Mustafa Konur, “Öldürmenin beyaz tekniği”, Radikal Kitap Eki, 14 Mart 2002
20 Aralık 2000 günü devlet, F tipi cezaevi uygulamasından vazgeçilmesi için ölüm orucuna giren tutukluların bulunduğu cezaevlerine ani bir operasyon düzenleyince şaşıranlarımız olmuştu. Operasyonun sonunda onlarca kişi öldü, hayatta kalan tutuklular ise F tipi cezaevlerine sevk edildi. Oysa kısa bir süre önce, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, F tipi cezaevi uygulamasından vazgeçildiğini söyleyip güvence vermişti.
Ama bizden saklananlar ortaya çıktıkça, mahkûmların ölüm orucuna gireceğinin önceden tahmin edildiği, buna karşı yapılacak operasyona yaklaşık bir yıl önce karar verildiği ve en ufak ayrıntısına kadar ta o günlerde planlandığı anlaşılıyordu.
Hüseyin Karabey, şaşırmayanlardan. Çünkü o, daha bu operasyon düzenlenmeden aylar önce, F tipi cezaevi uygulamasının yürürlüğe konacağı "Avrupa standartlarını Türkiye cezaevlerine getireceğiz. Cezaevlerimiz Avrupa'dakiler gibi olacak" sözleriyle açıklanır açıklanmaz harekete geçmişti. Avrupa'daki cezaevlerini görmek, bu standardın ne mene bir şey olduğunu anlatmak için bir belgesel film yapmaya karar verdi. Frankfurt'tan Bilbao'ya, Belfast'tan Bolonya'ya Avrupa'nın çeşitli merkezlerinde, hücreye kapatılarak sosyal ve duyusal tecride maruz bırakılmış siyasi mahkûmlarla konuştu. Sonunda "Sessiz Ölüm" adında, bir buçuk saatlik bir belgesel film yaptı. Şimdi ise bu araştırmasını kitaplaştırdı. Kitapta, uzunlukları nedeniyle filmde kullanılamayan orijinal röportajlar yer alıyor. Sessiz Ölüm, Metis Yayınları'nın, 'beyaz' ve 'steril' olanın egemenlik alanında kendi dilini dolaşıma sokamayanlara bir ifade olanağı yaratmak için yayımladığı 'siyahbeyaz' dizisinden çıktı. Sessiz Ölüm kitabında on yedi röportaj var. Karabey'in konuştuğu kişilerin birçoğu, yaşadıkları tecrit hakkında ilk kez röportaj veriyor. Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun ilk ekibinden Irmgard Möller, Bask halkı için direnişin sembolü olan Mitxel Zarazketa, neredeyse bütün yaşamı cezaevinde geçen Jim McVeigh, kendi ülkelerinin en önemli siyasi mahkûmları olarak anılıyor; çok uzun süre -ortalama 15 - 20 yıl tecride maruz kalmışlar.
Hücrede geçirdikleri yıllar hakkında konuşurken kendilerini ifade etmekte zorlanıyorlar; bu öyle bir durum ki, kendini ifade edemeyişin oluşturduğu alt - metin, tecritin asıl amacının ne olduğunu, kimi zaman röportajın kendisinden bile çok daha etkileyici bir biçimde anlatabiliyor.
Hüseyin Karabey, mahkûmlarla onların yakınlarıyla, avukatlarıyla, yardım aldıkları psikologlarla da konuşmuş. Tecridin izini sürdükçe, uygulamanın kimler tarafından nasıl gerçekleştirildiğine ilişkin ayrıntılara da ulaşan Karabey, bunlara röportaj aralarında çarpıcı görsel malzemeler eşliğinde yer vermiş. Bu bölümlerde, uygulamanın 'inceliklerinden', çocukluğu toplama kamplarında geçtikten sonra hayatını en etkili tecrit yöntemlerini bulmaya adayan bilim adamlarından bahsediliyor.
Hüseyin Karabey'in bu çalışmasının en önemli yanı, tecridin bir geri kalmışlık meselesi değil, 'uygar' ve 'gelişmiş' Batı devletlerinin de yoğun olarak uyguladığı bir yöntem, yani bir iktidar meselesi olduğunu göstermesi. Sessiz Ölüm, bu bağlamda, başka kitaplarla birlikte okunduğunda çok daha zihin açıcı olabilecek bir çalışma; özellikle, Michel Foucault'nun, iktidarın kendini gösteriş ve debdebe içinde dışa vurduğu ve gücünü bu gösterişten aldığı eski siyasal sistemden, iktidarın giderek görünmez hale geldiği modern siyaset sistemine geçişe koşut olarak 'fiziksel cezalandırma'nın yerini 'bilinci yok etme'nin almasından bahsettiği 'Hapishanenin Doğuşu' adlı yapıtıyla birlikte okunduğunda. Modern iktidarın nasıl bir gelecek hazırladığını bize önceden haber veren Kafka'nın 'Dava'sı ve 'Şato'su da, bu okuma sürecini daha da zenginleştirecek başka iki kitap.
Çok önemli bir toplumsal işlevi cesaretle yerine getiren Hüseyin Karabey'in kitabı; her türlü inkârı, yalanı, demagojiyi, bilgisizleştirmeyi, iktidar oyununu bozmak için orada duruyor. Yarın öbür gün tekrar şaşırmak istemeyenler için.