Giriş, "Erkek Tarihinden Kadın Tarihine", s. 12-17
Biz kadınlar yıllarca kendi geçmişimizden habersiz yaşadık. Geçmişimizdeki bu bilinmezliği neye borçluyuz (!), tarih gerçeği olduğu gibi gösteriyor mu?
Yukarıdaki soru kadınların, özellikle kadın tarihi konusunda araştırma yapan kadınların, yanıtlaması gereken, ilk ve temel sorulardan biri. Çünkü ancak bu sorunun önümüze açtığı yolda, kadınlara ait unutturulmuş koskoca bir deneyler zincirinin ilk halkasını yakalayabiliriz.
Geleneksel tarih yazıcılığı erkeklerin yaşam pratiklerinden kaynaklanan olayları kendisine konu edinir, onun öznesi erkektir. Bu tarih, kadınların dövüşmediği savaşların, fetheden konumunda olmadığı kahramanlıkların, kadınların yer işgal etmediği parlamento gibi kurumların tarihidir. Olayların üzerinde geliştiği zemin, bunların ortaya çıkmasını hazırlayan gerçek nedenler ve kişilerle ilgilenilmez, önemli olan sonuçtur. Sonucun ortaya çıktığı alan ise, genelde kamusal alanın sınırları içindedir ve bu sınırlar içinde, tarihin öznelerinden biri olan kadın yoktur.
Oysa bilmeden, tanımadan, yaşanmadan kadın gerçekliği ortaya konamaz ve gerçekliği hakkında bize ulaştırılan bilgiler de önyargılardan bağımsızlaştırılamaz. Bu nedenle, önyargılarla dolu bilgilerin yani bilgisizliğin yerine kadınlar için yeni bilginin oluşturulması gereklidir. Bu bilgiyi oluşturacak olan ise, bu pratiği yaşayan kadınlar olacaktır.
Tarihin coğrafya, ekonomi, demografi, antropoloji, siyaset bilimi ve psikoloji gibi bilim dallarıyla düzenli ilişkide olması gerektiğini savunup, onu tüm uzmanlık tarihlerinin toplamı olarak gören daha bütüncül tarih anlayışları bile(1), kadın söz konusu olduğunda yetersiz kalırlar. Çünkü sayılan bilim dalları ve uzmanlık tarihlerinde de özne yine erkektir. Kadınlar bu nedenle tüm bilim dallarının gözden geçirilip baştan yazılması gerektiği düşüncesini savunurlar.
Örneğin demografiyi konu alan çalışmalarda kadını tespit zordur. 1882'ye dek Osmanlı kadını nüfus istatistiklerinde yer almamıştır. İktisat tarihi ya da işçi tarihi çalışmalarına bakıldığında da kadınların genellikle araştırma öznesi olarak alınmadığı görülür. Oysa kadınlar gerek bizde, gerek Batı'da uzun yıllar sendikal örgütlenme içinde ekonomik hakların elde edilmesi için, hem görünürde hem de sahne gerisinde mücadele vermişlerdir. 1872-1907'de Osmanlı Devleti'nde örgütlenen 50 grevin 9'u kadınların çalıştığı işkollarında yapılmıştır. Dönemin önemli sendikal mücadele örneklerinden biri olan Feshane Grevi'nde 50 kadın işçi, grevin örgütleyicisi ve yürütücüsü olmuşlardır. Bu konuda erkek işçilerin kadın işçilere uyguladıkları cinsiyet ayrımcılığının da gözardı edilmemesi gerekiyor. Kadınlar sendikal örgütlenme içerisinde erkeklere karşı da mücadele vermişlerdi. Örneğin 1847'de İngiltere'de eğe-kesim sanayiinde çalışan 200 kadını işten çıkaran İşçi Birliği, dul ve yetimlerin çalışmasını kısıtlayan yeni kurallar getirmiş, karısı veya kızının çalışmasına izin veya alet veren üyeler para cezasına çarptırılmıştı.(2) Yakın tarihten, İngiltere'den verilecek bir başka örnek hâlâ şu sorulara yanıt bekliyor. Acaba 1984'te başlayıp, bir yıl süren madenci grevinde arka plana bakılacak mı? Grevi erkekler yapmıştı, ama devam etmesi nasıl sağlanmıştı? Direnişe destek vermek, para toplamak, mutfaklar açmak, basınla ilişkileri yürütmek, on bin kişiyi aşan yürüyüşler düzenlemek, grev gözcülüğü yapmak, bu amaçla dayanışma grupları kurmak perde arkasındaki kadın eylemleriydi. Acaba kadınların direnişte oynadıkları bu başat role(3) iktisat tarihçileri ya da işçi tarihçileri dikkat edecekler mi? Çünkü işçi tarihi yazılırken de özne değişmeyecek, tıpkı savaşı yapan erkeklerin tarihinde olduğu gibi, erkek temel alınabilecek, kadınların rolleri yine gözden kaçırılabilecektir.
Uzmanlık tarihlerinden biri olan aile tarihinde de aileye bakılırken, kadının aile içindeki konumu sorgulanmaz.(4) İşlevsel olarak kadınları bulabileceğimiz özel yaşam, erkeklerin hareket alanı dışında görüldüğü için incelemeye değer bile bulunmaz. Oysa bu alan o kadar da özel (!) değildir.
Kadınlar "aile" denen özel alan içine sıkıştırılarak, "toplumsal"ın dinamik süreçlerinden uzaklaştırılmış olsalar da, bir araya gelme fırsatı bulabildiklerinde ortak yalıtılmışlıklarını bir başkaldırı hareketine dönüştürebilmişlerdir. "Kadınların tarihi, baskı altına alınışlarının tarihi olduğu kadar, bu baskılara ve eve kapatılmalarına direnmiş olmalarının da tarihidir."(5) Osmanlı kadın hareketi içinde de bu örnekleri bulmak mümkündür:
"Son zamanlarda Osmanlı kadınlığı can sahibi olduğunu, var olduğunu gösterdi. Onun her an iniltiler içinde kopup gelen sadasını işitiyoruz: 'Biz varız, uyanıyoruz, kalkacağız, yol gösteriniz...' diyor. Bu hareketi kadınlığın bütün tabakalarında müşahade ediyoruz. Artık şimdi yaşayışımızın yanlışlıklarını bulup ortaya koyuyoruz. Artık iman ettik ki, hayatımız iyi bir hayat değildir... Artık kadınlık böyle yaşamayacaktır ve yaşayamaz. Buna katiyen emin olunuz."(6)
Kadın tarihi sözkonusu olduğunda gözden kaçırılmaması gereken bir başka husus da, kamusal alanla özel alan arasında bulunan diyalektik bağdır. Kamusal yaşam "aile içini" etkileyip kadın-erkek ilişkisinde birtakım değişimlere dönüşümlere yol açtığı gibi, özel alan da "kamusal"ı etkileyerek oradaki süreçlerin yönünü değiştirebilir.
Toplumda gelişmeler, dönüşümler, yenileşmeler başlayıp, bunların sonuçları, kazanımları kadına ulaşabildiğinde, kadınların kendilerinin gerçekte ne olduklarını kavramaları için bir fırsat doğar. Kadınlar bunu değerlendirebildiklerinde kitlesel bir başkaldırıya dönüştürebilirler. Hareketlerini bugüne iletecek belgeler bırakırlar. Böylece hareketlerini görünür kılmanın da yolunu açarlar.
Aslında bu "gizli" erkek ideolojisine sadece tarih disiplini içinde değil, bilimdeki diğer disiplinler içinde de rastlanır. Genel anlamda bilimde tek ses hâkimdir: Erkek sesi. Sosyal bilimlerde beyaz, Batılı, burjuva erkeğin karakterize ettiği erkek deneyimleri tartışılmış, erkekçi sosyal davranış, standart olarak gösterilmiştir.(7) Sosyoloji, iktisat, felsefe, hatta tıp özne olarak erkeği almıştır. Örneğin tıp kitaplarında "insanoğlu" olarak tanımlanan erkek bedenidir. Hastalıklar, anatomi -üreme organları hariç- hep erkeğe göre tanımlanmıştır. Bilim erkeğe göre, erkek tarafından tanımlanmıştır.
1970'lerden itibaren kadınlar, tarafsız denilen, aslında erkek ideojisinin yeniden üretim mekanizmasından başka birşey olmayan ve bilimsel-teknik devrim ile giderek daha rafine hale gelen bilimleri, kadın bakış açısıyla sorgulamaya başladılar. Böylece "kadın araştırmaları" denilen yeni bir disiplin oluştu. Üniversitelerde disiplinlerarası çalışma yapmayı amaçlayan kadınların kendi bakış açılarıyla, kendileri için, kendileri adına bilgi üretme alanı olan "Kadın Araştırmaları Merkezleri" kuruldu.
Bilgi alanına kadınların girmesi, kadınların bilgi konusunda hak iddia etmeleri, kendileri adına bilgi üretmeleri demekti aynı zamanda... Aslında kadınlar yüzyıllardır sanatıyla, tıbbıyla, edebiyatıyla bilgi alanındaydılar. Ancak, onların çalışmaları, deneyleri önemsenmemiş, böylece bugüne ulaşmaları engellenmiştir. Yeni olan, kadınların kitlesel olarak bilgi alanına girmesidir. Bu taarruz, kadın bilincinin, kadın bakış açısının bilimler içine girmesini de beraberinde getirmiştir. Bunun sonucunda bilim dalları sorgulanmış, farklı bakışlarla yeni yorumlar ortaya çıkmıştır.
Bu bağlamda kadın araştırmaları sadece bir bakış değil, bir bilme yolu, aynı zamanda bir bilme ve dünyada varolma yoludur. Sorguladığı gerçek kadındır. Kadın gerçeğidir. Bir bilgi teorisi, feminist epistemoloji oluşturacaktır. Kadın gerçeğine ulaşmada hangi araçlar gereklidir, hangi yöntem kullanılmalıdır sorularıyla, varolan metodolojiye feminist açıdan bakılacaktır.(8)
Tarihsel dönüşümler bir yandan kadınların varolan durumu üzerinde düzeltici etkiler yaparken, öte yandan onların daha önce yürüttükleri mücadelenin yeni dönemin egemen politik söylemi nedeniyle kesintiye uğratılması, unutturulması sonucunu da doğurur. Bu da geleneğin oluşmasını engelleyici bir etmendir. Kadın tarihi çalışmaları bu sürekliliği kurmaya yöneliktir, bellek kazandırır.
Kadın tarihi çalışmalarıyla, bize bugüne dek kabul ettirilen tarihsel gerçekler sorgulanır. Cinsiyet kimlikleri -gender- bir tarihsel analiz kategorisi olarak kullanılarak cinsiyet rollerinin her tarihsel evredeki durumu incelenir. Kadınların tarihi aynı zamanda sosyal kategori olarak cinsiyetlerin de tarihidir. Biyolojik yapıları nedeniyle kadınların kültürden çok doğaya yakın oldukları türündeki cinsiyetçi bakış, her tarihsel dönemde kadın-erkek ilişkilerinin farklılığından yola çıkarak sorgulanır. Kökleri tarihin derinliklerinde yatan, çok yavaş bir değişim gösteren verili cinsiyet kimliklerinin "kadınlık" ve "erkeklik" olarak nasıl belirlendiği ortaya konulur. Hem erkekler, hem kadınlar, hem de onlar arasındaki ilişkiler konu alınarak, araştırılır.
Tarihi yazan erkekler, kendi yaptıklarını kayda geçirmişler, bunları önemli kılmışlar, önemli-önemsiz hiyerarşisi yapılandırmışlardır. Kadın tarihi çalışmaları bu hiyerarşiyi yeni baştan ve kadın bakış açısıyla gözden geçirir.
Kadın tarihinin yazılması yeni soruların oluşturulması ve o soruların cevaplanması için yeni kaynakların kullanılmasını zorunlu kılar. Kadınların "görünmezliği" temel problem olarak ele alınmalıdır.(9) Görünmezlik problemi ise öncelikle kaynakla ilişkilidir. Çünkü, kadınlar ve onların yaşamı kayıtlara geçirilmemiştir. Birçok resmi kaynakta kadınların düşüncesi erkek merkezli bakış yüzünden önyargılı olarak atlanmış, ihmal edilmiştir. Varolan diğer kaynaklar, özellikle hesap defterleri, nüfus kayıtları gibi sivil kayıtlar da yeterince değerlendirilmemiştir. Bu nedenle bu kaynaklar yeni yorumuyla tekrar gözden geçirilip, kadınlara ilişkin bilgi açıkları kapatılmalıdır. Yanı sıra, kadınların okur-yazar olmaması onların çok az belge bırakması sonucunu doğurmuştur. Bırakılanlar ise, kadın bakış açısına sahip olmayan araştırmacıların gözünden kaçmıştır. Bu anlamda kadınların duygu ve düşüncelerinin, seslerinin bulunabileceği anı, günlük, mektup, fotoğraf ve biyografilerle kadın dergileri incelenmelidir. Ayrıca "sözel tarih" yöntemi(10) kullanılarak yapılan görüşmelerle kişilerin belleğine başvurularak kadınların geçmişi hakkında bilgi edinme yoluna da gidilmelidir.
Kadın tarihi çalışmalarında amaç, tarih içindeki belli başlı kadınların tarihini yazmaktan öte, bir cins grubu olarak kadınların tarihini yazmak, tarih içindeki belli başlı kadınlardan kadınların tarihine atlamak, kadınların tarihteki rollerini yazmaktır. Bu bakış, erkek alanları olarak tanımlayabileceğimiz alanlarda ön plana çıkmış kadınlardan çok, kadınların alanında yaşayan kadınlara bakmayı getirir. Öncelikle kadınları görünür kılmak, kadınlara kendi tarihlerini kazandırmak gerekir. Bu yazıcılık, kadınların katkılarının tarihe eklenmesi, yani bir tür telafi edici tarihçilik biçiminde olmayacaktır. Bu, kadın tarihi, ekonomik tarih, kültür tarihi gibi bir alt gruba indirgenmeden kadınların varolan bilgi alanlarına eklenmesiyle ve aynı zamanda tarihçiliğin içinden dönüştürülmesiyle mümkün olacaktır.(11) Böylelikle tarihsel yanılgı ve eksiklikler giderilecek, tarihin zenginleştirilmesinin yolu açılacaktır.
Notlar
(1) Annales okulu hakkında Türkçe'ye çevrilmiş kaynak eser: Tarih ve Tarihçi. Annales Okulu İzinde, (der) Ali Boratav, Alan Yayıncılık, Ankara, 1985. Okul temsilcilerinden Fernand Braudel'in Türkçe'ye çevrilen son eseri, Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm. 5-18. Yüzyıllar, c. I, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara, 1993. Yukarı
(2) Ivy Pinchbeck, Women Worker and Industrial Revolution 1750-1850, Virago, Londra, 1981, s. 276. Yukarı
(3) Gülnur Savran, "Madencilerin Karıları Neyin Mücadelesini Verdiler? Britanya 1984-1985", Sosyalist Feminist Kaktüs, Mayıs 1988, no: 1. Bu konuda ayrıca bkz. Women's Memories of the 1984-1985 Miners' Strike, Co-operative Retail Services, Londra, 1986. Yukarı
(4) Aileye sadece kurumsal değişim açısından bakan çalışmaya örnek: Lawrence Stone, The Family, Sex and Marriage in England 1500-1800, Weidenfeld-Nicolson, Londra, 1977.
Aileyi değişen ilişkiler açısından ele alan önemli bir çalışma için bkz. Diana Gittins, Aile Sorgulanıyor, çev. Tuna Erdem, Pencere Yayınları, İstanbul, 1985. Kadınların eviçi yaşamlarının tarihsel geçmişi konusunda bkz. Sibylle Meyer, Das Theater mit der Hausarbeit. Bürgerliche Repräsentation in der Familie der wilhelminischen Zeit, Campus Verlag, Frankfurt/Main, 1982. Yukarı
(5) Andrée Michel, Feminizm, çev. Şirin Tekeli, Kadın Çevresi Yayınları, İstanbul, 1984, s. 159. Yukarı
(6) Kadınlar Dünyası, "Eser-i Hayat... Azmimiz", Kadınlar Dünyası, 27 Temmuz 1329 (1913), no: 102, s. 2-3. Yukarı
(7) Sandra Harding, "Is There A Feminist Method", (der.) Sandra Harding, Feminism and Methodology, Open University Press, Milton Keynes, 1987, s. 2-6. Yukarı
(8) Feminist metodoloji ve epistemoloji konusunda bkz. Liz Stanley, "Feminist Praxis and the Academic Mode of Production", (der) Liz Stanley, Feminist Praxis, Routledge, Londra, 1988, s. 3-19; Liz Stanley-Sue Wise, "Method, Methodology and Epistemology in Feminist Research Process, (der) Liz Stanley, Feminist Praxis, Routledge, Londra, 1988, s. 20-59; Mies Maria, "Towards a Methodology for Feminist Research", (der) Gloria Bowles, Ranate Duelli-Klein, Theories of Women's Studies, Routledge-Kegan Paul, Londra, 1983, s. 117-130. Şirin Tekeli, "Bilimlerde Metodolojinin Kadın Bakış Açısından İncelenmesi", (der) Necla Arat, Türkiye'de Kadın Olgusu, Say Yayınları, İstanbul, 1992, s. 25-50. Yukarı
(9) Joan Wallach Scott, "The Problem of Invisibility", (der) Jay Kleinberg, Retrieving Women's History, Berg Publishers, Oxford, 1988, s. 5-29. Yukarı
(10) Linda Gordon, "What's New in Women's History", (der) Teresa de Lauretis, Feminist Studies Critical Studies, Indiana University Press, Bloomington, 1986, s. 28-29. Yukarı
(11) Gisela Bock, "Historische Frauenforshung: Fragestellungen und Perspektiven", (der) Karin Hausen, Frauen Suchen Ihre Geshichte (Kadınlar Kendi Tarihlerini Arıyorlar), Verlag C.H. Beck, Münih, 1983, s. 24-62. Yukarı