| ISBN 975-342-127-3 | 13X19,5 cm, 168 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Elisabeth Schemla, Önsöz, s. 9-10 Halide Mesudi'yle, 1994 Temmuzu'nda ilk kez karşılaştığımda ondan çok etkilendim. Kısa süre önce başkent Cezayir'de yapılan demokratik bir gösteride patlayan bombayla bacağından yaralanmıştı, ve hiçbir direnişçinin yabancısı olmadığı o zaaf anlarından birini yaşamakta olduğunu hissettim. Cezayirli kadınların yaşadıkları yalnızlık ve acılara dünyanın kayıtsız kaldığına inanmaktaydı. Yüzünün savaşçı soyluluğu, o gün bana söylediklerini daha da güçlendiriyordu ve birkaç hafta sonra benimle yaptığı, Le Nouvel Observateur dergisinde yayınlanan, kavgasıyla ilgili önemli söyleşi, başlığını oradan aldı: "Türban bizim sarı yıldızımızdır." Müslüman âleminde, yobazların ülkenin iktidarını ele geçirmelerine engel olmak için sonuna dek mücadele etmeye kararlı bir feministe oldukça ender rastlanır. Her direniş sağlam bir karakter ve güçlü inançlar gerektirir. Bu söyleşiler okunduktan sonra, İslam ülkelerinde bir kadının İslami bir devletin kurulmasını reddetmek, Allah adına vahşet yapanlara karşı çıkabilmek için ne kadar azimli, inançlarına ne kadar bağlı ve kendini feda etmeye ne kadar hazır olması gerektiğinin daha iyi anlaşılacağını umuyorum. Hele bu kadın direnişini, ölüm tehditlerine rağmen ülkesini terk etmeden sürdürüyorsa, saydığım bu özelliklerin ne boyutlarda olması gerektiğine varın siz karar verin. Halide Mesudi, kadınların –yobazlığın mutlak kurbanı olan ve azınlık muamelesi gören o çoğunluğun– özgürlüğü adına direnişe geçti. Bazı durumlarda ayakta kalmaktan çok, sinmeye yol açabilen demokrasiye bağlılık tuzağına düşmeden seçim sürecinin durdurulmasını savundu. Bu köktenci tavır (radikalizm) –gerçekten de öyle, ancak yüce bir köktencilik bu– Halide Mesudi'nin kötü anlamda "kök kazıyıcı" olmakla suçlanmasına yol açtı. Bu terim, tek silahı sözcükler olan Mesudi'nin gemleyemediği bir öfke ve üzüntü duymasına yol açıyor. Laiklik ve cumhuriyete olan kesin bağlılığı, Cezayir'de bir hukuk devletinin kurulması ve yurttaşlık kavramının yerleşmesi yönündeki ısrarı görülünce, bu duygularını anlamak zor olmayacak. Mesudi bu konularda ısrar ederken, karmaşık kimliğini oluşturan ögelerden hiçbirini de inkâr etmiyor: Gerçekten Halide, hem Cezayirli hem Berberi, hem Müslüman hem akılcıdır ve öyle kalmak istiyor; aynı anda hem Şaabi hem de Rai müziğine vurgundur ve Arapça'yı, Fransızca ve Berberice kadar iyi kullanmaktadır. Gene de ben onun, her tür uzlaşmacının ona yakıştırdığı sıfatı onurla sahiplenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu sıfat bir gün suçlama olmaktan çıkıp onun için bir övünç nedeni olacak. Tarih, günü geldiğinde, daima ateist ya da dinci totalitarizmi reddedenlerin haklılığını teslim eder. Kendi adıma ben, bizim kendimiz için yüceltmekten vazgeçmediğimiz değerleri savunan kadın ve erkeklerin neden kendi kültürlerine yabancı sayılıp parmakla gösterildiklerini anlayabilmiş değilim. Ve hele kendi kaderlerine terk edilmelerini hiç anlayamıyorum. Cezayir tutkusu Fransa'yı yeniden sarmaya başladı. Ne var ki, otuz üç yıldır, çeşitli nedenlerle Cezayir'i gözden ırak tuttuk. Bugün orada yaşanan trajediyi eski düşüncelerimiz ya da eski heyecanlarımızla yargılamamız büyük bir hata olur. Benden bu istekte bulunduğunda, dostluğu benim için çok değerli bir armağan olan Halide Mesudi'yle bu kitabı yapmayı hiç tereddütsüz kabul ettim. Halide, ülkesiyle yaşıt ve o ülkeyi anlatmak için şimdi söz onda. |