bir kez daha yakalayamayacağını bilmenin verdiği o anlatılmaz duyguyla yürüyüşü... Sonra arkada çalan eski bir şarkı: 'Benden sana ne kaldı/ bir hatıradan başka/ kalbimi kıra kıra bırakmadın bir hatıra/ günahını yalancı dudaklarında ara...'
Bir gece birbirinden çok farklı iki dünyada yaşayan iki insanın bir rastlantıyla karşılaşmasını, kendilerine gizli, saklı, kendi gerçek hayatlarından söz edilmeyen, yalnız onlara ait bir hayat parçası kurmaya çalışmalarını mı anlatır Vesikalı Yarim? Manav Halil'le konsomatris Sabiha'nın aşkını Halil'in aslında evli olması mı engeller?
Yoksa birinin vesikalı olması zaten birinin yar'i olmayı imkansız mı kılar?
Sonunda Halil'in evine dönmesi, maceranın bitmesi, oğlunun koşarak 'anne, babam geldi,' deyişi, karısının hiçbir şey söylemeden terliklerini ters çevirip kapıya koyması, her şeyin filmin başladığı andaki olağanlığa dönmesi bizi neden mutlu etmez?
Belki de artık filmin başındaki o küçük dünyanın olağan mutluluğu kalmamıştır. Belki de cam fanus çoktan kırılmıştır.
Belki de biz, Halil'le eve dönmüş ama Sabiha'yla sokaklarda kalmışızdır.
Çünkü filmin sonunda bize vaadedilen mutlu bir son yoktur. Şarkıdaki gibi kırık, yaşanamamış, söylenenlerden çok söylenmeyenlerle, sözcüklerden çok bakışlarla, duruşlarla izlediğimiz bir hikayenin hüznü çöker üstümüze.
Bence İzzet Günay'ın en iyi filmidir. Türkan Şoray o filmde unutulmaz. Sinemamızın pek çok unutulmaz filmine imza atan Safa Önal'ın senaryosu, diyalogları başka türlüdür. O hikayeye, o insanlara, o an'a, o dünyaya bu kadar uyan sözler zor bulunur. Çok basit, çok sade, söylenenlerin arkasına söylenmeyen öyküler yığmış gibi... Sanki herkes ağzından çıkacak en küçük bir fazla sözün bir anda camları kıracağını bilir gibidir. Camlar kırılır ama içimizde, sessizce.
Yönetmen Lütfi Akad, kendisiyle yapılan röportajda, 'filmi seyredin kalbinize dokunuyorsa o kadarla yetinin, didiklerseniz bozulur,' diyor.
Ama 'Çok Tuhaf Çok Tanıdık' adlı kitap, kalbimize dokunan Vesikalı Yarim'i didikliyor. Nilgün Abisel, Umut Tümay Arslan, Pembe Behçetoğulları, Ali Karadoğan, Samire Ruken Öztürk ve Nejat Ulusay imzasını taşıyan kitap, filmi, temasından oyuncularına, kamera açılarından konuyu işleyişine, mekanlarından müziklerine kadar farklı açılardan inceliyor.
Sanıyorum ilk kez bir film üzerine böyle bir inceleme yayınlanıyor. Kitapta Lütfi Ö. Akad ve Safa Önal'la yapılmış birer söyleşi de yer alıyor. Keşke İzzet Günay ve Türkan Şoray'la da konuşulsaydı diye düşündüm. Belki daha çok film meraklısına hazırlanmış 'Çok Tuhaf Çok Tanıdık,' yönetmenin isteğinin aksine filmi didikliyor ama yine de her film üstüne ne söylenirse söylensin kendi hayatımızda bulduğu yerle, hepimiz için çok daha farklı şeyler taşıyor.