| ISBN13 978-975-342-409-7 | 13x19,5 cm, 315 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Kemal Sayar, Önsöz, s. 7-9 Psikiyatrlar insan doğasının tüm veçheleri üzerinde uzmanlaşmış kişiler değillerdir, hayatın kırılganlığının cisimleşmiş ifadeleri olan kişilere –hastalara– yardımcı olmaya çalışırlar. Ruhsal hastalığın birkaç düzlemde kurgulanması mümkündür: Depresyon, erken çocukluk yaşantılarındaki yoksunlukların bir sonucu olarak görülebileceği gibi, nörokimyasal iletkenlerdeki azalma ve değişkenliklerin ve hatta toplumsal bazı etkenlerin sonucu olarak da değerlendirilebilir. Kültürel psikiyatrinin temel önermesi, içinde yaşadığımız ve yeme içme alışkanlıklarımızdan çocuk yetiştirme pratiklerimize kadar hayatımızın her cephesine nüfuz eden kültürün ruhsal rahatsızlıkların oluşumunda, biçimlenmesinde ve dışavurumunda etkili olacağıdır. Kültür gündelik hayatımızı biçimlediği kadar onun tarafından biçimlenir de; bu yönüyle sürekli bir evrim gösterir. Son yıllarda dünya toplumları küreselleşme süreciyle birlikte giderek daha iç içe geçiyor ve bağımsız, tutarlı ve istikrarlı bir kültür fikri giderek anlamını yitiriyor. Küreselleşmeyle birlikte farklı kültürel kökenlerden gelen insanlar birbirleriyle buluşup etkileşiyorlar. Pop kültürün yaygınlaşmasından, internet topluluklarının ortaya çıkmasına, çokuluslu şirketlerden yeni birliklere (Avrupa Birliği, vb.), kabaran göç dalgasından oluşan yeni diasporalara, turizmin kazandığı yaygınlıktan küresel kurumların oluşmasına kadar pek çok durum bu buluşmanın zeminini hazırlıyor. Küresel sürecin insan tekine nasıl yansıdığıyla ilgili çalışmalar artık kültürel ikiliklerin üzerinden bazı analizlere girişmekle olmayacak; melezleşmenin arttığı bir zaman diliminde artık klasikleşmiş bu tür ikilikçi anlayışların da bir hükmü kalmamış gibi görünüyor. Batı ve Doğu'yu birbirinden bütünüyle bağımsız iki ayrı bütün olarak değerlendiren tarihsel görüş artık eleştirilmektedir. Bu görüş milletlerin, toplumların ya da kültürlerin içsel olarak saf, katışıksız ve mütecanis; dışarıdan bakıldığında da kolayca birbirinden ayırt edilebilir özellikler taşıdığı yolunda naif bir önermeden beslenmektedir. Melezleşme olgusu kültürel bağların doğal bir sonucu olarak karşımızda durmakta ve içsel olarak mütecanis/dışsal olarak farklı kültürler fikrini sigaya çekmektedir. Kültürlerarası süreçlerle, var olan biçim ve uygulamalar yeni biçim ve uygulamalara dönüşebilir. Melez olgular var olan kültürel uygulamaların yenilerine dönüşmesiyle ortaya çıkar. Amsterdam'da Thai boksu yapan Faslı kızlar ya da Londra'da Batılı biyotıpla kendi geleneklerini harmanlayarak İngiliz hastalara hizmet veren Hintli doktorlar, İstanbul'da tavernalarda Rum müziği eşliğinde tabak kıran Türkler, milli takımlarının galibiyetini sokaklarda klakson çalıp bayrak sallayarak "Türk usulü" kutlayan Almanlar gibi. Küreselleşme konusunda yaygın olarak paylaşılan bir görüş, kültürel hareketlerin Batı'dan Doğu'ya doğru tek yönlü olarak gerçekleştiği ve bunun da Batı'nın dünyanın kalan kısımlarını egemenliği altına almasından başka bir anlam taşımadığı yolundadır. Ancak bu tek yönlü etkileme fikri, Batı kültürünün yerli kültürler tarafından metabolize edilme, sindirilme, belki daha yerinde bir tabirle ehlileştirilme sürecini görmezden gelmektedir. Yerel kültürler Batı'dan gelen bu dalgayı olduğu gibi kabul etmemekte, sıklıkla onu yerli kültüre uydurarak benimsemektedir. Küresel çağda "kaygan kimlikler"den bahsedilmektedir: Kendilerini hikâye etme kudreti ellerinden alınmış halklar "ustanın araç gereciyle ustanın evini yıkmayı" denemekte, melez kimliklerinin kendilerine sağladığı güvenle sömürgeciliğin dilini deşifre etmektedir. Müphemliğe tahammülün öne çıktığı bir dünyada, kültürel psikiyatri de eski önkabullerinden sıyrılmış ve toplumları içeriden anlamayı görev bilmiştir. Bu içeriden bakış, ekonomik ve askeri gücü elinde tuttuğu için Batı kültürüne bilgi hiyerarşisinde daha üst bir konum vermez: Her toplumun kendi yerel geleneklerinden beslenen bir ruh sağlığı pratiği vardır ve bu pratik o kültür içinde tutarlıdır. Ruhsal rahatsızlıkların bir bölümünün belirtileri toplumdan topluma değişmezken farklı toplumlarda çok farklı belirtilerle seyreden rahatsızlıklar da vardır. Batı kültüründe mündemiç olan beden ve zihin ayrılığı fikri; ruhsal rahatsızlıkların kavramlaştırılmasında, psikiyatrik bilginin yapılmasında da etkili olmakta ve sözgelimi, depresyonun duygusal bileşeni bedensel bileşenine yeğ tutulmaktadır. Oysa dünyanın Batılı olmayan bölgelerinde depresyon sıklıkla bedensel belirtilerle seyredebilmektedir. Kitabın altbaşlığı olan "Küreselleşme Koşullarında Kültürel Psikiyatri" ifadesi, bu çalışmanın temel yönelimini de ortaya koymaktadır. Makalelerin tümü, kültürün ruh sağlığının ve ruh hastalığının anlaşılmasında bize ne şekilde yardımcı olabileceğine dair ipiçları sunma amacını taşımaktadır. Bu kitap ruhsal rahatsızlıkların doğasına ilişkin bir sosyal okuma vaat etmektedir, kültürel yaklaşımın içinde öteden beri var olan sorgulayıcı ve eleştirel tutum da bu makalelerde açık bir biçimde hissedilmektedir. Bu sorgulama Batı psikiyatrisinin tek mümkün ruh sağlığı kuramı ve pratiği olduğu yolundaki sömürgeci anlayışa ciddi itirazlar getirmektedir. Bu kitapta yer alan makalelerin önemli bir kısmı, Trabzon'da 6-7 Eylül 1999 tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz Uluslararası Kültürel Psikiyatri Sempozyumu'nda yapılmış olan konuşmaların metinleridir. Bu sempozyuma çağırdığımız bilimci ve düşünürler, sadece sahalarının dünyaca kabul gören otoriteleri değillerdi; onlar 17 Ağustos depremini izleyen o sıkıntılı günlerde bizimle dayanışma duygusunu çoğaltmak için de gelmişlerdi ve işte bu yüzden, soylu kişiler olarak da selamlamak isteriz onları... |