Roni Margulies, Sunuş, "Küreselleşmenin Askeri Yüzü", s. 7-9
Antikapitalist hareketin bugüne kadar yaşadığı en büyük sınav, 11 Eylül 2001'de New York'ta İkiz Kuleler'e düzenlenen saldırı oldu.
11 Eylül'ün Batı'da, özellikle Amerika'da, yarattığı şaşkınlığı ve hemen arkasından gelen İslam (ve her tür koyu derili, "Doğulu") düşmanlığı, milliyetçilik, şovenizm dalgasını Türkiye'den bakınca tam anlamıyla kavrayabilmek zor. George W. Bush ve danışmanları, uygulamak istedikleri daha saldırgan, daha askeri, daha ödünsüz uluslararası politikaya en uygun ortamı nasıl yaratabileceklerini kırk yıl düşünseler daha uygun bir ortam bulabilirler miydi, kuşkuludur. Bush, yeni bir "Haçlı Seferi"nden söz ettiğinde uluslararası ilişkiler ve diplomasi açısından belki pot kırıyor, fakat Amerika ve Avrupa'da esen havayı gerçekçi bir şekilde yansıtıyordu.
Hareket duraklar gibi oldu; uluslararası sermayenin önde gelen gazeteleri Financial Times ve Wall Street Journal büyük bir keyifle antikapitalist hareketin ölümünü duyurdular. İkiz Kuleler saldırısını izleyen ortamda, temel özellikleri Amerika'daki "düzene" karşı çıkmak, bu düzenin dünyanın geri kalanında yaptıklarını eleştirmek olan bir hareketin duraklaması kaçınılmazdı. Düzen, "barbarların" hunharca bir saldırısına maruz kalmıştı, düzenin alternatifini kanlı, insanlık düşmanı, antidemokratik, gerici örgüt ve rejimler temsil ediyordu. Avrupa'da daha çok, Amerika'da daha az olmak üzere bu ikilemin sığlığını, anlamsızlığını görenler vardı elbet. Fakat genel kanı, yaygın kabul gören yaklaşım aylar boyunca bu oldu.
Savaşa karşı çıkmak, egemen sınıfların genç işçileri birbirlerini öldürmeye göndermelerini engellemeye çalışmak sosyalist hareketin bizzat kendi tarihi kadar eski ve onurlu bir geleneğidir. Ama antikapitalist hareket, kitleselliğiyle, bileşenlerinin çeşitliliğiyle sosyalist hareketi kat kat aşan, daha yeni, genç ve deneyimsiz bir hareket. 11 Eylül'ün hemen ertesinde Bush'un başlattığı savaş çığırtkanlığına karşı, savaşa karşı nasıl tepki gösterecek, milliyetçiliğe ve şovenizme karşı direnebilecek miydi?
Nasıl tepki gösterildiğini bir yıldır izliyoruz. Geçtiğimiz yıl içinde, hareketin tüm eylemleri savaş karşıtı eylemlere dönüştü. Antikapitalist hareket hemen hemen hiç fire vermeden, her yerde savaş karşıtı bir hareket halini aldı. On yıl önce Irak'a saldırıldığında, beş yıl önce Sırbistan'a saldırıldığında kitleselleşemeyen savaş karşıtlığı, bu kez, üstelik daha savaş başlamamışken, İtalya, İspanya, İngiltere'de yüz binlerce insanı defalarca sokağa döktü. Washington'da bile, en zor koşullarda, sokağa 30 bin kişi çıktı. Son olarak, 28 Eylül'de Londra'da yürüyen 400 bin kişi İngiltere tarihinin en büyük gösterisini gerçekleştirdi. Aynı gün, İtalya'nın 50'ye yakın kentinde toplam bir buçuk milyon kişi Bush'un savaşına karşı etkinliklere katıldı. Hareketin ağırlık merkezi Kuzey Amerika'dan Avrupa'ya kaymış ve sınav üstün başarıyla geçilmişti. Bu kitabın yayıma hazırlandığı günlerde, Floransa'da gerçekleşecek olan birinci Avrupa Sosyal Forumu'nun ana gösterisinin savaş karşıtı bir gösteri olması kararı alındı.
Antikapitalist hareket, sadece küreselleşmenin olumsuz etkilerine, sadece küreselleşme sürecini şekillendiren ve dayatan uluslararası sermaye kurumlarına, sadece aşırı ekonomik eşitsizliğe ve çevrenin tahrip edilmesine değil, tüm bunlarla birlikte küreselleşmenin askeri yüzüne de karşı durarak, kapitalizm ile savaş arasındaki doğrudan bağlantıyı, küreselleşme ile emperyalizm arasındaki yakın akrabalık ilişkisini kavrayarak gerçek anlamda antikapitalist olduğunu kanıtladı.
Otomatik, kendiliğinden bir süreç değildi elbette bu. Hareket bir yıldır müthiş hararetli, uzun ve çok yönlü tartışmalar yaşıyor. Savaş tartışmasıyla birlikte, doğal olarak, kapitalizmin niye savaşlara yol açtığı, emperyalizmin niteliği, petrol, Filistin sorunu, terörizm, Siyonizm ve daha pek çok konu da hareketin gündemine giriyor. Bir tarafta, hareketin içinde bir süredir önemli bir kalabalık oluşturan sosyal demokrat partiler, en azından önderlik düzeyinde biraz daha tutucu olan, biraz daha kısıtlı bir gündemi savunan ATTAC gibi örgütler ile, öte tarafta, daha kapsamlı bir değişim perspektifine sahip olan sosyalistler arasında tartışmalar sürüyor.
Ama hareket bir yandan tartışırken, bir yandan da dev gösterilerde, yürüyüşlerde birlikte davranmaya, yüz binlerce, milyonlarca kişiyi harekete geçirmeye, radikalize etmeye, muhalifleştirmeye devam ediyor. Floransa'da bunu bir kez daha göreceğiz.
*
Bu kitabın önemli bir kısmını Birleşmiş Milletler eski silah denetçisi Scott Ritter'la yapılmış bir söyleşi oluşturuyor. Ritter, ne savaşa karşı, ne de kapitalizme. Amerikan ordusunda istihbarat subaylığından emekli, eski bir deniz piyadesi. Londra'da 28 Eylül gösterisine konuşmacı olarak katıldıktan sonra The Guardian gazetesinde 7 Ekim günü yazdığı yazıda şöyle diyor: "Bir deniz piyadesi olarak, ABD Anayasası'nı yabancı ve yerli tüm düşmanlardan korumak için yemin ettim. Bu yemini çok ciddiye alıyor ve bu anayasa için canımı feda etmeyi göze alıyorum. Bunu, asker olduğum süre boyunca, Çöl Fırtınası Harekâtı'nda aktif görev almak da dahil olmak üzere kanıtladım. Ben pasifist değilim, ama Başkan Bush'un Irak'la savaşa gitmesine bu kez karşıyım." Ritter, aslen, Bush'un ABD Anayasası'nı ihlal ettiğine inandığı için bu savaşa karşı.
Ritter'ın muhalefeti, içsel bir muhalefet olduğu, sistemin kilit noktalarında bulunmuş bir kişiden geldiği için özellikle çarpıcı, özellikle yararlı. Çarpıcı, çünkü muhalif olması beklenmeyen bir kişi ve görüşlerini normal muhalefet dili kullanmadan ifade ediyor; dolayısıyla, normalde muhalif olması beklenmeyen kişileri etkileme şansı daha fazla.
Yararlı, çünkü Ritter'ın sahip olduğu ve aktardığı bilgiler savaş karşıtlarının, antikapitalist hareketin normalde ulaşamadığı bilgiler. Bu bilgileri kullanmak, mümkün olan en geniş savaş karşıtı hareketi yaratmak, Türkiye hükümetine savaşa katıldığı takdirde iç sorunlar yaşayacağı mesajını vermek bize kalmış.