Tanıl Bora, “Medyanın ‘Dervişizm’ merakı”, Medyakronik, 2 Temmuz 2001
Başbakan Ecevit, Telekom krizi final turunda, hükümetin uyumunu bozmak isteyen “kimi çevrelerin” hışmına karşı MHP’yi korumayı öncelikli sayarak, Kemal Derviş’i biraz öteleyen bir jest yapmış oldu. (“Kimiçevreler”, “belirlikesimler”, Ecevit’in o duru Türkçe’sinin siyasal dilimize armağan ettiği terimlerdir. Müphemdirler; tartışmanın/”irdelemenin” önünü kapatan bir çocuksulukla, gayet katı ve suçlandırıcı bir iyiler-kötüler ayrımını tamim ederler.) Oysa Kemal Derviş, eninde sonunda DSP’nin yakını sayılıyordu. Kişisel olarak Ecevit’e yakınlığı, en azından ona özel bir bağlılık duyduğu şüphe götürmezdi.
Şahsî yakınlık bâkî kalabilir; ama son Telekom raundunun, Kemal Derviş’in bir “dördüncü ortak”, bir ayrı “parti” olarak belirmesinde yeni bir merhale teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Bu merhalede büyük medya, Kemal Derviş Partisi’nin açık destekçisi olarak göründü. Başından beri de öyle zaten. Büyük grup gazeteleri ve çok izlenen televizyonlar, Türkiye’ye gelişinden itibaren Derviş’in başının üzerine bir “kurtarıcı” hâlesi kondurulmasında başrolü oynadılar. Köşe yazarlarının Kemal Derviş’e yönelik eleştirileri, terbiyevî uyarılardan, nasihatlerden, “çakallara” karşı taktik verme niyetinden ileri geçmedi; olsa olsa, “yedirirler mi yahu!” karamsarlığına gitti.
Medya, Kemal Derviş’in şahsında neye sahip çıkıyor? Neoliberal programın derinleştirilmesine, ekonomik deregülasyona, böylelikle global iktisadî döngüye kuvvetli ve iddialı bir biçimde katılma hedefine sahip çıkıyor. Medyanın, piyasa rasyonalitesine “şüphesiz o her şeyi bilendir” gözüyle bakmakta, bu görüşü ballandırmakta ANAP’tan ileri olduğunu yinelemeye gerek yok. İlâveten, global ekonomik düzene uyum sağlamak için neoliberal deregülasyondan geçerken, altta kalanların da gözetilmesi gibi bir sosyal endişeye sahip çıkılıyor Derviş’in şahsında. (Bunun aslı, Millî Güvenlik Kurulu’nun da dillendirdiği, “sosyal patlama” tehlikesinden duyulan endişedir.) “Sosyal piyasa ekonomisi” söyleminin de bir adım ilerisinde, sosyaldemokrat müşteri/müvekkil tabanının taleplerini ona uyarlayarak neoliberal programı rasyonelleştirmeye soyunan neo-sosyaldemokrasinin nicedir aranan yerli temsilcisinin Kemal Derviş olabileceği umuluyor. Tabiî Kemal Derviş’in şahsında bir de, medyanın yaklaşık on yıldır etrafında dans ettiği “temiz toplum/temiz siyaset” putuna, kayırma ilişkilerinden, “oy hesaplarından”, popülizmden soyunmuş, “arı-duru” politikaya sahip çıkılıyor. Büyük basının bir köşeciğinde Medyakronik’ten hemşehrimiz (site de şehir demek ya!) Nuray Mert’in ısrarla söylediği gibi, teknokratikleşmiş, idareye indirgenmiş bir apolitik-politika özlemi dışavuruyor burada. Şunu da ekleyebiliriz: Medya, Kemal Derviş’e, alaturkalıklarımızdan arınmanın, şehirli, modern, medenî / Batılı olmanın kılavuzu olarak sahip çıkıyor. (Bu “Beyaz Türklük” reklamının kötü yan etkisi, Derviş’i “ecnebi” olarak horlayan milliyetçi-muhafazakâr popülizmi tahrik etmesidir – bu siyasal mezhebin zaten tahrik gücüyle çalıştığını biliyoruz.)
Büyük basının ve televizyonların Kemal Derviş’e, belki daha doğrusu, ona yükledikleri bu misyonlara sahip çıkışı, bir endüstriyel kompleks olarak medyanın çıkarları ve ideolojik konumu açısından normaldir, tutarlıdır. Fakat sadece bu angajmana bağlı manipülasyon gayreti değil, -elbette doğrudan buna da bağlı olarak- gazeteciliğin temel saiklerinden uzaklaşmış olmaklığı da, medyanın Derviş’le ilgili haber, malûmat ve imge üretimini sakatlıyor. Belki bizzat kendi Dervişizmlerine de zarar veren bir sakatlık bu!
Kemal Derviş’e atfedilen politik programın (neo-sosyaldemokrasi) global çerçevesi, örnekleri, benzerleri hakkında bir şey yok, medyada. Bu programın Türkiye’ye uyarlanabilirliğine, muhtemel taşıyıcılarının kimler olabileceğine dair bir şey yok. Kemal Derviş’in niyeti, hedefleri hakkındaki duyumları ve kestirimleri “realiteyle” tartan bir meraklı bakış yok. Sosyal ve politik alâkalarla parlayan bir gözden öte, sadece siyaset kulisine bakan fetbaz göze de perde inmiş; siyaset muhitlerinde biraz genişçe bir ahbap çevresi olanların kulağına Derviş’in çevresindekilerin “zemin yoklama” çalışmalarına dair duyumlar geliyor da, koca medya ordusuna gelmiyor sanki! Bunların yerine ahbap muhiti dedikoduları var, anılar var. (Derviş’in geçmişteki “durumlarına” ilişkin gazetecilik işlerine sözümüz olamaz, örneğin Hürriyet’te Faruk Bildirici’nin çalışması doğru düzgün bir röportajdır. Ama bu röportajları rüya tabiri gibi tefsir etmeye çalışarak suyunu çıkarmak, gazetecilik değil!) Doğrudur, post-‘lar çağının politikası örgüt ve fikir değil imge ve medya temsili istiyor... ama bu kadar rabıtasızlık da fazla değil mi?
Medyanın Kemal Derviş “konusunu” nasıl “işlediğini” liğme liğme edesiye inceleyen bir kitap var: Sefa Kaplan’ın Kemal Derviş- Bir “Kurtarıcı” Öyküsü, Metis Yayınları, 312 sayfa. Metis’in, Ruşen Çakır’ın editörlüğünde yürüyen Siyahbeyaz dizisi, “özerk, bağımsız ve araştırmacı gazeteciliği teşvik etmek” amacını güdüyor. Metis-Siyahbeyaz kitaplardan çoğu, yine dizinin harekât planında yer alan “medyanın genelinde haber olamayan ya da medyaya eksik, yanlış ve çarpıtılmış bir şekilde yansıyan kişi, olay ve temalara, kendilerini kamu önünde ifade olanağı yaratmayı ve bu yola toplumun haber alma hakkını ve olanaklarını geliştirecek katkıda bulunmaya” hizmet eder mahiyetteydi. Kemal Derviş kitabının mümeyyiz vasfı ise, sağlam bir medya eleştirisi olması. Tekrar vurgulayalım: Kitap, Derviş üzerine değil, esasen Derviş’in –adı üstünde, bir “kurtarıcı” olarak– medyada temsil edilişi üzerine. Burada temsil kavramını iki anlamda kullanıyorum: Hem “sunum, takdim” anlamında, hem de “vekâlet etme” anlamında!
Kitap gerçekten hayranlık uyandıran bir çalışkanlığın ürünü. Derviş’in semâlarımızda zuhurundan yalnızca 3-4 ay sonra, medya arşivini tüketerek, ayrıca özel söyleşilerle ve “Mesih”in bazı eski konuşmalarıyla zenginleştirerek, üstelik gazeteci dilinin klişelerine iltifat etmeden, iltifat etmemek ne kelime, onlarla mahsus dalgasını geçerek, üslûplu, güzel yazılmış bir kitap çıkarmak, hürmete şâyandır. (Sefa Kaplan’dan bunu beklemeye hakkımız vardı zaten, zira kendisi o yavan klişeyle “gazeteci-yazar” değil, gazeteci ve ayrıca yazardır!) Dil / üslûba özellikle değiniyorum, zira Sefa Kaplan’ın bu kitapta mükemmelen örneklediği medya eleştirisinin önemli bir unsurunun da, medya diliyle, klişeleriyle cebelleşmesi olduğunu düşünüyorum. Didaktik olmaksızın, mizahla yapıyor bunu. Bu güzel yazılmış kitabı zevkle okurken duyduğum tek rahatsızlığını da saklamayayım ki, övgümün sahiciliği pekişsin: Kitap bir devrik cümle şelâlesidir; bazen ıslandım, yoruldum.
Kitabın esasen medya eleştirisi olduğunu söylemekle beraber haksızlık etmeyelim: Kemal Derviş- Bir “Kurtarıcı” Öyküsü, Kemal Derviş’in kariyeri, geçmişi, yönelimleri, kişisel özellikleri hakkında da, daha fazlasını hiçbir yerde bulamayacağımız kadar malûmat içeriyor. Derviş’le bir politik ve düşünsel arayışı paylaşmış arkadaşlarıyla (Asaf Savaş Akat, Ali Bayramoğlu, Cem Boyner, Cengiz Çandar, Nilüfer Göle, Şerif Mardin) yapılmış söyleşilerde, önemli gözlemler ve yorumlar var. Kitabın –nasipse– yeni baskılarıyla ilgili bir öneride bulunmak haddini aşmak sayılmazsa... Hepsi umumî bir siyasal yöneliş ortaklığını paylaşan bu “yakın çevre”ye ilâveten, iki söyleşi kalemi daha düşünülebilir mi? Birincisi, onunla yöneliş ortaklığı içinde olmayan, hatta tercihen eleştirel bir iktisatçıyla (mümkünse bir ekonomi-politikçi), hasmâne bir polemiğe savrulmadan, Derviş’in ekonomi-politik görüşünü, duruşunu analiz eden bir söyleşi... (Muhtemelen onun ‘70’lerini de bilen, muhtemelen politik açıdan fazla eleştirel de olmayacak ama prensip itibarıyla “kontra” konuşan bir isim olarak Yahya Sezai Tezel olabilir mi örneğin? Ya da açıkça eleştirel, ama kimsenin “ezbere konuşuyor” diyemeyeceği ve Türkiye’deki “sol tandanslı iktisatçı” muhitinin ve buradaki değişimin ruhunu bilen Korkut Boratav...?). İkincisi, medyanın Derviş konusunu “işleme” pratiğini içerden değerlendirecek bir gazeteciyle söyleşi...