S. Murat Tura, "Kendilik Psikolojisinin Psikanaliz Tarihindeki Yeri", s. 7-13
Pek çok psikanalist ve psikiyatr Kohut'un narsisizm konusundaki çalışmalarını bir dönüm noktası olarak değerlendirir. Üstelik bu çalışmalar sadece narsisizm ile sınırlı olmayan, psikanalizde köklü bir yenilenmeye de işaret eden bir aşamadır onlara göre.
Burada elimden geldiği kadar yansız bir tutum alarak Kohut'un eserinin içerdiği yenilikleri psikanaliz tarihi bütününe yerleştirmeye çalışacağım.
Bu yazıda kendi görüşlerimin yanı sıra özellikle A. Cooper'ın tespitlerine de (1983) yer verdim. İlk olarak Kohut'un narsisizm kavramında yol açtığı dönüşümden söz etmek gerekir. Kohut sadece bu kavramı açıklayan kuramsal görüşlerde değil, narsisizme bakış açısında da değişiklik yapmıştır. Narsisizmi genellikle kötü bir insani özellik, ahlaki bir eksiklik gibi görme eğilimi vardır. Christopher Lasch'ın ünlü eseri The Culture of Narcissism (1978) buna iyi bir örnektir. Kohut ise narsisizme bakış açımızı olumlu yönde değiştirmiştir.
A. Cooper'ın yukarıda belirttiğimiz makalesinde de tespit ettiği gibi Kohut'un dönüşüm yaratan ilk eseri olan Kendiliğin Çözümlenmesi "ben psikolojisi"ne yakındır. Bu kitapta kendilik, yapısal kuram çerçevesinde bir alt birim olarak düşünülmüş, libido, libidinal gelişme, vs. de klasik kavramlarla ele alınmıştır.
İkinci kuram ise kendiliği üst düzeyde bir örgütleyici olarak ele alır. Bu kendilik kavrayışı daha önce Mead, Sullivan, Horney ve Rado tarafından da savunulmuştur.
Kohut özellikle ikinci kuramında, yani geniş anlamıyla kendilik psikolojisinde preoidipal gelişimin psikonevrozlar için de etkili olduğunu savunur. Oysa klasik kuramda psikonevrozlar çözülmemiş ve bastırılmış oidipus karmaşasına bağlanır.
Cooper'ın tespitine göre Freud özellikle kadın cinselliğini incelediği çalışmasında (1931) "oidipus karmaşasının nevrozların çekirdeği olduğu" yolundaki tezinin evrenselliğinden vazgeçmek ve preoidipal gelişmeye önem vermek gerektiğini söylemiştir. Keza günümüzde Kernberg de aynı görüştedir.
Kohut'u tartışmak bakımından önemli bir başka nokta kuramsal plandadır. Psikanaliz geleneğinde patolojiyi daha çok doğuştan getirilen dürtü özelliklerine bağlama eğiliminde olan bir grup ile patolojiyi çevre koşullarına bağlama, ilk çocukluk deneyimlerine bağlama eğiliminde olan bir başka grup karşı karşıya gelmiştir daima. Freud'un kendisi, M. Klein, günümüzde Kernberg ilk grupta ele alınabilir.
Kohut'a göre özellikle narsisistik patolojinin, ama genel olarak tüm psikopatolojinin temel belirleyicisi erken eşduyum ilişkilerdeki yetersizliktir. Bu tespit bakımından İngiliz psikanaliz okulunun önemli temsilcilerinden Fairbairn, Sullivan ve Kardiner ile benzeşen görüşleri savunmaktadır.
Psikanaliz tarihinde söylem modeli de önemli bir tartışma konusu olmuştur. Freud'un psikanalizi biyolojik bilimlere benzer bir şekilde temellendirmeye girişen metapsikolojisi karşısında eleştirel tavır alan analistler Rado, Sandler, Schafer, George Klein ve Gill şu ya da bu şekilde klasik metapsikolojiyi reddetmişlerdir. Neden-sonuç çizgisinde gelişen ve "açıklamaya" dayanan bir bilimden çok anlam araştıran; "anlamaya" yönelen bir bilimden söz etmişlerdir. Keza klasik meta-psikolojinin dilini deneyimden, iç yaşantılamadan uzak "şeyleşmiş" bir dil olarak görmüşlerdir. Psikanalizin deneyime daha yakın bir kuramsal dil gerektirdiği görüşünü savunmuşlardır bu yazarlar.
R. Stolorow'un (1983) kaydettiği kadarıyla George Klein psikanalizde metapsikoloji ile klinik kuram arasında bir fark olduğu tezini ön plana çıkarmıştır. G. Klein'a göre bu iki yaklaşım birbirinden tamamen farklı söylem düzeylerine tekabül etmektedir. Metapsikoloji öznel deneyimin maddi temelleri ile ilgili gibi durmaktadır. Kişilik dışı mekanizmalardan, boşalım aygıtlarından, dürtü enerjilerinden nesnel gerçeklik düzeyindeki varlıklar gibi söz eden doğa bilimine yakın bir söylemi vardır.
Buna karşılık klinik yaklaşım, amaçlarla, anlamlarla; öznel deneyimlerin anlamıyla ilgilenir. Klinik kuram neden-sonuç zincirini açıklayan "nasıl" sorusuna yanıt aramaz; kişisel amaçları, yönelimleri, bireysel anlamları anlamaya yönelen "niçin" sorusuna yanıt arar. G. Klein'a göre (1976) psikanalizin meşru olarak elde tutabileceği kuram klinik kuramdır.
Stolorow'a göre Kohut'un kurduğu Kendilik Psikolojisi G. Klein anlamında bir klinik kuramdır. Özellikle eşduyumlu içe bakış yöntemiyle hastanın öznel dünyasına yönelmeyi hedefleyen Kendilik Psikolojisi deneyime yakın, mekanistik metaforlara dayanan bir dil tutturmaktan uzak bir yönelim içindedir.
Keza Roy Schafer de psikanalitik metapsikolojinin mekânsal dilinin yabancılaştırıcı etkisinden söz etmiştir.
Stolorow, kuramsal çerçevenin analistin dinleyişini, yorumlayışını, analizin akışını ve terapötik işlevlerini etkileyeceği görüşündedir.
Ancak Cooper yukarıda sözü edilen makalesinde Kendilik Psikolojisi dilinin daha varoluşsal, fenomenolojik olduğu; deneyime daha yakın, mekanistik dilden uzak bir söylem ortaya koyduğu yolundaki yaklaşıma katılmaz. Kendilik Psikolojisinin "iki kutup", "gerilim", "kendilik nesnesi", "kendilik" gibi kavramlarının da deneyime yakın olmayıp yüksek bir soyutlama düzeyi içerdiği görüşündedir.
A. Cooper'ın psikanaliz tarihi bağlamında ele aldığı bir başka önemli nokta ruh içi çatışma modeli ile gelişimsel duraklama modeli arasındaki farktır.
Klasik yapısal kuramın çatışma modeli karşısında D. Levy ve M. Balint ruhsal yapıdaki eksiklikten söz etmişlerdir. Kohut da bu çizgide kabul edilir.
Konu tartışmaya açıktır geniş ölçüde. Söz gelimi R. Wallerstein (1983) bu tartışmada ilginç bir noktadadır. Wallerstein Kohut'un "dar anlamıyla kendilik psikolojisi"ni (ki temel tezleri elinizdeki kitapta ortaya konmuştur) klasik kuramın bir zenginleşmesi olarak görmekte ve ruh içi çatışmayı da çok geniş anlamda yorumlayarak çatışma modeli ile kendilik psikolojisini bir arada tutmaya çalışmaktadır. Bu eğilimin doğal sonucu olarak da "Geniş Anlamıyla Kendilik Psikolojisi"ni reddeder Wallerstein.
R. Stolorow ve F. Lachmann (1980: 63 vd.) pek çok bakımdan önemli kitaplarında çatışma psikolojisi ile ele alınacak vakalar ile gelişimsel duraklama çerçevesinde ele alınacak vakaları ayırt etme yoluna gitmişlerdir. Yazarlara göre idealleştirme ve büyüklenmecilik gelişimsel aşamadaki bir duraksamaya işaret edebileceği gibi bazı durumlarda özellikle saldırganlıkla ilgili çatışmalara karşı bir savunma da olabilir.
Analitik atmosfer Cooper'ın tartışmaya açtığı bir başka noktadır. Kohut'un tekniğinde hastanın çok daha az engellenmesinin, terapistin yumuşak, eşduyumlu tutumunun psikanaliz tarihinde ilk olmadığı görüşündedir Cooper. Psikanaliz tarihinde Ferenczi, Alexander, Gitelson, Zetzel ve Cooper'ın altını çizdiği gibi bizzat Freud, bu çizgide yer alan diğer analistler olarak kaydedilmektedir.
Kohut'un tekniğinde saldırganlık daha az incelenebilmektedir. Kuramın da tekniğin de hedef aldığı alan saldırganlık değildir. Kanımca bu özellik özellikle Kernberg'in tekniği ve kuramıyla tam bir tezat teşkil etmektedir. Kendilik psikolojisinin teknik ve taktik yaklaşımında olumsuz aktarım tepkileri çok az gözlenir ve bunlar terapistin eşduyum yetersizliğine yanıt olarak değerlendirilir.
Kendilik psikolojisinde gerek cinsellik gerekse saldırganlık patolojik bir düzeyde ortaya çıktığında bunlar kendiliğin çözülmesinin işaretleri olarak ele alınır. Kendiliğin yeniden yapılanması ve daha iyi işlev gören, bütünlüğünü koruyan, daha sağlam bir kendiliğin oluşmasıyla bu görünümler de kaybolacaktır.
Kanımca kendiliğin psikolojisini ele alırken karşımıza çıkan bir başka özgül yön "sakin", "huzurlu" deneyimlere; terapistle hastanın yaşadığı "biz" duygusuna verilen önemdir. Oysa klasik yaklaşımda hastanın terapi atmosferinde şiddetli duygusal gerilemeye girmesi beklenir. Söz gelimi Kernberg özellikle ilkel kısmi nesne ilişkilerinin ancak ilkel duygu tonlarında ortaya çıkabileceği ve analiz edilebileceği görüşündedir. Nitekim söz konusu içselleştirilmiş ilkel nesne ilişkileri bu tipte duygusal deneyimler sırasında içselleştirilmiştir. Dolayısıyla aynı şiddetli duygu tonlarının terapi ortamında yaşanması yoluyla bilinçdışı geçmişi incelemek imkânı doğmaktadır.
Kendilik psikolojisi ise özellikle huzurlu, sakin "biz" deneyimi içinde ben duygusunun gelişimini esas alır. Sağlam ve tutarlı bir kendiliğin bu koşullarda yerleştiğini söyler. Sander (1983) ve Stern (1983) çocuğun kendilik duygusunun gelişmesinin koşullarını bu bağlamda ele almışlardır.
"Biz içinde ben deneyimi" gelişimin, psikolojik büyümenin sağlandığı süreçler olarak değerlendirilir. Kendini dışardan bir gözle ele alabilme, proje üretebilme, giderek üreticilik, yaratıcılık temel hedeflerden biri olarak karşımıza çıkar Kendilik Psikolojisinde.
Klasik psikanaliz ile bir başka farkın eşduyum anlayışında düğümlendiğini düşünüyorum. Kohut eşduyum konusunu aşırı vurgulayan bir yazardır. Buna karşılık diğer analistlerin bir kısmı psikanalizin temelinin zaten eşduyum olduğunu, dolayısıyla böyle özel bir vurguya gerek olmadığını söylerler.
Bu nokta çok net olmamakla beraber kanımca arada yine de bir fark vardır. Söz gelimi bu dizi çerçevesinde eserlerine yer vereceğimiz bir başka büyük usta olan Kernberg de eşduyum ve içe bakıştan söz etmekte, bunlara özellikle karşı aktarım analizinde çok önemli bir yer vermektedir. Ancak Kernberg'in tekniğinde, analitik dinleme tarzında hastanın bilhassa terapiste yaşattığı duyguların ön plana çıktığı (tamamlayıcı özdeşleşme) ve bunların incelenmesi yoluyla hastanın iç dünyasının kavrandığı bir tutum söz konusudur. Yani Kernberg kendi tekniğinde özellikle tamamlayıcı özdeşleşmeye dayanan bir yaklaşım içindedir. Bu yaklaşım çerçevesinde analist hastanın kendisine ne yaşattığından yola çıkarak analiz edilenin aldığı tutumu, içsel güdülenmelerini kavramaktadır.
Buna karşılık kanımca Kohut daha etkin bir eşduyumdan söz etmektedir. Analistin bilhassa kendini hastanın yerine koyarak onun iç dünyasını kendi iç dünyasından görmeye çalıştığı bir eşduyumdur bu. "Uyumlu özdeşleşmenin" ön planda olduğu, etkin bir çaba gerektiren bir eşduyum.
Bildiğim kadarıyla üzerinde hiç durulmamış ama çok önemli gördüğüm bir başka nokta, Kendilik Psikolojisinin narsisistik zedelenebilirliği özdeşleşme yoluyla tedavi etmesidir.
Bu görüşümü detaylandırmak isterim. Klasik psikiyatrik tanı ölçütlerinden de bildiğimiz gibi narsisistik patolojinin en önemli yönlerinden biri narsisistik zedelenebilirliktir. Narsisistik vakalar eleştiri, dışlanma, başarısızlık, küçük düşme konularında çok duyarlıdır ve genellikle öfke şeklinde yanıt verirler.
Kendilik psikolojisi tekniğinde analist hastanın eleştirilerini eşduyumla ele alır ve kendi eşduyum yetersizliğine yanıt olarak yorumlar. Yani hastanın eleştirisi karşısında yıkılmaz, karşı çıkmaz. Buradaki haklılığı anlamaya çalışır. İşte analistin bu tutumu ile sergilediği olgunluk giderek hasta tarafından içselleştirilmektedir. Bu ise narsisistik zedelenebilirliğin onarılması bakımından çok önemlidir.
Bildiğim kadarıyla literatürde üzerinde durulmayan bu anlayışı derinleştirmek gerektiğini düşünüyorum.
Kendilik psikolojisini diğer psikanalitik kuramlardan ayıran en önemli noktalardan biri de ruhu kapalı bir örgütlenme içinde görmemesi, insanın daima bir kendilik nesnesi ortamına gereksinim duyacağını saptamasıdır. Kohut şöyle der: "Kendilik psikolojisi bakış açısından insan doğumdan ölüme dek kendilik nesnesi ortamında yaşar. İnsan tıpkı fizyolojik olarak hayatta kalması için çevresinde oksijene gereksinim duyduğu gibi psikolojik olarak hayatta kalması için de kendilik nesnelerine gereksinim duyar" (Aktaran Wallerstein, 1983).
Oysa klasik psikanalitik kuramlarda insan, olgun ve erişkin biçimiyle kendi içine kapalı bir sistem olarak düşünülür. Nesne ise bir kendilik nesnesi değil, kendi öz nitelikleri sebebiyle nesne sevgisiyle ilişkiye girilen bir yapıdadır. Böylece kendilik psikolojisi insanın asla tamamlanmamışlığının altını çizmektedir.
Bu kısa yazıda Kendilik Psikolojisinin özgün yönlerini psikanaliz tarihi içinde değerlendirmeye çalıştım. Ülkemiz okuru Kohut'un geriye dönük bir değerlendirmeyle "Dar Anlamda Kendilik Psikolojisi" adını verdiği ilk önemli eseriyle karşı karşıyadır bu elinizdeki kitapla. Kohut'un ikinci ve genel kuramı da yine bu dizide çıkacak olan Kendiliğin Yeniden Yapılanması ile ortaya konmuştur. Pskkanaliz çevrelerinde önemli tartışmalara yol açmış ve birçok analist tarafından bir dönüm noktası olarak değerlendirilen bu kitapların layık oldukları yeri bulmaları dileği ile.
Kaynakça
Cooper, A. (1983), "Psychoanalytic Inquiry and New Knowledge", Reflections on Self Psychology, New Jersey, The Analytic Press: 19-34.
Freud, S. (1931), "Female Sexuality", Standard Edition, 21. cilt: 225-246.
Klein, G. S. (1976), Psychoanalytic Theory, New York, Int. Univ. Press.
Lasch, C. (1978), The Culture of Narcissism: American Life in an Age of Diminishing Expectations, New York, Norton.
Sander, L. W. (1983), "To Begin With - Reflections on Ontogeny", Reflections: 85-104.
Stern, D. N. (1983), "The Early Development of Schemas of Self, Other, and Self with Other", Reflections: 49-84.
Stolorow, R. (1983), "Self Psychology - A Structural Psychology", Reflections: 287-296.
Stolorow, R. ve Lachmann, F. (1980), Psychoanalysis of Developmental Arrests: Theory and Treatment, New York, Int. Univ. Press.
Wallerstein, R. (1983), "Self Psychology and 'Classical' Psychoanalytic Psychology - The Nature of Their Relationship: A Review and Overview", Reflections: 313-337.