| ISBN13 978-975-342-385-4 | 13x19,5 cm, 324 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Sunuş, s. 5-6 Bu metni, bir önceki kış yazdım. Yazdığım bütün diğer metinler gibi kişisel bir zorunluluk yüzünden yola koyulmuştum. Varoluşumun sunduğu imgenin, kendi görüntüsüne yerleşmiş olacağına pornografik ve dışavurumcu olduğunu düşünüyor, bundan hoşlanmıyordum. İmgeler hangi koşullarda pornografikleşir diye sordum kendime, ne zaman teşhircileşirler? Teşhircilik geleneği diye bir şey var mıdır, hangi anlamlandırma dizgeleri tarafından ne denli desteklenir? İstanbul'da doğup büyümüş olmama karşın Batılı bir eğitim almış, kendini ifade etme özgürlüğünden söz eden, bunu yücelten bir gelenekten gelmiştim. Susmayla konuşmayı, bastırmayla dışavurmayı karşıtlayan bir gelenekti bu; karşı çıkarken bile dilsel göstergelerin ezberini önermekteydi. Yazma sürecinde karşılaştığım, bir bakıma kişisel bir yüzleşmeydi: Kendi yaşamsal ve düşünsel serüvenimde sapına değin itirafçı ve nevrozlu bir geleneğe sadık kalmış olduğumu teslim etmek zorundaydım. Önceleri yarı-marksist bir çerçeveden gelerek toplumsallığı eleştirir, cinselliği ya da bilinçdışını bir bakıma Adorno ve Horkheimer'in izinde bastırılmış doğa olarak konumlandırır, gençlik yıllarım boyunca içki ya da uyuşturucuyu düşünsel olarak savunurken, konuşmadığı zaman varolamayan ve itirafa zorlayan bu geleneği onaylamıştım sürekli, eleştirdiğim öznemerkezciliğin uzantısı olan bir öznellikle karşı çıktığım dizgenin kendisini desteklemiştim şuursuzca. Bugün bu türden bir öznelliğin ya da içselliğin dışavurumunu "pornografik" niteliyorum, şu önsözde bile bir bakıma bunu yapmayı sürdürdüğüm için rahatsızım. Kendini bastırmayla dışavurma karşıtlığında konumlandıran, Lacan'ın "simgesel" dediği düzen uğruna sürekli dışavurmayı gerektiren ve dışavurum temelinde denetlenen bir dizgeyle karşı karşıyaydım. "Büyük Öteki"nin gözüne girmek uğruna tekrarlanan göstergeler, Charles Taylor gibi değer verdiğim bir düşünür tarafından bile "anlatımcılık antropolojisi" olarak ululanabilmişlerdi. Ne var ki günah çıkarma pratikleriyle başlayan bir süreç olarak bakmadım dışavurumsal pornografiye, Protestanlıkla beraber kilisenin imge taşıyıcılığından feragat etmesiyle ve "sanat" denen kurumun yeniden-doğumuna yol açmasıyla da başlatmadım. Kanımca İsa'dan önce 5. yüzyıla geri gidilmeli, dışavurumsal çıplaklığı ya da perdelenişi içinde imgenin konumu, o zamandan hareketle irdelenmeliydi. Çünkü bu metinde dilsel göstergeler yerine ilgi odağım olan –ve kuşkusuz onların bilgisini taşıyan– görsel imgelere baktığımda, imgenin bakışı tatmin etmek üzere ilk kez o çağda örgütlendiğini saptıyordum. Temsil ettiği dışında sunacak bir şeyi olmayan bir çıplaklık olarak kendini ilk orada konumlandırıyordu imge. Kendini çıplaklık perdesiyle perdelemesinin nedeni, sunacak bir şeyinin olmamasıydı gerçekten, bildik bir bakışa hoş görünmeyi arzuluyordu. Bu nedenle metinde kendilerini bakışı tatmin etme amacıyla örgütleyen imgeler ile, onların ötesinde yer almayı arzulayan, görünenle görünmeyen arası salınan, çifte bir varoluştan soluk alan imgelerin izini sürmeyi denedim. Eğer kurduğum şu cümlelerde imgeye özne olma özelliği bahşediyorsam, bunun bir nedeni var. Pornografik imgenin, konuşan özne olduğumuz yanılsaması sunarken bizi konuşulan özneye çevirdiğini düşünüyorum ki, belki konuşulan nesne demek daha doğru olur. Ne var ki egemen özne konumuyla birlikte metinde birinci tekil şahıs anlatısından kaçınmamın bir başka nedeni, kendini bakışa sunduğu an bakışlardan kaçan, iktidarını dayatacağı an iktidarını kıran bir imgeselliğin anonimitesine öykünmek istememden. Kendini ortaya koyacağı yerde kendi izini silmekten başka bir şey yapmayan, göze gelirliğinden utanan imgeler de var: Onların ahlakla estetiği buluşturduğunu ve "güzelliği, yaşamdan ölüme geçiş anından hareketle" (Lacan) tanımladığını düşünüyorum. Tercihimi elbette onlardan yana kullandım. |