Önsöz, s. 19-20
6 Nisan 2001 günü, Susurluk'ta 11 yaşındaki ilköğretim okulu öğrencisi Avşar Sıla Çaldıran kayboldu. Susurluk'un tanınan ailelerinden birinin ferdi olan kız çocuğunun kaybolduğu haberi, ilçe meydanındaki hoparlörlerden duyuruldu. İlçe sakinleri, herkesi huzursuz eden bu haberin merkezindeki kayıp kız çocuğunu aramaya koyulduğunda Susurluk, yeniden Türkiye'nin gündemine gireceği olaylara da adım attı. Kayıp çocuğun boğularak öldürülmüş cesedi, bir gün sonra Diyarbakırlı eski bir köy korucusu Recep İpek'in evinde bulundu. Kız çocuğuna tecavüz edildiği söylentisiyle birlikte, aynı anda Recep İpek'in PKK'lı olduğu kulaktan kulağa yayıldı. Kumar yüzünden önce işini kaybeden ardından eşi tarafından terk edilen Recep İpek'in işlediği adi bir cinayet Kürtlere fatura edildi. Bir anda, binlerce kişi sokağa dökülerek, aleyhine sloganlar attıkları Kürtlere ait, ev ve işyerlerini yakıp yıkmaya başladı.
Susurluk yakın tarihin önemli etnik cinnetlerden birine bu olayla birlikte ev sahipliği yaptı. Üç gün süren olayların önü olağanüstü önlemlerle alındı, ama ilçede yaşayan Kürtler evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bazıları işlerinden kovuldu. Kalanlar kahvehanelere, lokantalara alınmadı...
Cumhuriyet tarihinin "derin" tartışmalarından birine adını veren Susurluk, Türkiye'nin gündemine ikinci kez bu olayla oturdu.
Neden İkinci Susurluk?..
Bu çalışma Susurluk'u numaralandırma amacına dönük değil. Aslında Susurluk Kazası ve İkinci Susurluk'un etrafında yaşananlar, birbirlerinin hem nedeni, hem de sonucu sayılabilir. Çünkü Susurluk Kazası ile "çete" adı etrafında ortaya çıkan örgütün kuruluş amacı, devlete karşı olduğu varsayılan "öteki"ni (kişi, grup, organizasyon...) tehdit olmaktan çıkarma amacına dönük her tür faaliyeti üretmeye dayanıyor. Dolayısıyla bu örgütler, toplumdaki her ideolojik kamplaşmada, resmi moral değerlerini (vatan, millet, bayrak) yanlarına alarak faaliyetlerini meşrulaştırıyorlar.
İkinci Susurluk vakası ise devlet içinde ortaya çıkan, son 15 yılda büyük ölçüde gladio-kontrgerillanın beslendiği Güneydoğu'daki iç savaşın, Türkler ve Kürtler arasında yarattığı düşmanlığın sonucudur.
İki toplum arasındaki önyargıların geçmişi oldukça uzun... PKK, 1984 yılının ağustos ayında Siirt'in Eruh ve Hakkâri'nin Şemdinli ilçe merkezlerine baskın yaptığında, kimse büyük bir toplum kesimini etrafına toplayacak hareketin ilk adımlarını attığını fark edemedi. Düşük eğitim düzeyine, yoksulluğa, aşiret ilişkilerine, dinin ağırlığına sahip Güneydoğu'da PKK, haklarından yoksun vatandaşları, kullandığı şiddetle etkisine aldı. PKK ayaklanması, yörede silahlı eylemi bir isyan aracı olarak kullanırken, "nihai zafer" elde etmenin yolunun Kürtlerin haklarını savunan siyasal bir örgüt haline gelmekten geçtiğini teşhis etmişti. Ardından Kürt milliyetçiliğini şiddetle siyasallaştırarak milliyetçi devlet geleneğinin karşısına çıkardı. Bu iki karşıtın çarpışması kan, ölüm ve gözyaşı demekti.
Bu çatışma bitmiş gibi görünse de izleri Türkiye'yi bir hayalet gibi izliyor. Güneydoğu'nun gözü kulağı, dil ve kimlik talebi etrafındaki sorunlarının çözümüne yönelik bir haberde... Öte tarafta "askere" giden çocuklarının cansız bedenlerini alıp, acılarının dinmesini Abdullah Öcalan'ın idamına endeksleyen binlerce asker yakını var. Ve tabii, taraflara pasif veya aktif destek sunan milyonların karşılıklı önyargıları...
Ancak her iki toplum bu sorunun, varlığını sürdüren başka kötü sonuçlarından paylarına düşeni alarak yaşıyor: İşsizlik, adaletsiz gelir dağılımı, göç, faili meçhul cinayetler, açlık sınırının altında yaşayan milyonlar, kültür çatışmaları, travmalar, siyasi bunalımlar ve ekonomik krizler... Daha sayabiliriz.
Susurluk aslında Türkiye'nin küçültülmüş bir profili. Türkler, Kürtler, vs... aklınıza gelecek her etnik kökenden insanın bir arada olduğu iç savaşın da etkisiyle birlikte yaşamayı beceremediği bir ilçe. Susurluk, şiddetle gelen önyargıların sembolü...
Bu kitap, sadece Susurluk'taki etnik ayrımcılığı değil, İpek ailesiyle birlikte, ailenin "silik" karakteri Recep İpek'i, tipik bir taşra ilçesi Susurluk'un gözden kaçan ilginç öyküsünü, etnik şiddetin aktörlerini, Türkler ve Kürtlerin etnik ayrımcılıkla perdelenen ekonomik rant savaşını belgeler ve tanıklarla mercek altına alıyor...