"Beyoğlu ve Sinema", s. 9-17
Sinema, her ülkede, merkez olarak kendine bir kent seçer; bir büyük kenti ya da o ülkenin başkentini. Yaşamını o kente bağlayarak gelişir, yayılır.
Türkiye'de de sinema merkez olarak böyle bir kenti, İstanbul'u ve bu kentin tarihsel oluşumu ve özellikleri ile uygun bir bölgesini, Beyoğlu'nu (Pera'yı) seçmiştir. Bu ne keyfi ne de tesadüfi bir seçimdir, çünkü Beyoğlu tüm bir kentin, bir payıtaht'ın en özel bölgesidir. Aslında sinema, çoğu temaşa örnekleri gibi, Türkiye'ye Saray'dan girer, ordan da Beyoğlu'na geçer. Beyoğlu'nda durmaz hızla İstanbul'un başka bölgelerine sıçrar, ilkin gezginci, yerleşik olmayan gösteriler ve seanslarla.
Sinemanın, devingenlik kazanmış olan bu görsel gösterinin, bir tarih öncesi dönemi de vardır, ister Saray'da, ister konaklarda, yalılarda ve Pera'nın Hôtel Particulier'lerinde. Sinema öncesi, sinemayı hazırlayan bir dönemdir bu; durağan görüntülerin, peyzajlar'ın ve figürler'in optik oyunlar, hatta oyuncaklar sayesinde devingenlik kazandıkları, duvarlarda, perdelerde yansıdıkları bir dönem.
Bu dönemin bizdeki tarihi, örnekleri henüz ayrıntılı bir şekilde araştırılmadı (araştırılmayan başka birçok şey gibi), ama böyle bir dönemin varlığı, kaçınılmaz tarihsel bir süreç olarak kesindir, tartışma kaldırmaz ve çoğu yitik sayısız anılarda, gözden kaçmış, henüz değerlendirilmemiş kaynaklarda, sararmış gazetelerin küçük haberlerinde, ilanlarında yatmaktadır.
Acaba Edison'un Kinetoskop'larından kimler, nerede, neler izlemiştir? İlk sinema gösterilerinden önce ve Kinetoskop'lar henüz yokken sarayın hangi odalarında, hangi salonlarda, hangi yalılarda Zootrop'lar, Fenakistiskop'lar, büyülü lambalar seçkin topluluklara o sinema öncesi heyecanları yaşattı?
1843'te Galatasaray'da yerleşmiş olan bir sirkte Microscope Solaire (Güneş Mikroskobu) ve Le Grand Diorama (Büyük Diorama) sunuluyor, ünlü Naum Tiyatrosu'nda bir Cosmorama gösterisi yer alıyor (1855). 1882'de ise Fransız Doumlier, bir Lanterne Magique (Büyülü Fener) kullanarak, yarı belgesel yarı fantastik konuları içeren bir gösteri düzenliyor, tufan öncesi dünyayı gösteriyor, seyircileri dünyanın çevresinde bir yolculuğa çıkarıyor. Üç yıl sonra dönemin başka bir ünlü salonunda, Verdi Tiyatrosu'nda, ışıklı tablolar gösteriliyor. Aynı yıl başka bir Fransız, Louis Thierry, Théatre Français'de (Fransız Tiyatrosu) yer alan 20 tabloluk bir Diapanorama gösterisinde Türkiye çeşmelerini içeren 9 tablo sunuyor. Ve günün birinde, Cadde-i Kebir'de yükselen kocaman bir binanın, Ağacami'deki Appartments Luxembourg hanının bir odasında öncü bir sinemacı, Yahudi Matalon, gösteriler düzenlemeye başlıyor (1897). Yerini de iyi seçmiştir, çünkü ilerde o hanın altında Luxembourg sineması açılacaktır.
Bu gibi ilk gösteriler defalarca anlatıldı, anıldı, yazıldı ve tarih tekerrürden ibaret olduğundan, yeni belgeler ortaya çıktığında yeniden anlatılıp yazılacaktır.
Önceki yüzyılın sonlarında Pera'da ünlü bir fotoğrafçı vardır: adı Sigmund Weinberg'tir, yeri ise bugünkü Haşet kitabevinin yanıdır, Kumbaracı yokuşuna değin uzanır. Weinberg hem fotoğrafçı hem bir Fransız yapım şirketinin, amblemi horoz olan, Pathé Fréres'in, Pathé kardeşlerin temsilcisidir ve herşeyden önemlisi, çok yönlü bir kişidir. Hoş, o öncüler döneminde her sinemacı çok yönlü olmak zorundadır!
Weinberg'ten önce bir de Rum Vafiadis var, belki de Cinématographe ile ilk ilgilenen kişi. Vafiadis, Lumiére Kardeşler'den bir aygıt alabilmek için başvuruyor, oysa başvurusu sonuçsuz kalıyor.
Bir de Lumiéreler'in dünyayı dolaşan, kısa görüntüler çeken, gösteri düzenleyen operatör'leri var, Promio ve Fellix Mesguich gibi. Onlar da, başkaca yabancı İngiliz, Alman, İtalyan öncü sinemacılar gibi Türkiye'ye, İstanbul'a uğruyorlar, filmler, belgesel görüntüler, manzaralar, egzotik olaylar çekiyorlar. Büyük bir olasılıkla bu filmleri, Lumiére yapımı olan Trenin La Ciotat Garına Girişi, Bebeğin Yemeği vb. İstanbul'da yer alan yerleşik veya gezici gösterilerde oynatıyorlar. Yine de kesinlikle bilmediğimiz bir şey var: acaba bu operatör'ler herhangi bir gösteri düzenlemişler mi, ne zaman ve nerede?
Weinberg demek, Pera'da, Concordia'da ilk sinematograf gösterileri, Sponeck'teki halka açık, çok bilinen, defalarca anlatılan ilk gösteri demektir (şayet gerçekten ilk gösteri ise!). Gösterinin afişini, Fransızca metninden tekrar okuduğumuzda olay şu şekilde özetlenmiş oluyor:
SPONECK SALONU
GALATASARAY KARŞISI
BİRİNCİ KAT
YAŞAYAN RESİM
CANLI PROJEKSİYONLAR
DOĞAL BÜYÜKLÜKTE
TÜM PARİS'İ AYAĞA KALDIRAN
GÖRKEMLİ VE ŞAŞIRTICI GÖSTERİ
İLK KEZ İSTANBUL'DA
GÖSTERİLER HER GÜN
5,30; 6,30; 8,30 ve 9,30
PAZAR VE CUMA MATİNE
The Oriental Advertiser'ın Ocak 1897 ilanlarına bir göz attığımızda ek bilgiler elde etmekteyiz. Örneğin, 16.1.1897 tarihli ilan metninden "seyircinin, büyük bir ilgi ile, Sinevitograf'ın ışıklı projeksiyonlarını, canlı fotoğraflarını izlemekte olduğunu" öğreniyoruz. 22.1.1897 tarihli ilan-haberden de programın sık sık değiştiğini, halkın "bu garip canlı fotoğraf gösterisine" iyice ısındığını, Çar'ın Paris'e Varışı, Seine Nehrindeki Gemiler, Deniz Banyosu vb. görüntülerini çok tuttuğunu da öğrenmiş oluyoruz.
Sponeck Salonu ya da Birahane-Lokantası sinematografı bir atraksiyon olarak kullanıyor. 30.8.1898'de yayınlanan başka bir ilan-haberde, Sponeck'in artık sinema gösterilerinden koptuğu, son derece nezih ve Parizyen bir eğlence yeri olduğu iyice belirtiliyor. 18 Ağustos 1898'den başlamak üzere Sponeck'i, Fener'deki Kilburnu Oteli ile tanınan Nicolas Santopoulos işletiyor. Bay Santopoulos, Sponeck lokalini yeniden dekore ediyor, gerçekten şık ve konforlu bir şekle sokuyor. Servis kusursuzdur, yemekler taptaze, çeşitli bira ve şaraplar Orient Express'le getiriliyor. En önemlisi, birahane-lokantanın üst katında zevkle döşenmiş, iyi havalandırılmış, kusursuz servisli yatak odaları bulunmaktadır. Sponeck bir bakıma, Pera'nın bir çeşit Maxim'i oluyor, tüm hizmetleri ve zevkleri sunarak.
Bir on yıl daha geçiyor ve Sponeck —ki anımsatalım, yeri Galatasaray dönemecinde, Aynalı Pasaj'ın karşısındaki 15 No.lu binada bulunuyor, işlemeli, kabartmalı demir bir kapısı var; merak edenler kapı çerçevesinin üst kornişini halen yerinde görebilirler— şimdi Pandeli birahanesi olarak anılıyor; müziklidir, öğrencilere yöneliktir(?), hafta içinde saat 16'dan geceyarısına, pazar günleri ise sabah 10'dan 13'e ve 15'ten 24'e kadar açıktır. Sinematograf gösterileri, doğal olarak, çok gerilerde kalmıştır.
Sinema aynı yıl (1897) Pera'dan Galata köprüsünün öte tarafına, Fevziye Kıraathanesi'ne geçiyor. Yine de merkez ve hareket noktası bol ışıklı Pera'dır: Grande Rue boyunca açılan sinemalarla, ister Théatre Français'de, Varyete Sirk ve Tiyatrosu'nda, ister Odeon Tiyatrosu'nda düzenlenen gösterilerle. Ama gösteri denildiğinde yanlış anlaşılmasın, çoğu kez bu kısa süreli sinema gösterileri normal programın akışı içinde veya aralarda yapılıyor, hokkabazlar ve şantözler ile karışık.
1900'lerin ilk yıllarında yerleşik ve sürekli seans'lar yapan sinema salonları önem kazanmaya başlıyor Beyoğlu'nda. Salt sinema salonları değil kuşkusuz; bir de bu salonları açan, işleten, bu salonları yöneten ve bunlara film temin edenler var. Böylece bir ilk kuşak, bir öncü sinemacı-filmci birikimi ortaya çıkıyor, öyküsü henüz yazılmamış, yazarını, araştırmacısını, tarihçisini, hatta romancısını (neden olmasın?) bekleyen.
Weinberg ve Sponeck'teki ilk gösterinin sonrasına geçtiğimizde başkaca ilkler de sıralayabiliriz, dönemin Pera basınını, Moniteur Oriental ya da Levant Herald, yoksa La Turquie'yi karıştırarak:
1897'de Tepebaşı Tiyatrosu'nda (Théatre des Petits Champs veya Anphi) Yeni Sinematograf ve Sinevitograf gösterileri yer alıyor. Bir yıl sonra, yine Tepebaşı Tiyatrosu'nda, Rusya'dan gelmiş olan Christoff, Grand Diorama'yı (Büyük Diorama) sunuyor, Rum Psihuli kardeşler ise İngiliz Yeni Sinematograf'ını tanıtıyorlar ve Odeon Tiyatrosu'nda Diorama halen gündemde.
Le Moniteur Oriental'in 25.3.1897 tarihli sayısında, Tepebaşı Tiyatrosu'ndaki gösteriler şu tür bir ilanla bildiriliyor:
"Yeni Edison sinematografi ilginç gösterilerine cumartesi 27 Mart'tan itibaren Tepebaşı Belediye Tiyatrosu'nda başlayacaktır. Bu sinematograf, bugüne kadar izlediklerimiz arasında, en kusursuzudur. Etkileri gerçekten şaşırtıcıdır, tümü ile canlı ve doğal boyutlarda görüntüler görülüyor. Seanslar her gün saat 5, 6, 7 ve 8'de. Saat 9'dan sonra giriş yalnızca tiyatro seyircileri için olacaktır. Bilet fiyatları 3 kuruş, çocuklara 2 kuruş."
1900 yılında, Beyoğlu Sirki'nde, Contin Souza, Royal Cinematograph'ı tanıtıyor, 1902'de Tepebaşı Tiyatrosu'nda American Biograph var, 1906'da aynı yerde Pathéographe.
30.11.1898'de Le Maniteur Oriental şu haberi yayınlıyor:
"Pera Sirki'nde, pek yakında, daha önce Pera Palas'ta sergilenen şahane sinematograf ve fonograf-konser'in gösterileri başlayacaktır. İlerdeki bir ilanla program ve başlangıç günü bildirilecektir."
İlginçtir ki, Beyoğlu'nda yer alan ilk gösterileri kurcaladığımızda, Pera Palas oteli sık sık karşımıza çıkmaktadır.
İlk sesli sinema da İstanbul'a kısa süre içinde varıyor, ilk örneklerini sergiliyor: 1907'de Odeon Tiyatrosu bu tür bir gösteri düzenliyor Excelsior yöntemi ve patenti ile; 1908'de Varyete Tiyatrosu'nda benzer bir deney yapılıyor ve kullanılan yöntem Le Synchronisme adını taşıyor.
Sırada aynı dönemde yer alan başkaca, kısmen değişik gösteriler ve uygulamalar var:
Théatre des Petits Champs'da gözbağcısı Bernard, çalışmalarının gizlerini açıklamak amacı ile, gösterileri arasında kısa bir film gösteriyor (1900), aynı sahnede Pera Palas'ın müdürü Mellier bir Animatograf gösterisi düzenliyor, otelin jeneratörünü kullanarak. Said N. Duhani'ye göre o dönemde diğer sinemalar (daha doğrusu diğer gösteriler) asetilen ile hidrojen karışımı bir ışıklandırma ya da asetilen lambaları kullanıyorlarmış.
Varyete Sirk ve Tiyatrosu'nda düzenlenen başka bir gösteride tiyatronun müdürü Ramirez, Biographe marka bir aygıt kullanarak, Eyfel Kulesine Çıkış (L'ascension a la Tour Eiffel), Bay Emile Loubet, Longchamp'daki 14 Temmuz Töreninde (Mr. Emile Loubet a la revue du 14 Juillet), Kül Kedisi (Cendrillon, 16 tabloluk bir masal) ve Büyük Ada'daki Yelken Yarışları (Les regates de Prinkipo) ile Kâğıthane'de Bir Cuma Günü (Kiathane un vendredi) adlı kısa görüntüleri sunuyor.
Burada ilginç bir durum çıkıyor karşımıza: bu Büyükada ve Kâğıthane görüntülerini kimler çekti? Bilmediğimiz bir Türk öncüsü mü, yoksa yine bilmediğimiz bir yabancı öncü kameraman veya dönemin deyimi ile, sinema operatörü mü?
Sinemanın, halen bir varyete atraksiyonu sayıldığı ve kullanıldığı bir dönemdir bu. Nedir ki Cadde-i Kebir, kısa bir süre içinde, ayrıntılarına başka bir bölümde geçeceğimiz, adeta dizi halinde sinema salonları ile donatılmaya başlanacaktır: Pathé (1908), Eclair (1909), Ciné Palace (1914), Ciné Magique (1914) ve geçen yıllarla Electra (1920), Elhamra (1922), Opera (1924) ve kimi kalmış, kimi göçmüş, kimi unutulmuş, yeri yurdu adeta pek belli olmayan Galatasaray'da İngiliz Büyük Elçiliği karşısında olduğu söylenilen Universal gibi.
Frenkçe adlar taşıyan, adlarını 30'lu yılların başlarında Türkçeleştiren bir dizi salondur bunlar. Frenkçe adlarla açılan bu sinemaların çoğu müşterisi de tipik Pera müşterisidir, sinemayı ilkin şaşırtıcı bir teknik olay olarak karşılayan, daha sonra son derece çağdaş bir gösteri, sonunda toplumsal ve şık bir gösteri, bir eğlence olarak benimseyen. Böylece bu müşteriye uygun, onun zevkine uyan, onun beğenilerinin doğrultusunda olan salonlar inşa edilip dekore edilmiş, yine bu doğrultuda programlar düzenlenmiş, filmler seçilmiş, türler ve yıldızlar tanıtılmıştır.
Tiyatroya, operaya, konserlere, balelere, varyete ve caffé chantant'lara daima kucağını açan, daima destekleyen ve besleyen Pera, sinemanın da örnek, hoşgörülü bir alıcısı oluyor. Alıcı olmakla da yetinmiyor, Türkiye'de sinema olayının nabzı oluyor, adeta kaderini çiziyor. Abartı gibi görülse de değildir: Anadolu işletmesi, bölge dağıtımı denilen olayın henüz emeklediği bir dönemde (ki bu dönem 30'lu yılların başlarına kadar gidiyor), filmler özellikle İstanbul için seçiliyor, İstanbul'da değerlendiriliyor, İstanbul'da parlayıp sönüyor.
Bu filmleri değerlendiren, başta Beyoğlu seyircisi olmak üzere, İstanbul seyircisidir. Frenkçe adlar taşıyan bir dizi sinema salonu ve Frenkçe adları olan bir dizi eski kuşak sinemacı-filmci: Spiridis, Papayanopulos, Eisenstein, Hubesh, Nomico, Chryssos, Bonaldi, Silberman, Habib, Collaro, Taranto, Castro ve benzerleri. Şu var ki dışalımın ve gösterimin gerçek majors'ları, Seden Kardeşler, İpekçi Kardeşler, Cemil Filmer, Halil Kâmil ve Pekin'ler oluyor; dünden bugüne uzanan bir çizgiyi, bir sürekliliği oluşturarak, yerli sinemanın oluşmasına katkıda bulunarak.
Sinemanın nabzı Cadde-i Kebir'de atıyor, artan bir hızla, kesilmeyen bir hızla, bugüne değin varan bir hızla. Ve bu nabız başlangıçta kozmopolit, Peralı ve evet, Levanten oluyor.