Ahmet Bozkurt, “Haset ve Şükran”, Virgül, Sayı 26, Ocak 2000
Freud sonrası psikanalizin önemli isimlerinden Melanie Klein, Haset ve Şükran adlı eserinde hasetin nasıl bir libidinal arzu içerisinden geçtiğini gösterir; hasetin yıkıcı itkilerin oral-sadist ve anal-sadist bir ifadesi olduğunu ve yaşamın başından beri etkili olan bu tavrın aynı zamanda bünyesel bir temele dayandığını ortaya koyar.
Çocuk analizinin ve aynı zamanda İngiliz "nesne ilişkileri" okulunun kurucusu olan Melanie Klein insan doğasının saldırgan yönüne özel bir önem atfeder. Ona göre, "nesnenin hasetle bozulması" demek olan paranoid-şizoid konumun sözel dünyasını bilince açmak ancak bilinçdışının dilini bilince tercüme etmek sayesinde gerçekleşebilir. Fakat bunun için de kendi bilinçli dünyamızın sözcüklerini kullanmamız gerekir. Dolayısıyla Klein açısından yıkıcı itkileri, haseti ve açgözlülüğü hafifleten etken, haz ve bunun yol açtığı şükrandır. Zira Kleincı psikanalizde nesne ilişkilerinin gelişimsel sürecinin ortaya çıkardığı içgüdüsel davranış kalıpları, kendilerine vücut veren fantazmatik içsel nesnelerin doğal sonucudur.
Çocuğun ilk nesne ilişkisine, yani annenin memesiyle ve anneyle ilişkisine özel bir önem veren Melanie Klein'a göre, eğer içe yansıtılan bu ilksel nesne "ben"de yeterince güvenli bir biçimde kök salabilirse olumlu bir gelişimin temelleri de atılmış olur. Doğuştan gelen etkenlerin de etkide bulunduğu bu gelişimsel süreç esnasında meme, içgüdüsel bir biçimde, besin kaynağı ve dolayısıyla daha derin bir anlamda yaşamın kaynağı olarak algılanır. Bu fiziksel ve zihinsel yakınlık sonrasında, yitirilmiş olan doğum öncesi anne-bebek birliği ve buna eşlik eden güven duygusu da yeniden kurulur. Doyurucu meme ile olan bu ilişki sonrasında çocuk tarafından iyi meme içe yansıtılır ve "ben"in bir parçası olur; böylece başlangıçta annenin içinde olan çocuk artık anneyi kendi içinde taşır hale gelir.
Orallikten kaynaklanan en erken nesne ilişkileri ve içselleştirme süreçlerinin belirli bir yönüyle ilgilenen Melanie Klein açısından memeyle kurulan ilk ilişkide dışsal etkenlerin çok önemli bir rolü vardır. Ona göre, eğer doğum zor geçmişse ve özellikle oksijen yetersizliği gibi sorunlar yaşanmışsa, çocuğun dış dünyaya uyarlanma sürecinde bir sarsıntı olur ve memeyle ilk ilişki elverişsiz koşullarda başlar. Çocuğun memeyle ilk ilişkisine hüsran ve doyumsuzluğun karışması kaçınılmazdır bu durumda, çünkü mutlu bir beslenme bile doğum öncesi anne-çocuk birliğinin yerini tutmamaktadır. Çocuktaki erken duygusal yaşamın, iyi nesneyi yitirme ve yeniden kazanma duygusuyla belirlendiğinin altını çizer Klein. Ona göre hem sevgi yetisi hem de yıkıcı itkiler bir ölçüde bünyeseldir.
Anne memesine duyulan ilksel hasetten söz eden Klein, haset duyulan ilk nesnenin de besleyen meme olduğunu söyler. Zira bebek bu memede kendi arzuladığı her şeyin bulunduğunu, memenin sınırsız süt ve sevgi verebileceğini, ama bunları kendi doyumu için alıkoyduğunu zanneder Klein'a göre. Arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil de ona haz verdiği inancının yol açtığı bir duygu olan hasetin o istenen şeyi sahibinden çekip almaya ya da bozmaya, kirletmeye yöneldiğini belirten Klein, açgözlülükten farklı olarak hasetin öncelikle anneye ve memesine kötülük atfetmek, kötü dışkıları ve benliğin kötü parçalarını anneyle ve memeyle bağlantılandırmak olduğunu öne sürer.
Hasetin mutluluk ve şükran duyma yetilerinin gelişimi üzerindeki etkilerini de betimler Klein; hasetin, bebeğin iyi nesneyi kurma yolunda karşılaştığı güçlükleri daha da artırdığını belirtir. Zira bebek, yoksun kaldığı doyumun kendisini hüsrana uğratan meme tarafından alıkonduğuna inanır. Hasetin nesnesi büyük ölçüde oral olduğu için, ilksel nesne olan anne memesi karşısında geliştirilen açgözlülük, nefret ve zulüm görme kaygısının da doğuştan gelen bir temeli vardır. Bu da, besleyici memeye duyulan hasetin ilksel nesneye yöneltilen saldırıları şiddetlendiren bir etken olduğunu göstermektedir.
Klein'a göre huzurlu ve kesintisiz bir beslenme sonrasında memede doyum ve kabullenme deneyimi ne kadar güçlenirse haz ve şükran deneyimlerinin sıklığı ve yoğunluğu da o ölçüde artar. Buna bağlı olarak bebekte bu sefer de karşıdaki nesneye haz verme isteği güçlenir. Bütün bu tekrarlanan nedensel süreçler şükranın en derin kaynağını oluşturmaktadır. Şükran duygusunun kökeni bebekliğin ilk evrelerindeki duygu ve tavırlara uzanmaktadır.
Melanie Klein haseti yaratan bünyesel etkenlerin yoğunluğundaki farklılıkları, Freud'un kaynaşmış ölüm ve yaşam içgüdülerinden birinin ya da ötekinin daha baskın olduğu hipoteziyle bağlantılı olarak açıklar. Bu iki içgüdüden birinin ya da ötekinin daha baskın olmasıyla "ben"in güçlü ya da zayıf oluşu arasında bir ilişki olduğunu düşünen Klein, aynı zamanda, "ben"in başa çıkmak zorunda kaldığı kaygılar karşısındaki gücünün de bir etken olduğunu belirtir. Bünyesel olarak güçlü bir "ben"in hasete kolayca yenilmeyeceğini ve iyi ile kötüyü bölmekte çok güçlük çekmeyeceğini söyler. Zira ona göre, "ben"in ve içgüdüsel dürtülerin gücünün belirlenmesinde doğuştan gelen öğelerin payı hiçbir zaman azımsanamaz.