Giriş, s. 15-17
Bu kitap "Geçiş Nesneleri ve Geçiş Olguları" (1951) adlı yazımın geliştirilmiş halidir. Öncelikle tekrarı göze alarak temel varsayımı yeniden ifade etmek istiyorum. Ardından da düşünce ve klinik malzemeyi ele alış tarzımda sonradan ortaya çıkan gelişmelere değinmek niyetindeyim. Dönüp son on yıla baktığımda, analistlerin kendileri arasında ve literatürde sürmekte olan psikanalitik konuşmada bu kavramsallaştırma alanının ihmal edilmiş olduğunu görmek beni giderek daha fazla rahatsız ediyor. Dikkatler kişisel ve içsel bir şey olan ruhsal gerçeklik ve bu gerçekliğin dışsal ya da ortak gerçeklikle olan ilişkisi üzerinde odaklanırken, bu bireysel gelişme ve deneyim alanı ihmal edilmiş gibi görünüyor. Kültürel deneyim, analistlerin çalışmalarında ve düşüncelerinde kullandıkları kuramda gerçek yerini bulamamış durumda.
Bir ara bölge olarak tasvir edilebilecek bu alanın çeşitli filozofların yapıtlarında dikkate alınmış olduğunu söylemek mümkün elbette. Teolojide, yeniden cisimleştirmeyle(*) ilgili bitmek bilmez tartışmalarda özel bir biçim alır bu. Metafizik şairler olarak bilinen şairlerin (Donne vs.) kendine özgü yapıtlarında da bütün gücüyle ortaya çıkar. Benim yaklaşımımsa bebekler ve çocuklarla ilgili incelemelerimden kaynaklanıyor; bu olguların çocuğun hayatındaki yeri ele alınırken Puf Puf Ayı'nın merkezi konumunu görmek gerekir; burada Schulz' un Snoopy ve Charlie Brown karikatürlerini hatırlamadan geçmek olmaz tabii. Bu kitapta ele aldığım türden evrensel bir olgu, hayal gücünden beslenen ve yaratıcı hayatın büyüsünü mesele eden insanların ilgi alanları dışında kalamaz.
Belki de daha önceden bir çocuk hekimi olduğum için, bu evrensel olgunun bebek ve çocukların hayatında ne kadar önemli bir yer tuttuğunu sezen ve bu gözlemi daima gelişme süreci içinde olduğumuz yolundaki kuramla birleştirmeyi isteyen bir psikanalist olmak varmış kaderimde.
Çalışmamın bu bölümünde sözünü ettiğim şeyin bebeğin kullandığı bez parçası ya da oyuncak ayı olmadığının, kullanılan nesneden çok nesnenin kullanılış tarzı olduğunun sanırım artık herkes farkında. Bebeğin, geçiş nesnesi adını verdiğim şeyi kullanma biçimindeki paradoksa dikkat çekiyorum ben. Buradaki katkım, paradoksun kabul edilmesi, ona tahammül edilmesi, saygı duyulması ve onun çözülmeden bırakılmasına çağrıda bulunmak. Bu paradoksu her şeyden ayrı tutulmuş bir zihinsel işleyişe sığınarak çözmek mümkünse de bunun bedeli paradoksun kendisinin değer kaybetmesidir.
Bir kez kabul edildikten ve katlanıldıktan sonra bu paradoks, bu dünyada yaşamakla kalmayıp aynı zamanda geçmişle ve gelecekle kurulan kültürel bağ sayesinde sonsuz bir biçimde zenginleşebilecek de olan bütün insanlar için değerlidir. Beni bu kitapta ilgilendiren, ana temanın bu uzantısıdır.
Geçiş olgusu konusu etrafında bu kitabı yazarken örnek vermedeki isteksizliğimin sürdüğünü gördüm. Bunun nedeninden ilk yazıda söz etmiştim: Örnekler tekil durumlara gereğinden fazla yüklenip doğal olmayan ve keyfi bir sınıflandırma süreci başlatabilmektedirler, oysa benim sözünü ettiğim şey evrensel ve sonsuz bir çeşitliliğe sahip. Bu, insan yüzünün biçim, gözler, burun, ağız ve kulaklara göre betimlenmesine benzer biraz; oysa hiçbir iki yüz birbirinin tıpatıp aynısı değildir, dahası pek azı birbirine benzer. İki yüz hareketsizken birbirine benzeyebilir ama hareket etmeye başlar başlamaz farklılaşırlar. Yine de, örnek vermeyi pek istemediğim halde tamamen ihmal etmek niyetinde de değilim.
Bunlar her insanın gelişiminin ilk aşamalarına ait meseleler olduklarından, önümüzde araştırılmayı bekleyen uçsuz bucaksız bir klinik alan var. Olive Stevenson'ın, London School of Economics'de çocuk bakımı öğrenimi görürken gerçekleştirdiği araştırma (1954) buna bir örnektir. Dr. Bastiaans'dan öğrendiğim kadarıyla Hollanda'da tıp öğrencilerinin ebeveynlerden çocukları hakkında aldıkları vaka öykülerine, geçiş nesneleri ve geçiş olgularıyla ilgili sorular eklemeleri rutin bir uygulama haline gelmiş. Olgular insana çok şey öğretebilir.
Doğal olarak, açığa çıkarılabilen olguların yorumlanması gerekir; bebeklerin davranışları hakkında verilen bilgilerden ya da doğrudan edinilen gözlemlerden tam olarak yararlanabilmek için bunların bir kuramla bağlantılandırılmaları gerekir. Bu şekilde aynı olgular bir gözlemci için bir anlama gelirken, bir başka gözlemci için başka bir anlama gelebilirmiş gibi görünebilir. Yine de doğrudan gözlem ve dolaylı araştırma için ümit vaat eden bir alandır bu; bu sınırlı alanda yaptığı araştırmaların sonuçları sayesinde zaman zaman araştırmacı, nesne ilişkisinin ve simge oluşturmanın ilk evrelerinin ne denli karmaşık ve önemli olduğunu görebilecektir.
Bu meselelerle ilgili benim bildiğim tek bir resmi inceleme var ve okuru bu çevreden gelen yayınları dikkatle izlemeye davet ediyorum. Roma'da profesör Renata Gaddini üç ayrı toplumsal grubu kullanarak geçiş olgularıyla ilgili ayrıntılı bir araştırma yapıyor; gözlemlerine dayanarak fikirlerini formüle etmeye de şimdiden başladı. Profesör Gaddini'nin "ön biçim" fikrini kullanmasını önemsiyorum, bu sayede yumruk, parmak ve başparmak emmenin ve dil emmenin ilk örneklerini ve yalancı meme ya da emzik kullanımıyla ilgili bütün komplikasyonları konuya dahil edebiliyor. Aynı zamanda sallanma konusunu da (hem çocuğun kendi ritmik hareketini hem de beşikte ve kucakta sallanmasını) gündeme getiriyor. Saç çekme de bunlarla bağlantılı bir olgu.
Geçiş nesnesi fikri etrafında çalışan bir başka girişim de San Francisco'dan, "İçselleştirilmiş Bir Geçiş Nesnesi Olarak Sabit Fikir" adlı yazısıyla (1962) yeni bir kavram ortaya atan Joseph C. Solomon'dan geliyor. Dr. Solomon'un düşüncelerine ne ölçüde katıldığımdan emin değilim, ama önemli olan elde geçiş olgularına dair bir kuram olduğunda birçok eski probleme yeni bir gözle bakılabilmesi.
Benim buradaki katkımın da, şu anda bebeklerle ilgili doğrudan klinik gözlemler yapabilecek konumda olmayışımla bağlantılandırılması gerekir; oysa şimdiye kadar bir kuram haline getirdiğim her şeyin temelinde bu klinik gözlemler yatıyordu. Yine de, ebeveynlerin çocuklarıyla ilgili deneyimlerine hâlâ ulaşabiliyorum; onlara kendi istedikleri biçim ve zamanda hatırlama şansı verildiğinde bunu yapmaları hiç de zor değil. Ayrıca çocukların kendileri için anlamlı olan nesneler ve tekniklerle ilgili tasvirlerine de ulaşabiliyorum.
(*) Ekmek ve şarabın İsa'nın bedeni ve kanına dönüşmesi. (ç.n.) Yukarı