ISBN13 978-975-342-115-7
13X19,5 cm, 184 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Tanıklık, "Zeynep"(*), s. 11-15

Eşimi ilk tanıdığım zaman onbeş yaşındaydım ve okula gidiyordum. O benden yaşça büyüktü. Okulda bir kavga ettik, ondan sonra başladı arkadaşlığımız. İki sene nişanlı kaldık, sonra evlendik. Nişanlılık zarfında onu tanıdığımı zannetmiştim, ama yaşım da küçüktü, tanıyamamışım. Şimdi düşünüyorum da, onda o zaman da birtakım bozukluklar varmış. Şimdi sağlam kafayla düşünebiliyorum, o zaman normal gelmişti o hareketler. (...) İlk evlendiğimizde memurdu. Aynı zamanda yüksek meslek okuluna gidiyordu. Kendi mesleğini pek yapmadı. Okulunun yüksek bölümünü okumak için İskenderun'dan İstanbul'a geldi. Sonra zorunlu olarak biz de geldik.. İskenderun'daki hayatımız daha iyiydi. Buraya geldikten sonra bozuldu. Bu bozulma aniden oldu. Hiç eve gelmemeye başladı. Dayak başladı. Kıskançlık başladı; başlarda hiç konduramıyordum. Psikolojik sorunu var, bir derdi var diye algılıyordum. Ama bizim evin dışında başka bir hayata başlamış. Benim yaşım küçüktü tabii, bilemiyordum. Daha iyi davranıyordu bazen, susturuyordu beni. (...) İlk önce 1982'de başladı dövmeye, yani el alışkanlığı o zaman başladı. Önce arada sırada dövüyordu, pek önemsemiyordum. Aslında önemliymiş. O zamanlar önemseseydim bu hale gelemezdi belki. Ama yapabileceğim bir şey yoktu, içinde yaşadığım topluma göre normaldi bunlar, ben de öyle zannediyordum. (...) Sevdiğimi sanıyordum. Beklerdim, sebebini araştırırdım o zamanlar. Hiçbir sonuç alamadım, yine dayak yedim susturulmak için. Şimdi bakıyorum da, ben deli miymişim diyorum! Sürekli beni aşağılıyordu: "Dayağı hakkettin, sen aciz bir insansın, dayağı hakkediyorsun, sen bir erkeğin desteği olmadan ayakta duramazsın. Erkek olmadan bir şey yapamazsın, hayatta kalamazsın." Normalde kendine güveni olan bir insan olduğum halde, benim de kafama öyle yerleşti.

1990'dan itibaren çok şiddetli dövmeye başladı. Ondan önce de vardı dayak ama azdı. '90'da ilk büyük dayak olayından sonra komalık oldum. Hiçbir suçum yoktu. Kayıt için kızımı okula götürmüştüm. O benim başka erkeklerle çıktığımı zannetmiş. Nereye gittiğimi tek tek ispatlayabilirdim; söyledim de, inanmadı, feci şekilde dövdü. O zaman yirmi beş gün hiç kalkamadım yerimden, her yerim çürük, kırık içindeydi. Utandım, söyleyemedim hiç kimseye. (...) Kendinden yaşça büyük kadınlarla düşüp kalkıyordu. Bu... bilmiyorum niye. Belki benim malım olarak görünsün diye, kimse bakmasın diye mi bilmiyorum, hep öyle kadınları seçiyordu. Belki annesiz büyüdüğü için o yaşlı kadınları anne olarak görmüş olabilir, onu bilemeyeceğim. Sonunda o kadınlardan birini evime getirdi. Beş sene evimde ben onlara hizmet ettim. O kadının yanında da dayak atıyordu, adi kelimeler kullanıyordu, ağıza alınmayacak şeyler. O kadın benden yanaymış gibi duruyordu, ama için için gülüyordu, belliydi yani. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Ailem ayrılmamı istemiyordu ki. (...) Belimi kırmaya çalışırdı, başıma vururdu genelde ve o gün bir yere gitmişsem, gece başıma vurarak beni kaldırırdı ve sorgulardı. Tıpkı polis nasıl bir insanı, bir suçluyu sorgular, o da beni öyle sorgulardı. Dayanacak halim kalmamıştı. (...) Derdim ki en kötü yer Birinci Şube; halbuki Birinci Şubeye gitsem herhalde ancak bir-iki gün çekerim. Ama benim derdim senelerce hallolmadı. Bir keresinde yine döverken bağırmaya başladım. Gazetede daha bir-iki gün önce okumuştum, "Dayak yersen korkma, bağır!" diye bir yazı vardı, ondan cesaretlendim. Büyük bir sehpa vardı, aldım cama vurmak üzere, o zaman utandı. Bu kadın hiç seslenmezdi, bağırdı, diye. "Sus, ben seni doktora götüreceğim," dedi ve bıraktım sehpayı. Polisler falan geldi o ara. O içeriye kaçmış, ben yukarı kata çıktım canımı kurtarmak için. Her yerimden kan akıyordu zaten. O kanları gördükçe daha da korktum.

Karakola gittik önce, karakoldan "Yüzün dikilsin öyle gel," dediler. Yaşam Hastanesi yakındı. Önce yüzüm dikildi. Polisler ifademi almaya yanaşmıyor, oyalamaya çalışıyorlardı. Tabii ondan taraf oldular, benden taraf olmadılar. İşte raporun kalsın, siz barışırsınız, çocuklarınız var, diyerek beni sustumak istediler. Beyim onların kollarının altına girdi, onlara bir şeyler dedi. Komiser, "Bir daha döverse ben onu döverim," dedi. Ayrıldık oradan. (...) Daha önceleri de bir kere rapor almak için adli tıbba gitmiştim. Ben o raporu alırken adli tıpta doktor bana, "Ben de karımı dövüyorum," dedi, alaylı alaylı. Hem de yaşlı bir doktor. O öyle deyince, "Yazık," dedim. "Adli tıpta koskoca doktor bunları derse, cahil kesim, okumamış insanlar her şeyi yapar, biz kadınların bu yediğimiz dayak az bile," dedim. Öyle dedikten sonra "Tamam, tamam," dedi. Zannedersem 10-12 günlük rapor vermeleri lazımdı, 5 günlük rapor verdi. Yani öyle şeylerle de karşılaştım. O raporu ben götürdüm, verdim karakola. Sonra korktum. "Bunu içeri alırlar, çıkar geri döner. Daha kötü döver..." diye. Çünkü arkamda bir tek insan yoktu, korktum. İşlemden çektirdim onu tekrar. (...) Ailem kesinlikle ayrılmamı istemiyordu. Kocam çalışmamı da istemiyordu. Çok para kazanıyordu ama sürekli dert yanıyordu. İşte "Sizin yüzünüzden çalışıyorum, para yetiştiremiyorum, hepsini harcıyorsunuz," diye. "O zaman bırak, ben kendim çalışayım," diyordum, kabul etmiyordu. Sürekli her gün dayak, iftira, sorgulama, ne bileyim ben, alçaltıcı şeyler.

Sokağa çıkma yok, kimseyle konuşmamı, görüşmemi istemiyordu, beni tek başıma bırakmak için. İnsanlar bana akıl verirler diye korkuyordu. (...) Artık robot haline gelmiştim. Akşam aynı soruları soracak diye gündüzden aynı cevapları bir kaset gibi hazırlıyordum beynimde. Şunu söylerse, bunu söylerim, bunu söylerse bunu söyleyeceğim, papağan gibi tekrarlardım aynı şeyleri. Nefret ediyordum bütün kelimeleri her gün sıralamaktan. (...) Yani bir robot gibiydim, sadece yemek yiyen, yemek pişiren ve evde hizmet eden bir robota benzetiyordum kendimi. Duyarsız, duygusuz bir yaşam. Kadın olduğumu da unuttum. Kendimi göremiyordum hiç, ruh gibiydim. Yani insan olduğumu unuttum. (...) Konuşma bozukluğu çekiyorum.. Yaşadıklarımın etkisi. Bu konularda çekiyorum, başka konularda çekmiyorum. (...) Düşünmemek için sürekli kitap okurdum, dergiler alırdım. O kitaplara kendimi verirdim, o gece olan olayları pek düşünmezdim. Düşünseydim belki daha dengesiz olabilirdim. Dayağa karşı hiçbir çare göremiyordum.

Anneme söylediğimde, annem, "Kızım, baban da aynı şeyleri yapardı," dedi. "Sen beni kendinle karşılaştıramazsın," dedim. "Ben nasıl çocuğumu kendimle karşılaştıramazsam, sen de beni kendinle aynı kefeye koyma, senin devrin eski devir, ben orta devir, çocuğum yeni devir. Ben istemiyorum öyle kocayı," dedim. Aslında o çevresinden utanıyordu. Kızı boşanmış dedirtmemek için... İşte komşular, akrabalar. Kız kardeşim de ayrılmama karşı gelmişti. Onun için ayrıldıktan sonra ailemi aramadım hiç. Ayrıldım, tek başıma kaldım, tek arka çıkan insan yok. (...) Boşandık ama o dedi ki, "Boşandığımız halde bir müddet beraber yaşayalım". Boşanırken hakim evin yarısını bana, yarısını ona verdi. O da çıkmadı evden, ben de çıkmadım. Sonra aynı evde çocuklarla beraber yaşamaya başladık. Biri on dört, diğeri dokuz yaşında o zaman. Beyim aslında çok kurnazdı, çocukların yanında bir şey belli etmezdi, iyi baba imajı verirdi. Onlar yatınca olurdu olaylar genelde. Ben de çocuklar okula gidiyor, moralleri bozulmasın diye pek ses çıkarmazdım. Babalarını seviyorlardı ama korkuyorlardı. Sevgi ayrı, korku ayrı, çocuklar babalarına hiçbir şey söyleyemiyorlardı. Çocuklar bırakmıyordu beni, "Sen gidersen biz de gideriz," deyince ayrılamadım. Çocuklar bunalıma girmişti, dersleri zayıf olmuştu. Çalışmaya başladım. İşten ayrılmamı istedi, "Ben senin için gelmedim, ben çocuklar için geldim, ama çocuklar için bile olsa işten kesinlikle ayrılmam," dedim. Hatta bana para bile teklif etti, "İşyerinde aldığın paranın iki katını veririm. Sen yeter ki evde otur," dedi. Onu da kabul etmedim. Yani bana başka baskılar yapmaya başladı. Yine de belki bir şeyler değişir diye beklentim vardı. Beş-altı ay daha beraber yaşadık. Her şey daha kötü oldu. Beni daha beter avucuna almak istedi ve ben tekrar evi terk ettim. (...) Yine de ailemden korku vardı. Aile korkusuyla büyüdüğüm için. Şimdi hiç ailemi düşünmüyorum. Kimse beni bir an bile düşünmedi ki. Varlıklı bir ailede büyüdüğüm halde, onlardan hiçbir zaman destek görmedim. Aynı hataya bir daha düşeceğimi zannetmiyorum çünkü aklım, mantığım, kendime yeter. Onu bunu dinlemekten o kadar acılar çektim. Onlar benim için küçücük bir fedakârlıkta bulunmadı, ne ailem, ne çevrem, ne de eşim. Ben niye onlar için bulunayım. Bundan sonra hakkımı çeke çeke alırım. (...)

Son sorgulamalar, dayaklar canımdan bezdirmişti. Bütün ciğerlerim acı içindeydi, sanki kezzap dökülmüş gibi ciğerlerim yanıyordu ve düşünemiyordum. Dengesiz, alık alık ortada dolaşıyordum. Bir gün kararımı verdim, sabaha dek yine uykusuz, sorgulamalı bir geceden sonra Mor Çatı'ya gittim. Böyle böyle, evden ayrılacağım, dedim. "İyi düşündün mü?" dediler. "Aylardır düşünüyorum ve şu an son kararımı verdim," dedim. "Sen yine düşün," dediler. Bir hafta yeniden düşündüm ve yeniden karar verdim. Evden ayrılmam aynı gün oldu. (...) Ayrıldığımda Mor Çatı'nın çok desteğini gördüm, beraber arkadaşlarla kaldık bir evde. Çocuklarımla iki ay görüşemedim. (...) Şimdi hiç kimsenin desteği yok, kimseden beş kuruş yardım görmüyorum. Kimse bana hiçbir şey yapamıyor, yani ayaktayım. (...) Kararlı olursan her şey çözülüyor zaten. Onun bunun etkisinde kalırsan olmuyor. Yok bugün, yok yarın dersen iş işten geçer. Bir daha evlensem, öyle bir insan da karşıma çıkarsa yandı demektir; mümkün değil ondan bir fiske yiyeyim, bir söz işiteyim, yani hiç acımam. Demek istediğim dayak yiyen kadınlar kararlı olsunlar, korkacak hiçbir şey yok. Dayak niye yesinler ki durduk yerde. Yedikçe arkası geliyor. Yani kimse aç kalmaz, iş çok, araştırsınlar, denesinler. (...) Şimdi hayatımdan memnunum çocuklarımla. İşe gidiyorum, işten çıkıyorum, onlarla televizyon izliyorum. Sohbet ederiz, alışverişe çıkarız. Bazen bir yere gideriz, bir arkadaşa...

Eski eşimle şu an arkadaşız, arada bir onu da aramıza alıp bir yerlere gideriz. Çünkü arkadaşlık ayrı, evlilik ayrı. Arkadaş olarak da pek anlaşamıyoruz ama çocuklar falan olduğu için idare ediyoruz. (...) Dilimde tutukluk var, onun dışında bir sıkıntı ve stres sorunu yok. Gayet rahatım, mantığım daha güzel çalışıyor. Bazen kendimi çökmüş gibi hissediyorum, ama bu yaşam benim, bir daha asla geri gelmeyecek diye kendimi topluyorum..(...) Mahkeme nafaka verdi, ama ben istemedim. Çocuklara bakması benim için daha iyiydi. Ben kendi kendime bakarım. (...) Yasalarda eksikliklerimiz çok. Ben istiyorum ki karakollarda, kadınların başvuracağı, sorunlarını söyleyebileceği bir yer olmalı. Kadın polisler olmalı. Kadınlar bir şey oldu mu doğrudan polise söyleyemiyor. Dava ortada kalıyor, bütün şikâyetler ondan. Kadınlara yönelik bir yer olsa, kadınların dertlerini anlatabilecekleri bir yer olsa... Ben öyle düşünüyorum. (...) Çevremde dayak yiyen, acı çeken, şiddete maruz kalan birçok kadın tanıyorum. Bunlar hiçbir şey yapamıyorlar, sadece gelen bir ekmeğe razılar. Ben de öyle görürdüm. Ama öyle değil, ekmek her zaman gelir. (...) Dayak atan erkeğe kızıyorum tabii. Herkes birbirine saygılı olsun, kadın erkeğe, erkek kadına, çocuk anneye, anne çocuğa saygı göstersin, o zaman sorun çıkmaz, bence. (...) Kadınlar okumalı, kültürlü bir kadın zaten kültürlü bir çocuk yetiştirirse sorun çıkmaz ilerde, o çocuk büyüyünce, nasıl davranacağını bildiği için kimsenin hakkını ne yer, ne de yedirir. Üniversite mezunu olsaydım keşke, daha güzel yetiştirirdim çocukları. (...)

Bu kadar şiddeti, on altı yıl boyunca çekmenin asıl sebebi toplumdu. Bu toplum beni niye korumadı? Yok biz ailede öyle görmedik, ayıp olur, yok aile küçük düşer. Yok boşanırsam, insanlar hoş gözle bakmaz. Şimdi bana hoş gözle bakmayan tek insan bile yok. Bekâr kadınlar saldırıya uğramaktan korkuyorlar. Oysa saldırı heryerde oluyor, evin içinde de saldırıya uğrarsın. Toplum da beni ilgilendirmiyor artık. Ben hep topluma uydum, hep zarar gördüm. Toplum bana uysun artık. (...) Bir kere ben böyle gazetede senelerce evvel okumuştum. Duygu Asena demişti ki: "Anlaşamayan insanlar ayrılsın, niye acı çekiyorlar?" Benim beyim o zaman demişti ki "Duygu Asena bütün kadınları orospu yapacak". O zaman şiddetli tartışmıştık. O zamandır feminist kelimesini duyunca adam sinirlenir, hiç tahammülü yok. Ben feministim ama erkek düşmanı değilim diyorum. Ben suçu toplumda görüyorum, çünkü bir şeyler değiştirmek istedim, toplum karşı çıktı. Toplumu dinlemek zorunda kaldım. (...) Toplum da değişiyor, eskiden bir tek insan ayrılınca, ona her türlü eleştiri geliyordu, onun arkasından çeşitli dedikodular çıkıyordu, şimdi daha normal bakıyorlar. Ben isterim ki çocuğum anlaşamazsa isterse dört kere evlensin, ayrılsın. Anlaşamadıysa ben onu hoş görürüm, destek olurum her zaman. Zaten ben kızıma diyorum, oku meslek sahibi ol ve kendi evinde otur diyorum, benimle otur demiyorum. Ayakta kalmayı öğrensin. Ben ayakta kalamadım, zorla öğrendim. Ben onu bırakacak değilim, ona sahiplenirim gücüm varsa, destek olurum. Ama o hayatını tek başına kurmalı, kursun.

(*) Ad değiştirilmiştir. Yukarı

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X