Elifhan Köse, “Feminist bir devlet kuramına doğru”, Birgün Kitap Eki, 26 Haziran 2010
Catherine MacKinnon’un kitabı üç ana bölümden oluşuyor: Birinci bölüm Feminizm ve Marksizm, ikinci bölüm bilinç yükseltme ve diğer politika yapma biçimlerinin yolunu arayan yöntem; üçüncü bölüm ise ağırlıklı olarak kürtaj, pornografi ve tecavüzün tartışıldığı devlet başlıklarını taşıyor. Özellikle 18 yılda tamamlandığı belirtilen bir kitabın içindekilerinin tesadüf olarak ortaya konulmadığının farkındalığıyla birlikte, çözümlemek adına işlevsel olduğu fikriyle bölümlemenin tersine bir okuma izleği öne sürmek mümkün görünüyor. Böylelikle cinselliğin (pornografi, tecavüz gibi) tezahürlerinin devlet başlığı altında ele alınmasının kitapta tesadüf olmayan niteliği, yöntem ve Marksizm-feminizm ilişkilerinin ele alınışı konusunda da yol göstericilik sağlayabilir.
Modern patriarka erkeklerin doğallaştırılmış hane geçindiricileri olarak tanımlandığı ve olağan işgücü potansiyelleri olarak görüldüğü bir sistem üzerinde yükselir. Modern patriarkanın geleneksel patriarkadan farkı, aileleri babanın sorgulanamaz mülkü olmaktan çıkararak devletin (devlet baba! olarak) aile içerisindeki hukuki ve mülk ilişkileri açısından söz sahibi olan birincil konuma ulaştırmış olmasıdır. Diğer bir fark ise geleneksel patriarkanın tarihsel bir varoluşa sahip olduğu genel kabulüne rağmen, dolayımlanmış ve gizlenmiş iktidar ilişkileri nedeniyle modern ataerkinin feministler dışında pek de kimse tarafından analize layık bulunmayan göz ardı edilmiş konumu olabilir. Modern devletin dayandığı serbest piyasanın etik varsayımlarına göre kişiler kendi üzerlerinde söz sahibidirler, sözleşme uyarınca emek güçlerini-mallarını satarlar ya da satmazlar, bu piyasa ilişkileri içerisinde sözleşmeye girmekte/girmemekte kesinlikle özgür sayılırlar. Sol, iktidar ilişkilerinden ve sömürüden bağımsız bir sözleşme bağlamının olamayacağını öne sürerek liberal kamu alanının eşitlik ve bireycilik nosyonlarını tahrip ederken, özel alanın/ailenin/cinselliğin içerdiği ve piyasayı besleyen sömürü ve iktidar ilişkileri gözden kaçırılmış görünüyor. Bu iddia MacKinnon’da çok açık değilse de, bence feminizmin devlet teorisini oluşturma adına çözümlenmesi gereken sorun olarak kabul ediliyor, çünkü bu tarihsel sorumluluk bir tek feminizm tarafından yüklenilebilir görünüyordu. MacKinnon bu iddiayı belirtmeden bu sorumluluğun riskine girebilmiş bir metin sunmuş görünüyor.
Modern patriarkada erkek piyasanın koşulları altında hanesini geçindirilebilme zorunluluğu içerisinde talep edilebilir vasıflara sahip olmaya zorunludur. Bu durum bir yanda erkeği hanesine karşı (mülk ve hukuki olarak) görece iktidarsızlaştırırken, diğer yandan hanenin doğal temsilcisi olarak onu iktidarla muhatap, seslenilebilir kılan, böylelikle görece iktidarsızlığını dışarda- kamuda olmanın avantajı olan bireyselleşmeyle bertaraf eden bir düzenek yaratır. “Erkekler babalıktan ötürü ne iktidar ne de toplumsal konum elde etmez, iktidarlarını üretimdeki rollerinden alırlar. ..ev ile iş arasındaki ayrım erkek ve kadının baskın olduğu alanlar açısından tanımlanır ve kadınların toplumsal iktidarı üretimle olan ilişkileriyle değil cinsiyetleriyle belirlenir.” (s. 47) Ancak kadının içinde olduğu ev-özel alanın tanımı açısından sanılanın aksine, kadının bir özel yaşamı olduğunu, onu yaşayan olarak orda olduğunu sansak da, o daha çok kamusal olanın yani “erkeğin” özel yaşamındaki diğer şeyler gibi özelin sadece bir parçası, yaşayan bir nesnesidir. Özel alan kamusalda olanın, yani erkeğin özel alanıdır zaten. “Feminizmin kadınların hiçbir zaman olmasına ve almasına müsaade edilmediğini gösterdiği her şey ve kadınların özdeşleştirildiği, erkeklerin de sahip olabileceği her şey bu özel yaşam kavramının tanımına girer.” (s. 220) Modern kapitalist devletin ve işler kılan liberal hukukun dayandığı bir kamu –özel ayrımına karşı “Feminizm kadınların korunacak kaybedecek veya korunacak özel bir yaşamlarının olmadığı gerçeğiyle yüzleşir”. Özellikle erkeklerle kadınlar arasında iktidardan bağımsız olarak kurulduğu varsayılan ilişkinin sınıfsal, etnik ve cinsel şiddet içeren boyutunun bir aradalığını ortaya koymak, başka bir deyişle kamu ile özelin bir aradalığını göstermek feminist bir devlet kuramının amacıdır.
MacKinnon cinselliğin şiddet içerdiğini, erkeğin kadına yönelik şiddetinin hem emeğine hem de cinsiyetine el koymak şeklinde kendisini gösterdiğini ortaya koyarak özel alanın iktidarını teşhir eder. “Bir kuram bedenlerinin toplumsal anlamı yüzünden, kadınların erkekler karşısında haksızca eşitsizliğe uğratıldıklarını kabul ettiği oranda feministtir”. (s. 57) Cinsellik de romantik bir karşılılık ilişkisinden değil, kamudaki diğer ilişkiler gibi bedenler ve emek üzerine el koyma üzerinden (şiddet kültürüyle) gerçekleşir. Şiddet kavramının MacKinnon’da özel alanın politize edilmesi adına etkili bir şekilde kullanıldığı görülüyor. Bu nedenle devletin açık müdahil olarak yer aldığı pornografi, kürtaj ve tecavüz gibi olgular yazar tarafından, özel alanla kamu arasındaki ilişkinin kurulma biçimi olarak, şiddetin (devlet ve eril şiddetin bir arada) doğallaştırılmasına hizmet ettiğini göstermek üzere özellikle tercih edilmiş görünüyor. Pornografi, kürtaj ve tecavüzün cinselliğin istisnai olaylarıymış gibi sunulmasının tersine yazar, şiddetin, cinselliğin erkek-kadın arasında bir iktidar ilişkisi olarak kurulmasını ve diğer iktidar biçimleriyle cinselliği ilintilenmesini sağlayan ana eksen olduğunu iddia etmektedir.
MacKinnon cinselliğin tarihselleştirildiğini ve özellikle ona atfedilen ve hiyerarşiler üreten ilişkiler biçiminde kendini göstermesinin ötesine geçmeye çalışır: “Lacan’dan daha doğrusu Foucault’tan sonra cinselliğin toplumsal olarak kurgulandığını kabul etmek âdet olmuştur. Ender olarak üzerinde durulan ise toplumda neyin cinsellik olarak kurgulandığıdır; daha da az önemsenen sorular da, bu kurgulamanın kim tarafından, nasıl ne zaman nerede oluştuğudur”. (s. 154) Feministlerin meselesi cinselliğin tarihselliğiniyani egemenlik koşullarını ortaya çıkarmak olmalıdır. Cinsiyetler arasındaki farklılığın ortaya konulmasının ötesinde, neyin fark olarak ortaya konduğunun, bu farkın aslında hangi iktidar ilişkileri tarafından üretildiğinin koşullarını sorgulamak; başka bir deyişle farka siyaseti ve iktidar analizini dahil etmenin arayışında olmak.
Bu sorunsallaştırma çerçevesinde aynı zamanda neyin, hangi ilişkinin ve biçimin cinselleştirildiği ve nasıl cinselleştirildiğinin koşullarının ortaya koyan MacKinnon’un cinselliğin bir iktidar ilişkisine dönüştürülmesinin cinsellikle birlikte her türlü iktidar ilişkisini doğallaştıran bir sosyobiyolojizmle çalıştığını göstermesi ayrıca önemli görünüyor. Yazara göre özellikle pornografi bağlamında, normatifleştirilen cinsellikle birlikte normatif erkeklik ve kadın rolleri de birlikte yaratılır; başka bir deyişle pornografi ve tecavüz modernliğin iktidar biçimleri içerisinde varolan arzu düzenin bir semptomu değil, normatif olanın kurulması için olağan bir düzenleme, diğer eşitsizlik ilişkilerinin ayrıca cinselleştirilmesiyle gündelik yaşamın bütün hiyerarşilerinin cinselliğe atfedilen doğallıkla meşrulaştırılması, daha ötesi bilişsel düzeyde arzu düzenine dahil edilerek içselleştirilmesidir:
“Kurban haline getirilmiş ve kolay yaralanabilir kadın grupları ile özellikle tabulaşmış hedef gruplar “siyah kadınlar, Asyalı kadınlar, Latin kadınlar, Yahudi kadınlar, hamile kadınlar, sakat kadınlar, geri zekalı kadınlar, yoksul kadınlar, yaşlı kadınlar, şişman kadınlar, kadın işlerinde çalışan kadınlar, fahişeler, küçük kızlar- pornografinin tarzını ve konusunu belirler, çeşitli müşterilerin en hoşlandığı yozlaşma tipine göre sınıflandırılmasını sağlar. Kadınlar insandan aşağı olduğu düşünülen her şeyle eşleştirilir: nesneler, hayvanlar, çocuklar ve öteki kadınlar. Pornografide kadınların kendilerine ait olduklarını iddia ettikleri her şey –annelik, atletizm, geleneksel erkek işleri, lezbiyenlik, feminizm- özel olarak cinselleştirilir, tehlikeli kışkırtıcı cezalandırılan şeyler haline getirilerek erkeklere mal edilir.” (s. 162-3).
Pornografinin-tecavüzün kategorileri, sınıfsal etnik aşağılanmışları cinsellikle buluşturarak, cinselliğin doğalaştırma gücünü diğerlerine yayar; diğer yandan cinselliğin iktidar kurma biçimi olarak çalışmasını da alttan alta destekler: eninde sonunda sınıfsal, etnik, bedensel aşağılanmışlık –kendiliğinden– cinsel aşağılanmışlıkla buluşur; burada önemli olan bu kategorik üst üste gelmelerin olumsal değil, modern devletin iktidar ilişkilerini koruyup düzenleme konusundaki mahremi de kapsayan tarihsel bir düzenleme potansiyelinin yazar tarafından gösterilmesidir. “Tecavüz tecavüzcünün yaptığı bir şey olur, sanki tecavüzcü insanoğlundan başka bir türe aitmiş gibi. Ne var ki tecavüzcüleri normal erkeklerden farklı kılacak bir kişilik bozukluğuna rastlanmamaktadır”. (s. 170) Pornografi gibi tecavüzün de sıradışı erkeklerin (kurban) kadınlara uyguladığı bir olay olarak liberal devlet ve hukuk tanımlanması aslında kapitalist toplumsal ilişkilere içkin olan eşitsizliği ve şiddeti “olay”laştırarak hem kadın erkek ilişkilerinin tesadüfü olmayan “erkek tecavüzcü” durumunu gizler, hem de şiddetin istisnai bir durum olduğu yanılsamasını yaratır.
MacKinnon cinselliği evlilik ve aileyle sınırlandırmaz; erkekle kadın arasında eşitsizlik ilişkisinin kökenin cinsel olduğunu değil, cinselliğin eşitsizlik içeren bir unsur olarak örgütlenmesini (erkek-kadın ilişkisini de içeren) total iktidar ilişkilerinin bir sonucu olarak ele alır. Bu nedenle kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin kökenini cinsel işbölümünde bulan marksizmi de cinsiyet körü olmakla suçlar:
“ ..Ya da sanki kadınların bedensel farklılıkları erkeğe boyun eğmelerini açıklayabilirmiş gibi, Marksist anlamda yeniden üretim yani üretim ilişkilerinin tekrarlanması bir kelime oyunuyla biyolojik üremeye dönüştürülmektedir, sanki toplumsal olanın biyolojik olana benzetilmesi kadınların tanımını maddeci dolayısıyla iş bölümüne dayalı dolayısıyla gerçek ve dolayısıyla da potansiyel olarak eşitsiz kılabilirmiş gibi. Yeniden üretim bazen biyolojik üretim olarak bazen ev işlerinde olduğu gibi günlük yaşamın yeniden üretilmesi anlamında ve bazen de her iki anlamda birden kullanılmaktadır.” (s. 30)
“Marks “cinsel faaliyetteki” farklılıkların ilk işbölümü olduğuna ilişkin bir analiz önermiştir. “[gereksinimler, üretkenlik ve nüfustaki artışla birlikte] doğal eğilimler(örneğin fiziksel güç) gereksinimler kazalar vb sonucu kendiliğinden ya da doğal olarak ortaya çıkan ve ilk başta cinsel faaliyetteki işbölümünden başka bir şey olmayan bir işbölümü gelişir.” (s. 33) Marksizmin cinsiyet alanındaki iktidar analizinin özensizliğinin biyolojiyi doğallaştıran istenmeyen sonucu, aynı zamanda önemli bir başka sonuca daha yol açar: Üreme(reproduction) kavramının böylesine savruk kullanımı kadının bedensel özeliği olan doğurganlığın doğallığı üzerinden ev işlerine yayılır. Ev işleri de kadının örneğin çocuk bakımı –emzirme– gibi doğal görevleri haline gelir. Yazar tıpkı piyasadaki gibi ev içindeki ilişkilerin doğallaştırılmasının şiddeti ve sömürüye gizlediğine dikkat çeker.
Cinselliğin tarihsel bir kurgulanma olmanı ötesinde bir eşitsizlik ve iktidar biçimi ve sosyobiyoloji kuramlarında olduğu gibi diğer iktidar biçimleriyle ilintili olarak çalıştığını göstermek, MacKinnon’da gösterdiği gibi bir feminist devlet kuramının temel hedeflerinden biri haline gelmektedir. Özellikle her türlü şiddetin cinselleştirilerek normalleştirildiği günümüzde, hem cinselliğin bir eşitsizlik biçimi olarak tecrübe edilmesi normalleştirilirken hem de şiddetin kendisi normalleştirilmekte, böylelikle mahremle kamu arasındaki ilişki iktidar etmeyi olağanlaştıran bir üslup içinde kurulmaktadır. Ezilme ilişkilerindeki şiddetin artışıyla, liberal yaklaşım tarafından meşru şiddet tekeli olarak tanımlanan devletin meşruluğunun ve gücünün eşzamanlı arttığına da dikkat etmek ayrıca gerekiyor. Bu noktada özel alanın/evin sola mahrem kalan pencerelerini ve kapılarını da yeniden zorlamak gerekiyor.