| ISBN13 978-975-342-331-1 | 13x19,5 cm, 136 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Giriş, s. 15-17 Genellikle kötülükle ilişkilendirilen tekinsizin alanı tarih boyunca iktidarın, kurumların, egemen kültürün baskısına maruz kalmıştır. Uygarlığın gelişiminin tahripkâr, ölümcül içgüdülerin kontrol altına alınmasını gerekli kıldığı süreç içinde şiddet ve kötülüğün tanımı ve uygulanması iktidarın tekeline geçmiştir. Ölümün, suçun, cinselliğin, şiddetin, kirliliğin denetim altına alınmasına kurumsallaşmış dinin, ahlakın, iyiliğin, zorun, hijyenin oluşturulması eşlik etmiştir. 18. ve 19. yüzyıllarda gelişmeye başlayan kapitalizm bu süreci hızlandırmaktan başka bir şey yapmamıştır. Kapitalizme karşı yükselen toplumcu eleştirinin sistem için sorun teşkil eden bu lanetli "kara bölgeler"i ciddiye alması umulsa da sonuç bu yönde olmamıştır. Toplumcu eleştiri gelişen bilimlerin ve Aydınlanmanın yol açtığı iyimserlikle genelgeçer bir iyilik tanımını kabul etmiş, lanetlenmiş olana hak ettiği payı vermemiştir. Bunun bir nedeni kötülük alanlarının insanların toplum halinde yaşamasına karşı tehdit oluşturabilecek yıkıcı eğilimleri içinde barındırmasıdır. Tekinsiz olgular kamuoyunca onaylanması zor, bastırılmış gerçeklerdir ve bu halleriyle gittikçe kurumsallaşan toplumcu muhalefet alanının dışında kalmışlardır. Kötülük bölgeleri sistemin kurumsal ve reformcu dönüşümüyle yetinemeyen, uç eğilimler taşıyan bireylere "yıkıcı" bir özgürlük imkânı sağlarlar. Bu bağlamda kötülük topluma güvenmeyen uç sola, politik nihilizme yakındır. Sade ve Lautreamont'un ifade ettikleri kötülük, suçu bir özgürlük alanı olarak gören Stirner ve Bakunin'inkine komşudur. Normdışı bireysel kötülük bazen varolan toplumun eleştirisini de içinde taşır. Cinsel şiddeti ve insanlığı ortadan kaldırmayı savunan Sade kurumsal kötülüğe (idam cezası) karşı çıkar, politik bir gelecek projesi olarak bir tür anarşist toplumu önerir. Başka örneklerde (Baudelaire, Genet) orta sınıf ahlakına tepki olarak gelişen kötülük mutlak bir muhalif etiğe, yüce bir iyilik noktasına ulaşmada bir dolayım işlevi görür. Öte yandan kötülük her zaman iktidar karşıtlığı olarak ortaya çıkmaz. Celine'in orta sınıfa karşı nefretiyle beslenen kötülüğü onu Nazizm'e yaklaştırır. Benzer bir tepkiyle ihaneti, mutlak kötülüğü sahiplenen Genet ilk dönem kitaplarında mutlak otoriteyi simgeleyen polise, Naziliğe prim verir. Kötülük kavramı 1960'lardan itibaren gelişmeye başlayan postmodern toplumda önemli değişikliklere uğramıştır. Yeni toplum kötülük alanlarını ticarileştirerek, kültürel çeşitliliğin, renkliliğin bir parçası, bir moda haline getirerek onların yıkıcı etkilerini en aza indirmiştir. Eskiden cinsellik bastırılırken 1960'larda başlayan cinsel özgürlük dalgasından günümüze uzanan süreç içinde "sapkın cinsellik" üzerindeki baskılar büyük ölçüde ortadan kalkmış; eşcinsellik, transvestizm, transseksüellik ve "ara cinsel kimlikler" kültürel çoğulluğun bir parçası haline gelmiştir. Eskiden ruhsal bozukluklar bir kapatılmanın konusu iken bugün neredeyse her "normal" yurttaşın bir terapisti vardır. Eski kapitalizmde kötülük tek sesli bir ana kültürün dışına sürülmüş bir alandı. Postmodern toplumda ise katı, merkezci, monolitik kültür zayıflamış, marjinallikler ve alt kültürler yeni ticari kültürel çeşitliliğin parçaları haline getirilerek şiddetlerinden arındırılmışlardır. Farklılıkları kabul etmeye dayalı yeni toplum "şeffaflığı" yaygınlaştırarak kötülüğün şimşeğini elinden almıştır. Eskinin yıkıcı felaketleri günümüzde istatistik, risk ve sigorta kategorileriyle tanımlanıp bir kayda, bir televizyon görüntüsüne indirgenmiştir. Şeffaflığın, açık ilişkilerin yaygınlaştığı postmodern toplumda donjuanlık ve röntgencilik sıradanlaşıp anlamsızlaşmıştır. Ölüm Lady Diana'nın cenaze töreninin tüm dünya televizyonlarından naklen yayınlanmasıyla, yine televizyonda yayınlanan naklen ölüm programlarıyla odalarımıza kadar girip sıradanlık kazanmıştır. Sokakta yaşayanlar ve altkültürleri kliplere, reklamlara, filmlere konu teşkil etmektedir. Tüm bunlara karşın postmodern kapitalizmin kötülük alanlarını tümüyle asimile ettiğini söylemek doğru olmaz. Gençliği ve ölmeyecekmişçesine yaşamayı mutlaklaştıran postmodern toplumun bireyi ölümü özel hayatından dışlar, yakınlarının hastanede, ondan uzakta ölmesini ister. Diğer taraftan yüksek yoğunlukta güvenliğe dayalı postmodern toplum suçluları dışlar, onlar için sayıları hızla artan hapishaneler inşa eder. İstihdam edilemeyen "artık" nüfusun çoğalmasıyla birlikte işsizler, göçmenler suçlulukla özdeşleştirilip baskı altına alınır, cinayetten tecavüze, uyuşturucu satıcılığından fuhuşa kadar tüm kötücül faaliyetler bu kesimle ilişkilendirilir. Vergisini düzenli ödeyen tüketici yurttaşların üzerinde bir yük olarak gösterilen bu "toplumsal fazlalık" her tür kötülükle özdeşleştirilir. Postmodern toplumun tüketicisinin kendinden farklı olanlarla bir arada yaşamayı kabul etmesi onların suçlu kategorisinden uzak "hoş", "otantik", "renkli" olmalarıyla mümkündür. Düzenli tüketiciler bunlara dışarıdan, fazla bulaşmadan seyirlik bir obje olarak bakabilmelidir. Bu anlamda rahatsız edici marjinalite günümüz toplumunda kabul görmez. Bu kitaptaki denemelerin bazılarının yazım tarihi on dört yıl öncesine kadar gidiyor. O günlerden bu yana görüşlerimde değişiklikler oldu. Eskiden olumsuzu, tekinsizi neredeyse mutlaklaştırarak benimsiyor, bu konuları "içerden" bir dille anlatıyordum. Bugün hiçbir şeyi mutlaklaştırmamak gerektiğini düşünüyorum. Tarih boyunca bir ölçüde sistem eleştirisini içinde barındıran sivil kötülük alanları 1980'lerden sonra sistemin ürettiği kolektif cinnetin parçaları haline geldiler. Kötülük sistemle zıtlaşan etik değerlerle bağlantısını, "masumiyetini" gitgide yitirdi, "kötülük için kötülük", "seri kötülük" eğilimi ağırlık kazandı, kurumsal kötülük sivil kötülükle iç içe geçti. Bu nedenlerle şiddeti görece de olsa onaylayan bir yazımı bu kitaba almadım, bazı yazılarda küçük değişiklikler yaptım. Ancak yazıların ana yapısını değiştirmedim çünkü bu belki bazı yazıların yeni baştan yazılmasını beraberinde getirecekti; bunu göze alamadım. Bu bağlamda röntgencilik ve Don Juan üzerine olan yazıların erkek bakışının izini sürerek yazıldığını söylemeliyim. Tüm bunlara karşın kitaptaki yazılar bir bütün olarak ele alındığında kötülükle arasına mesafe koyan, anti-otoriter bir yaklaşımın ön plana çıktığını sanıyorum. |