"Kitap Hakkında", s. 7-9
Yaklaşık bir buçuk yıl önce kaleme aldığımız Kemal Derviş, Bir "Kurtarıcı" Öyküsü isimli kitapta, o günün şartlarında kendisine büyük umutlar bağlanan Derviş'in, giderek bir "turnusol kâğıdı" işlevi göreceğinden söz etmiş ve kendisiyle ilgili değerlendirmelerin biraz da bu gözle okunması gerektiğine dikkat çekmiştik. Gerek Derviş'in sergilediği tutum, gerekse memleket mensuplarının zihniyet dünyasına egemen olan "kendini öteki üzerinden tanımlama" alışkanlığı, pek de yanılmadığımızı ortaya koydu. Bundan haz duymak zannedildiği kadar kolay değil. Çünkü Türkiye, alınabilecek herhangi bir hazzın hukukunu örseleyen pek çok ayrıntıyla da aynı süre içinde tanıştı.
Sözü edilen kitapta, Derviş'in Türkiye'ye gelişiyle birlikte içine girilen zaman dilimi, farklı bir okuma ve anlamlandırmaya tabi tutulmuş ve medyaya yansıyan Derviş görüntüsü bilhassa bu açıdan değerlendirilmişti. Bu yapılmaya çalışılırken de, Oğuz Atay'ın "çocuk kalmış bir toplum" tespitinden yola çıkılarak, bu tespitin "kanaat önderleri"nin aynasına nasıl yansıdığı üzerinde durulmuştu. "İstikrarlı bir toplum" olmak gibi ender görülen bir haslet genetik yapımıza itinayla kodlandığından olsa gerek, aradan geçen zaman zarfında bu görüntüde kayda değer bir kırılma yaşanmadı.
Şikâyet üzerine temellendirilmiş bir kültürel yapılanma içinde pekâlâ bunun doğal olduğu söylenebilirdi. Meselelerin künhüne vakıf olmak için çaba sarf etmek yerine aynaya (medyaya) akseden görüntüler üzerinden günübirlik fikir temrinlerine soyunmak çok daha kolaydı çünkü. Üstelik hem zahmetsizdi bu, hem de dile getirilen fikirler yanlışlandığında, en azından entelektüel ahlak adına, hesap verilmesi gereken kurumlaşmış bir yapı da yoktu. Herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için, "kurumlaşmış ahlaki yapı" ile kastedilenin, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ifadesiyle, "derûni ahenk" olduğunu belirtelim.
Kabul etmek gerekir ki, Kemal Derviş'in aktif politikaya yönelik "pasif" hamlelerine paralel seyir izleyen savrulma esnasında yaşananlar da hayli travmatikti. "Derviş'in siyaseti" olarak da adlandırılabilecek bu travma, hiç kuşku yok ki, Kemal Derviş'in öngördüğü bir iklimin kıyısında gezinmiyordu. Gündeme getirilen ideolojik açılımın, hassasiyeti heyecanına baskın çıkan birkaç isim dışında ciddiye alınmaması, nereden bakılırsa bakılsın travmanın asıl adresiydi. Batı'da uzun boylu tartışmalara ve teorik üretimlere kapı aralayan "sol-liberal sentez"in, Türkiye'de algılanış ve deyim yerindeyse göğüsleniş biçimi, üzerinde bir hayli düşünülmesi gereken zihinsel ataleti bir kez daha gözler önüne serdi. İdeolojileri mahkûm etmeyi bir varlık sebebi sayanlar kadar, ideolojilere sahip çıkılması gerektiğini savunanların da birbirinden çok farklı olmayan bir tutum içine girmesi hakikaten hazindi.
Hazin olan bir başka şey de, "siyasetin Derviş'i"nin siyasetle ilişkisini konumlandırma ve hemen arkasından da kurumsallaştırma biçimiydi elbette. Hayal kırıklıklarını besleyen ve Derviş'in kamuoyu nezdinde benimsenmiş görüntüsünü örseleyen bu ilişki, nihayetinde "alaturka" bir siyaset modelinin o hayli bildik ara sokaklarına sürüklemişti kendisini. Teknisyen bir akademisyenin tercihlerini meşrulaştırma tarzı, Misak-ı Milli hudutları içine girenlerin, bu coğrafyaya egemen olan atmosferin dışında kalamadığının somut bir göstergesi gibiydi.
"Turnusol kâğıdı" tespiti, bu nedenle önemliydi. Kemal Derviş, kendisiyle birlikte ve kendisine rağmen sergilediği tutumla, bunu bir kez daha ispatladı. Görüntünün aynaya yansıyan kısmı, bir bakıma, külliyetli miktarda Sait Faik çağrışımlarıyla yüklü olan bir Decameron öyküsünü hatırlatıyordu. Buna rağmen yargılamak ve yadırgamak, bu satırların yazarının aşina olup benimsediği bir üslup değildir. Bu itibarla, kitapta dile getirilen yorum ve tespitlerin, bir olgunun kayda geçirilmesi olarak okunmasında sayısız fayda mülahaza ediliyor.
Kitaba ilişkin materyallerin toplanma aşamasındaki yardımlarından ötürü sevgili İzzet Doğan ve sevgili Zeynep Hâle Akman'a teşekkürü bir borç bilirim. Ülkenin gelecek tasavvurlarıyla ilgili bir insana dair olan bu kitabı, ülkenin ve yeryüzünün gelecek tasavvur ve tahayyüllerinde beni sürekli besleyen oğullarım Yağmur Gökhan ve İlteriş Özhan'la, kızım İren Özlem'e armağan ediyorum. Dilerim, nesillerinin diğer mensuplarıyla birlikte, tasavvur ve tahayyüllerine uygun bir ülkenin ve yeryüzünün harcına katkıda bulunarak huzura erdirirler ötelerden bile üzerlerine eğilme çabası içinde olan ruhumuzu...