Selim İleri, “Beckett'in Proust'u”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2001
Kitap dergilerini, kitabevi vitrinlerini takip etmeme karşın yayımlanan kitaplardan çoğu kez habersiz kalıyorum.
Kadıköyü Çarşısı'ndan Mühürdar'a hızlı hızlı yürürken, solda bir vitrinde, Samuel Beckett imzalı Proust 'u şaşırarak gördüm. Randevuma o kadar geç kalmıştım ki, kitabevine girip eseri edinemedim.
Ancak birkaç gün sonra Simurg'a uğrayabildim; Proust artık benimleydi.
Sonbaharın erken bastırdığı akşamüzeriydi, geçen hafta çarşamba günü. Yağmur yağıyordu, hava serinlemişti. Aylak geçecek bir iki saatim vardı. Kafe-bar'lardan birine girdim, saat altı buçuk filan, içimde hep aynı yıkkınlık.
Barın çevresinde toplaşanlar, Amerika'nın başına gelenlerle futbol konuşuyorlardı. Kitabımı okumaya koyuldum; sesler eridi.
Orhan Koçak 'ın özlü ''Sunuş'' undan Proust monografisinin, Beckett'in yayımlanmış ilk kitabı olduğunu öğrendim. Samuel Beckett, ben yaştakilerin gençlik yıllarına derinden ses yöneltmiş bir yazardır. Mutlu Günler adlı oyununu çok severek okumuştum. Başka yapıtlarından aynı tadı aldım mı, bilemem. Ama Beckett edebiyatseverler arasında çok ünlüydü.
Proust monografisini okudukça –hiç değilse bir buçuk saat...– içimdeki sıkıntı, yıkkınlık geçer gibi oldu. 1930'larda yayımlanması, aradan geçen onca zaman, monografinin eleştirel yaklaşımını gündem dışı bırakamamış. Şu saptayım irkiltiyor:
''Proust'un zayıf bir belleği vardı – tıpkı etkisiz bir alışkanlığı olduğu gibi, çünkü etkisiz bir alışkanlığı vardı. Belleği güçlü adam hiçbir şey anımsamaz çünkü hiçbir şey unutmaz.''
Proust ise hep hatırlamaya çalışır, yani Marcel, yani anlatıcı...
Yağmur devam ediyordu. Camlarda iri iri damlalar, su yolları. Kafe-barın arkasındaki küçük bahçede ıslak sarı yapraklar. Bunlar hepsi bana hüzün verecekken, Geçmiş Zaman Ardında'yla haşır neşir olduğum günlere kaçıverdim.
Galatasaray Lisesi'nde öğrenciydim. Proust'un Livre de Poche yayını bir iki kitabını eveleye geveleye okumaya çalışıyordum. Kırka yakın yıl geçti herhalde. Sonra Yakup Kadri'nin çevirisiyle karşılaştım: Swann'ların Semtinden. Bir romancıya, hem de usta bir romancıya yaraşır bir önsöz yazmıştı Yakup Kadri. Bu önsözü arada bir hâlâ okurum.
Beckett'e gelince, hemen herkesin ayılıp bayıldığı Proust tarzı “zamanı geri getirme“ meselesine bambaşka bir açıdan bakmış. Pek de itiraz edemiyorsunuz...
Güzel kitaplar –Başka nasıl niteleyebilirim?–, güzel yazılar umarsız zamanlarımızın tek kılavuzudur. Onlara kapılıp gittikçe kendimizden kurtuluruz. O güz başlangıcı akşamı da öyle oldu. Beckett'in Proust'una ne çok şey borçlu olduğumu düşündüm.