Olivier Roy, "Türkçe Basıma Önsöz", 2000, s. 7-9
18 Şubat 2000 parlamento seçimleri başkan Hatemi'nin çevresinde toplanan reformculardan oluşmuş koalisyonun kesin zaferiyle sonuçlandı. Bu zafer sadece muhafazakârlara karşı değil, aynı zamanda eski başkan Rafsancani gibi bir üçüncü yol tasarlayanlara karşı da kazanılmıştır. Parlamentoya yeni seçilen isimler arasında Hatemi'nin kardeşi ve 1999 sonbaharında "yeni bir teoloji"den yana olduğu için mahkûm edilen Hüccetülislam Kadivar'ın kız kardeşi de vardır; Rehber Hamaney'in kardeşi de reformculardan yana olduğu için seçilmiştir. Buna karşılık Rafsancani'nin kızı Faize Haşimi babasını desteklediğinden seçilememiştir: seçmenler kesinlikle başkanın çevresindekilere ve İslami rejimden çıkış yanlısı bir tavır içinde olanlara oy vermişlerdir. Dolayısıyla kitabımızda incelediğimiz dipten gelen hareket siyasal planda kesin biçimde göstermiştir kendini. İran'da demokrasi, üstelik İslam devriminin kendi kurumlarına dayanarak yavaş yavaş yerleşmektedir ve bu yerleşme yeni bir devrime ve karşı devrime gerek kalmadan gerçekleşmektedir.
Bu seçimler demokrasi ve laiklik arasındaki ilişkileri ilginç biçimde aydınlatmaktadır. Demokratikleşme acil bir sekülarizasyona gerek duymamış ama sonuçta bu sekülarizasyonu getirmiştir. Müslüman dünyasına verilmek istenen mesaj açıktır: Cezayir modelinin tersine, laiklik adına demokraside kısıtlama yapılamaz.
Bu durum aslında seçim propagandalarının daha başında belliydi. Muhafazakârlar ve liberaller arasındaki sert polemiklere rağmen, Muhafızlar Konseyinin tanınmış liberal adaylara kısıtlama getirme çabalarına rağmen, seçim propagandalarında İslam bekleneceği gibi öne çıkartılmamıştır. Muhafazakârlar hiçbir zaman İslam'ın tehlikede olduğunu dile getirmemişler, liberaller de inandırıcılıklarını din terminolojisini kullanarak göstermeye gereksinim duymamışlardır.
Seçimler ruhban sınıfının siyaset sahnesinden çekilme sürecini hızlandırmıştır. Birinci turda milletvekili seçilen molla sayısı İslam Cumhuriyetinin kuruluşundan beri en düşük seviyesine inmiştir. Sözgelimi ünlü muhafazakâr Mehdavi Kani gibi önde gelen din adamları seçim kampanyası süresince suskun kalmışlardır. Aralarındaki bölünmelere ve farklı tavır almalara rağmen yüksek ruhban sınıfı siyasal kozlara karşı her zaman açık şekilde mesafeli davranmıştır. Muhafazakârlar seçim propagandalarında daha çok düzenden, aileden, ekonomiden ve milliyetçilikten söz ettiler. Rehber Hamaney'in 1997 seçimlerinden sonraki tutumu biraz bulanık hatta zaman zaman düşmanca olmuştur; ancak başkan Hatemi 1999 yazında muhalif eylemci öğrencilere karşı çıkınca ve böylelikle Reformcu hareket anayasanın tanınması konusunda güvenceler verince Hamaney de Reformcu harekete tavır almaması gerektiğini yavaş yavaş kabul etmiştir. Hatemi Temmuz 1999'da sokağa dökülen öğrencileri kınamış ama öğrencilere baskı yapan polis şefinin görevden alınmasına izin vermiş, keza Aralık 1998'de entelektüellerin öldürülmesinden sorumlu gizli servis ajanlarının tutuklanmalarına yeşil ışık yakmıştır. Ayrıca seçimlerden hemen önce de Tahran eski belediye başkanı Kerbasçi'yi bağışlamıştır.
Ama dinsel referansın silinmesi olgusu, sözgelimi tek düşüncesi siyaset sahnesinden kesinlikle çekilmek ve siyasetle dini ayırma konusundaki düşüncelerini hayata geçirmek olan Soruş gibi reformcu İslam entelektüellerinin suskunluklarına yansımasıyla da çarpıcıdır.
Dolayısıyla, kesin din referanslarının bir yandan İslam ve İran'ı öte yandan da tüm İranlıları özdeşleştirerek ("İran bütün İranlılarındır" sloganı çok tutmuştur) söylemleri süslemiş olmasına rağmen, İslam, gerçek tartışma içindeki yerini almamıştır hiçbir zaman: bu durum kesinlikle sekülarizasyonun, içinde demokrasinin somut uygulamalarının bulunduğu bir sekülarizasyonun yürürlükte olduğunun kanıtıdır. Ruhban sınıfı her zamankinden daha çok bölünmüş durumdadır ve gelenekçiler sonunda, ruhban sınıfının siyasal yaşamdan çekilmesinin daha doğru olacağı düşüncesini benimsemişlerdir. Paradoksal bir başka sonuç da demokrasinin, temelde muhafazakâr bir İslam'la birlikte yürüyebileceği ama ideolojik bir İslam'la birlikte olamayacağı düşüncesidir. Şimdi gündemde olan, din ve siyaset alanlarının nasıl sınırlanacağı sorunudur. Yeni paylaşımın en önemli sorunu Rehberlik kurumudur. Rehber İngiltere ve İskandinav ülkelerinde olduğu gibi gönüllü olarak daha sembolik bir işlev yükleyebilir kendine. Bugünkü anayasa mükemmel biçimde toplumun demokratikleşmesi yönünde işleyebilir.
Nihayet seçimler aynı zamanda bizim kitabımızda göstermeye çalıştığımız önemli olguların varlığını da doğrulamaktadır. Bunlardan birincisi İran toplumunun giderek homojenleşmesidir: son seçimlerde kırsal kesim ve taşra kentleri seçmenleri başkent seçmenleri gibi oy kullanmışlardır. Reformcu oylar köylere sıçramıştır. Öyle görünüyor ki daha yaşlı kuşakların ve ticaret erbabının da oy tercihi reformdan yana olmuştur. Yeni parlamenterler kişisel iktidar ağlarına bağlı değildirler o kadar, taşra ağırlığını başkentten daha fazla hissettirmektedir. Ama bu arada devletin meşruiyeti de son derece güçlü biçimde hissettirmiştir kendini. İran toplumu demokratikleşerek siyasallaşmıştır. Demokratikleşmekte olan devlet aynı zamanda yayılan, topluma nüfuz eden, daha güçlü ama daha az otoriter bir devlettir.
Ahlaki kuralların reddedilmesi, çoğulculuk istekleri son derece açık ve belirgin biçimde göstermektedir kendilerini. Bu seçim aynı zamanda çarşafın ve ahlaksal zorlamaların reddedildiğini de göstermiştir: dayatmacı İslamlaştırmanın son belirtilerini de ortadan kaldırmak için günlük yaşamın denetlenmesini hafifletmek amacıyla somut önlemler getirmek gerekmektedir şimdi. Geriye iktisadi ve toplumsal sorunlar kalıyor: liberalleşme, özelleştirme, yabancı sermayeye açılma toplumsal gerilimleri artırma risklerini de taşır kesinlikle. Muhafazakârlarla liberalleri karşı karşıya getiren belli başlı iki ekonomik tercihten birini benimsemek gerekmektedir: yönlendirilmiş, himaye edilen ve petrol rantıyla ayakta duran bir ekonomi ya da açık, girişimci bir sınıfın (Türkiye'deki gibi) oluşmasına olanak sağlayan ve dış sermayeye açık bir ekonomi.
Demokratikleşme sürecinin arkasından er geç normalleşme süreci gelecektir. İstisnai İran'ın sonu mu olacaktır bu? Yani önünde arkasında bir sıfata gerek olmaksızın bir demokrasi mi çıkacak ortaya, yoksa İslam ve demokrasi arasında özgün bir oluşuma mı tanık olacağız? Süreçte ortaya çıkabilecek bunalımlara rağmen gidilen yön kesinlikle sıfatsız demokrasidir.