Robert Badinter, Önsöz, s. 7-10
Hapishane ortamı ve dünyası Ahmed Othmani'nin hiç yabancısı olmadığı bir dünyadır. Bunun nedeni yalnızca yaşamının yaklaşık on yılını Tunus zindanlarında geçirmiş olması değil, aynı zamanda hapishaneden çıktığı 1979 yılından beri insan haklarını tüm dünyada, özellikle de cezaevi ortamında geliştirmek amacıyla sürdürdüğü yorulmak bilmez mücadelesidir.
Ahmed Othmani'nin katettiği yol birçok açıdan hayranlık vericidir.
1943 yılında, Fransız protektorası altındaki Tunus'un yarı göçebe kabilelerinden birinde doğan Ahmed Othmani, çok genç yaşta şiddetle ve yalnızlıkla tanışır. Öncelikle şiddetle karşı karşıya kalır; ellili yıllardaki silahlı bağımsızlık mücadelesi koşullarında fellagha' ları ihbar etmeleri için ailesini yaşadığı yerleri imha etmekle tehdit eden Fransız subayların şiddeti.
Ardından yalnızlık gelir; Ahmed Othmani çok genç yaşta ağabeyinin yanına, öğrenim görmesi için başkent Tunus'a gönderilmiş bulur kendini. 14 yaşından itibaren Tunus'ta tek başına yaşar; ne aynı yaşam tarzını, ne de aynı özlemleri paylaştığı yaşıtı çocuklarla çevrili olarak, tamamen meçhul bir şehir dünyasına bu geçişi tam bir yalnızlık içinde tek başına üstlenmek zorunda kalır.
1965 yılında Tunus Üniversitesi'ne giren Ahmed Othmani Tunus Sosyalist İnceleme ve Eylem Grubu'na (GEAST) katılır. Bu grup, daha ziyade dergilerinin adıyla, Perspectives diye tanınan aşırı sol bir muhalefet grubudur; ve Othmani, Habib Burgiba'nın yerleştirdiği tek parti diktatörlüğüne karşı mücadelede aktif olarak yer alır. O dönemde ders vermek amacıyla Tunus'ta bulunan Michel Foucault'yla düzenli olarak görüşür. 1967 yılında profesör, polis tarafından aranan bu genç öğrenci liderini bir süre yanında saklayacaktır.
İlk kez 1968 yılında tutuklanan Ahmed Othmani, ikinci kez tutuklanacağı 1973 yılına kadar yaşamını yeraltında sürdürecektir. On iki yıl hapse mahkûm edilen, tam tecrit koşullarında hapis yatan Ahmed Othmani, bir daha asla özgür olamayacağı endişesine kapılır. Cezaevi koşullarına geçişi ve özellikle zindancılarının onu maruz bıraktıkları gündelik işkenceyi bir kez daha tek başına üstlenmek zorundadır. Bu zindancılardan özellikle biri, Othmani'nin "işkence sanatçısı" diye adlandırdığı, en kötü muameleleri ona reva görmektedir. Ahmed Othmani direnmeyi öğrenir, özellikle dayak atılırken soluğunu kontrol ederek bunu başarır, böylece işkencecilerinden hiçbiri ağzından tek bir kelime alamadığı gibi en ufak bir çığlık bile atmaz.
Ahmed Othmani hapishanede geçirdiği yıllarda mümkün olduğunca okuyup araştırır, fiziksel yeteneklerini korumak için düzenli jimnastik yapmayı zorunlu kural olarak benimser. Bu faaliyetleri, onun bu dayanılmaz sınavı aşmasına yardımcı olur. Ve bu sınav sayesinde, otoriter Habib Burgiba rejiminin bu genç muhalifi, mücadeleyi sürdürmeye kararlı ve olgun bir insana dönüşür; ama artık başka yollar, "politik-olmayan" militanlık yolları benimseyecektir.
Ağustos 1979'da serbest bırakılan Ahmed Othmani, Uluslararası Af Örgütü'ne katılır. Af Örgütü'nün 1971 yılında kurulan Fransa şubesinin kabul ettiği ilk düşünce suçlusu, o sırada hapiste bulunan Ahmed Othmani'dir.
Ahmed Othmani özellikle 1980'den itibaren daha aktif çalışmaya başlar; eşi Simone'la birlikte, Arap dünyasındaki ilk birim olan Tunus şubesinin kurulmasına katkıda bulunur; 1984 yılından itibaren örgütün Mağrip ve Ortadoğu'da gelişiminin başsorumlusu Othmani'dir.
Düşünce suçlularının savunulması için çalışan Ahmed Othmani cezaevi deneyimini de unutmamıştır ve bu önemli alanda bir şeyler yapmayı düşünmektedir. Böylece, 1989 yılında, Uluslararası Ceza Sistemi Reformu Örgütü'nün (Penal Reform International - PRI) kurucuları arasında yer alır. PRI, "kültürel bağlam çeşitliliğini dikkate alarak, cezai reformların benimsenmesine yardımcı olma"yı görev kabul eder ve bu görevi, özellikle sürdürdüğü bilgilendirme kampanyaları, belirli projelere destek verme ve yerel olarak faaliyet gösterenlere danışmanlık yapma yoluyla yerine getirir. PRI, tüm kıtalarda bölgesel programlar sürdürmektedir.
PRI'nın bilgi ve becerisi, öncelikle, cezaevi ortamını ve bu alanda mevcut uluslararası aygıtları yakından tanıyan bir uzman grubundan oluşan ekibine dayanır.
İkinci olarak, eylemliliğini canlı tutan pragmatizm gelir, çünkü PRI politik reform yönünde gerçek bir iradenin varlığından emin olmadan ya da girişilen çalışmanın devamını sağlamak için, özellikle mali alanda güvenilir yerel aracılar bulacağına emin olmadan asla bir ülkede ya da bir bölgede çalışmaya girişmez.
PRI'nın uyguladığı yöntem meyvelerini vermektedir; örgütün başlattığı programların başarısı ve son derece ustalıklı uygulanması bunun kanıtıdır.
Örneğin, hukuksal yardım alanında PRI, hazırlık soruşturmasının bir an önce tamamlanması ve yargı usulünün geliştirilmesi yönünde özellikle Pakistan ve Malavi'deki avukatlık bürolarına destek vermektedir. Karayipler'deki bazı ülkelerde PRI, idam mahkûmlarına hukuksal yardım programı uygulamakta, böylelikle onların başvuru dosyası hazırlayabilmelerini ya da af talebinde bulunabilmelerini sağlamaktadır.
PRI, cezaevi ortamındaki reformların geniş düzenleme alanına da çok yatırım yapmakta, özellikle cezaevi personelinin eğitimi ve hapis cezasının alternatifleri üzerinde durmaktadır. Bu yönde umut verici ilk deneyim, doksanlı yıllarda Zimbabve'de, hapis cezası yerine kamu yararına işlerde çalışmanın yerleştirilmesiyle yaşanmıştır. PRI, ceza yasasında gerekli değişimleri başlatmak, gönüllü çalışacak kişileri kabul edebilecek kurumları saptamak ve bu alternatif cezalara mahkûm edilenlerin gözetimiyle görevli kişiler ağını örgütlemek amacıyla Zimbabve hükümetine destek vermiştir. Bu deneyim başka Afrika ülkelerine, aynı zamanda Latin Amerika'ya, Orta ve Doğu Avrupa'ya da aktarılmıştır.
PRI'nın hedefleri yalnızca hukuk ve cezaevi sistemini iyileştirmekle sınırlı değildir. Suçun önlenmesi konusunda PRI, yetişkin olmayan suçlu ve suça eğilimli kişilere yönelik bir program hazırlamak amacıyla Addis Abeba'daki yerel bir örgüte destek vermiştir.
Son olarak Ruanda hapishanelerine, 1994 soykırımına karıştıkları iddiasıyla kapatılan on binlerce tutuklu için PRI'nın başlattığı programı özellikle tebrik etmek gerekir. PRI, Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) ile birlikte, cezaevi ortamında somut eylem yürüten tek uluslararası örgüttür. 1998'den itibaren PRI, gardiyanlardan zabıt kâtiplerine, muhasebecilerden müdürlere, tüm cezaevi personelinin yetiştirilip eğitilmesinde sistemli olarak yer almış, düzenli ve kalıcı bir eğitim sistemi yerleştirmiştir. PRI uzmanları hapishanelerde tarım, hayvancılık, zanaat gibi üretici faaliyetlerin yerleşmesine de önem vermişlerdir.
Ama Ruanda hükümeti özellikle yargılamaların hızlanması ve hapis cezasına alternatif çözümler üretmesine yardım etmesi için PRI'ya çağrı yapmıştır. PRI'nın Ruanda'da düzenlediği ve çok sayıda ülkeden uzmanların bir araya geldiği bir seminer, 2000 yılında geleneksel yargılama usulleriyle ilgili yasanın –gaccaca– ve daha özel olarak da kamu yararına işlerde çalışmanın ortaya çıkmasına imkân tanımıştır.
PRI'nın faaliyeti, 1987 yılında benimsenen aynı adlı Avrupa Sözleşmesi'yle kurulmuş olan, İşkence ve İnsanlıkdışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezayı Önlemek İçin Avrupa Komitesi (CPT) gibi hükümetlerarası ve uluslararası organların faaliyetinin elbette zorunlu bir tamamlayıcısıdır. CPT'nin bağımsız uzmanları, bu konvansiyona bağlı 43 ülkede tutuklu ve hükümlülere yapılan muameleyi değerlendirmek amacıyla her yıl tevkif ve infaz yerlerini ziyaret ederler. Tutuklu ve hükümlülerle tamamen gizlilik içinde görüşme izinleri vardır ve gerektiğinde, raporlarında tavsiyelerde bulunabilirler.
Aynı şekilde, 18 Mart-26 Nisan 2002 tarihleri arasında Cenevre' de toplanan İnsan Hakları Komisyonu'nun 58. dönem toplantısı vesilesiyle, 1984 tarihli İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlıkdışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı BM Sözleşmesi'ne Ek Protokol projesinin benimsenmesine yönelik bir kararın alınmasını da kutlamak gerekir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun da onayını bekleyen bu protokol, imzalayacak ülkelerdeki tutukevi ve hapishanelere yapılacak düzenli ziyaretlerle kötü muameleyi önleyici mekanizmaların yerleşmesini sağlayacaktır.
Bu önemli gelişmeler teşekkürü hak etmektedir; tıpkı inançlı ve saygın bir insanın kırk yılı aşkın bir süre boyunca sürdürdüğü mücadelenin ve düşüncelerinin kayda değer sonucu olan bu eser gibi...