ISBN13 978-975-342-042-6
13x19,5 cm, 216 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Neyire Gül Işık, "Sunuş"tan, 1993, s. 7-16

"hepsi beyhudeymiş / ey vatanım / henüz vaktimiz varken / gel dostça ayrılalım"

– J.G., Kimlik Belirtileri
Juan Goytisolo:

İber Yarımadası'nın aykırı çocuğu

İspanyol İç Savaşı'nın evladı

"Lanetlenmiş 1950 Kuşağı"nın üyesi

Dünya yazınının göçebesi

Batı ile Doğu'nun ortasında, bir garip marjinal Avrupalı

Kargaşalı, bunalımlı çağımızın kaygılı tanığı

Başyapıtını, kendi benliğinin ve 20. yüzyılın son üç çeyreğinde dünyamızın tarihçesini, kaosun öyküsünü, dur durak bilmeyen tedirgin yaşamıyla yazan romancı.

Juan Goytisolo, yeryüzünde bir sürgün:

"nesneler, topraklar ve Tarih üstüne ders

hiçbir hisse çıkarılmayan kıssa

sürgün coğrafyası yalnızca"

Barcelona - Havana - Paris - Marakeş - İstanbul - New York - Mali - Ürdün - Kanada - Marakeş - Paris - Moskova - Erzurum - Mali - İstanbul - Kahire - Mekke - Bağdat - Boston - Konya - Marakeş - İstanbul - Madrid - Kapadokya - Paris - Almería - Londra - İstanbul - Paris - Tanca - İzmir - Marakeş - Colorado - İstanbul - Berlin - Meksika - Özbekistan - Paris - Tahran - Marakeş:

Özgün "zihinsel coğrafya"sının ayrıcalıklı mekânlarının birinden öbürüne mekik dokuyarak, o coğrafyayı kırk yıl boyunca kendi içsel nedenleriyle oluşturarak, "Yurtsuz Juan'a göre dünya"yı yeniden biçimlendirerek.

Bir diyardan öbürüne, kimi kez gezgin, kimi kez sürgün, kimi konferansçı, kimi öğretim üyesi, kimi gözlemci, kimi gazete ya da TV muhabiri; kendince, kendi ruhunun derinliklerinden, kişisel tarihçesinin karanlıklarından kaynaklanan bir şeylerden kaçarak, adını henüz koymadığı vazgeçilmez bir şeyleri, belki de başka isimler, başka biçimler altında yine o kaçtığı şeyleri, yine tedirgin edici derinliklerin, karanlıkların bu kez değişik belirtilerini arayarak, kovalayarak.

Doğduğu, büyüdüğü, mutlu olamadığı, sevdiği, reddettiği İspanya'dan, ona karşıt ya da benzer başka diyarlara –belki de yine, belki de hep– İspanya'ya: kendi cehenneminden başkalarınınkine, kendi cehenneminin izlerini tutkuyla kovalayarak, kendi cehenneminin silinmez damgasını taşıyarak, sorumlulukla üstlenerek, kimi zaman kimlik belirtilerini gururla savunarak; kendini aldatmaya hiç razı olmaksızın, her avunmayı ödünsüzce reddederek, yine de ömrünü kendini, anayurdunu, dünyayı değiştirmeye, kendi anlayışınca daha iyi, daha dayanılır kılmaya, varlığının –tüm varlığı olan kaleminin– olanca gücünü doğru bildiğini haykırmaya adayarak.

Juan Goytisolo'nun öyküsü, yaşadığı ve –kaçınılmaz biçimde– yazdığı öykü, bağışlanamaz aşağılamaların, benimsenemez gerçeklerin, umarsız bulanık arayışların, gerçekleşmeyecek düşlerin, ödünsüz bilincin, yıkıcı hesaplaşmaların, uzlaşmazlığın öyküsüdür.

Büyük İspanyol yazarlarının tümü gibi, fazlasıyla karmaşıktır Juan Goytisolo (bu arada bizim yabancısı olduğumuz, geleneksel Avrupa kültürüne kıyasla önemli ayrılıklar sergileyen bir kültürün insanı olduğu unutulmamalı). Kimi kez –neredeyse– ürkütücü bir yaşamsal gücün fırtınası uğuldar yapıtlarında, özellikle kurmaca olanlarda: Ancak kurmaca ile somut gerçeğin sınırını belirsiz bırakır, asla kesin bir çizgi çizmez, nokta koymaz asla. Sürekli değişen dünyamızın bağlamında sürekli evrim, başkalaşım içindedir o da. Zaten gerçeğin gözlemi kurmacaya açılan kapıdır bu yazarın dünyasında: Düşlem hep somut, ilkel, yadsınamaz bir gerçeklikten havalanır, kanatlanır, ta uzaklara gider, düşe, hummaya, hezeyana varır.

Ama o nitelikler, karmaşıklık, belirsizlik ve arasız değişim, sürekli oluşum aslında yaşamın özünden kaynaklanan niteliklerdir. Çelişkileri, onulmazlıkları, çaresizlikleri, düşleriyle, anlatılmazlığıyla yaşamı yakalar yazarımız: kimi Paris'te, kimi Marakeş'te, kimi İstanbul'da.

Elbette ki, sürgit sürgün konumu gibi, o ayrıcalıklı mekânların benimsenişi de, yaşama yaklaşım, yaşayış, yaşamı kovalayış biçimleri de belli –ve çok ıstıraplı– kişisel seçimlerin sonucudur; kendini öylece "hayatın ırmağına terkeyleyiş"in değil.

Yazarın irdeleyip anlatmayı hedeflediği budur zaten: karmaşıklığı basite indirgemek, herkesçe benimsenir türden bir –ya da birçok– çözüm getirmek değil, benliğindeki ve çevresindeki kaosun nedenlerini gün ışığına çıkaran dikkatli bir kazı işlemine girişmek.

Öylesine amansız bir irdelemedir ki göze aldığı, kendi kendine ve okuruna zorla benimsettiği, sonunda hiçbir şey, hiç kimse –ne kendi kişiliği, ne aile ortamı, ne kenti, ne ülkesi, ne ulusal tarihi, ne geleneksel kültürü– sağlam çıkamaz, parçalanmadan, yara almadan kurtulamaz neşterinden.

Juan Goytisolo'nun gözünde bunun içindir insanın zekâsı, aydının çabası, yazarın kalemi; bunun içindir hangi kalıpta, hangi türde olursa olsun –hem "tür" denilen ne ki?– yazın uğraşı: Bin yıllık putları kırmak, yüzlerce yıllık "doğru"ları yalanlamak, "tuğla gibi yekpare" gerçekleri unufak etmek, basmakalıp "fikir"lere alayla gülümsemek, önyargıları "çorap gibi" tersine çevirmek, "kuşku uyandırmak için".

Bir yandan Socrates'ten beri süregelen irdeleyici-eleştirici Batı düşüncesi geleneklerinin çetin mirasçısı, öte yandan kargaşalı Postmodernizm çağının kuralları küçümseyen, türleri kaynaştıran özgün, tedirgin, tedirginlik verici yaratıcısıdır Goytisolo.

İber Yarımadası'nın olanca karmaşıklığını ve çetinliğini, ürkütücü sertliğini sunar size, aynı zamanda yürek sızlatıcı duyarlığını: Her şey şiddetli ve yoğundur onda, sapmalar, kopmalar, dönüşler, savunmalar, benimseyişler, arayışlar… Ama hiçbir aşağılayıcı suçlama yoktur; yersiz saldırganlık yoktur, zihinsel alışkanlıkların tatlı, oyalayıcı güvencesine saygı olmadığı gibi…

Juan Goytisolo, denemelerinde olsun, romanlarında olsun, bir yandan Ortaçağ'a dek uzanan, daha doğrusu o tarihin çağımızdaki uzantılarını yakalayan, bir yandan 20. yüzyılın ikinci yarısında gezegenimizin üstünde yolculuklarıyla çizdiği, özgün bakış açılarından anlamlandırdığı geniş, değişik –bu arada son derece kişisel– bir ufku sezinletir okuruna.

"Sizce yaşam nedir?" diye sormuştum ilk söyleşimizde, İstanbul'un orta yerinde bir kahvehanede. Gözlerinin ta dibinde bir yeşil alev parlayıp söndüydü bir an:

"Bunu bilsem, yazı yazar mıydım ben?"

Yazarımız yaşamın anlamını kendi onulmaz-uzlaşmaz yalnızlık ve marjinallik konumundan yola çıkarak çözmenin, daha doğrusu yaşamı öyle anlamlandırmanın bizi gerçeğe yaklaştırdığını, insanı daha güvenle, daha uzağa ilettiğini keşfetmiştir: Geleneksel görüşler çerçevesinde "merkez" sayılan, "merkez" sanılan kavramların, yerlerin, ortamların kenarında-kıyısında kalmanın kendisini daha önce fark edemediği –çok daha değerli ve geçerli olan– birçok şeye yakınlaştırdığını fark etmiştir.

Böylelikle sürgün bir zenginlik kaynağına dönüşmüştür: Hem olanca değişkenliği ve çoğulluğuyla yeryüzünün tamamı bir tür sürgün yeridir aslında:

"Yalnızlık eğitimim uzun sürdü," der, "ama verimli oldu."

"Ben: Yazar

Ben: Yazı"

"Yaşam" ile "yazı"nın, "düşünme" ile "düşleme"nin sıkı bağlantısı tüm yazarlar için geçerlidir; ancak söz konusu olan Juan Goytisolo olduğunda, o edimler özdeştir, aynı sürecin başlangıç ve sonuç aşamalarıdır. Aslında sonuç da hiçbir zaman kesin değildir, yeniden başlangıca gönderir:

"Yaşamak, tam anlamıyla öyküyle yaşamak: öylece, asla son bulmayan bir öyküyle: sürgit yıkılıp yükseltilen ağırlıksız sesli yapı: gündüz gece dokunup sökülen Penelope örgüsü: kumdan kale denizin kendiliğinden gelip süpürdüğü."(1)

Hep kendisini anlatır Juan Goytisolo, anlatılarının sürekli yapısını oluşturan söyleşi içseldir: "Ben" de kendisidir, "sen" de. Ama o anlattığı "kendisi" belli tarihsel ve coğrafi yerlemlerde konumlanmış, belli bir ruhsal ve bedensel yapıda gerçekleşmiş bir öznedir: düşünen, irdeleyen, başkaldıran, o yerlemleri, o yapıyı sürekli sorgulayan, reddeden, kimlik belirtileri'ni araştıran bir özne:

"Kökler, çetin bir sorun…" diye söze başlamıştım bir konuşmamızda.

"İnsan ağaç değil ki," diye kesmişti, "kalkar, yürür gider."

Yazarın aradığı kimlik belirtileri yalnız kendisinin değil, Avrupa ile Afrika, Doğu ile Batı, çağdışı dikta ile tüketimci liberal demokrasi arasında kalmış ülkesinin, hatta bir yandan insan haklarını gündeme getiren, öte yandan dünkü sömürgeciliğini değişik biçimleriyle bugün de sürdüren Avrupa toplumlarının kimlik belirtileridir: Kapsamı sürekli genişleyen ve çağımızın çelişkili gelişimini de izleyen bir arayıştır bu.

Seçkimizi sunarken yazarın yaşamına geniş bir yer ayırıyoruz; bunun bir nedeni yaşamını verirken, her zaman özyaşamsal olan yapıtlarından da kesitler vermek; bir nedeniyse, biz bu gezegen yurttaşlarının –özellikle de Avrupa ve Akdeniz kesimlerinde yer alanların– kırk yıldır içinde çalkalandığımız tarihsel ortamın, boğuştuğumuz sorunların da çeşitli yönleriyle o yaşamda yansıyor olması.

Yazar ve Ülkesi: Ulusal Tarih ve Kişisel Tarihçe

Juan Goytisolo'nun yapıtı kişisel tarihçesinden soyutlanamayacağı gibi, o tarihçeyi her an canlı ve dokunaklı kılan da İspanya tarihinden ayrılamayışıdır. "Dövüşken yalnızlığı" içinde yazarın benliği ülkesinin gelişimiyle şiddetli bir karşıtlık bağıntısı içinde gelişmiştir:

"vatan tüm kötü alışkanlıkların anasıdır: illetten tedavi olmanın en hızlı ve etkin yolu onu satmak, ihanet etmektir: nasıl mı satmak? ister pahalı ister bedavaya: kime mi? en yüksek peyi kim sürerse ona: ya da, verip kurtulmak ağulu armağanı, onu hiç bilmeyene, bilmek de istemeyene: ister zengine ister yoksula, umursamazın tekine ya da bir âşığa: salt ihanet zevki yeter: bizi belirleyen, bizi tanımlayan, istemeden bizi bir şeyin sözcüsüne dönüştüren: üstümüze bir yafta yapıştıran, bize bir maske yakıştıran ne varsa ondan sıyrılma zevki uğruna (…) haraç mezat satmak her şeyi: tarih, inanışlar, dil: çocukluk, manzaralar, aile: fırlatıp atmak kimliğini, sıfırdan başlamak: Sisyphos olmak, aynı zamanda, kendi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu"

Yapıtlarının bütünü Avrupa Edebiyat Ödülü jürisince "ülkesine duyduğu yürek paralayıcı sevginin ürünü" olarak nitelenen(2) yazarın isyanı aslında İspanya'nın özüne yönelik değildir: ülkesine ve kendisine zorla benimsetilmek istenen çarpıtılmış ulusal ve kişisel kimliğe; olabilecek, olması gerekli olanın olamayışınadır. O kimliklerin yapaylarından kaçtığı oranda gerçeklerini arar.

Bunca karmaşık ve çelişkili bir ortam-birey ilişkisini kavrayabilmek için çağdaş İspanya'nın tarihsel olaylarına ve toplumsal evrimine değinmemiz gerekiyor.

Juan Goytisolo, çağdaş tarihçi Javier Tussell'in "kan çocukları" diye tanımladığı(3) 30'lu yıllar kuşağındandır.

"Aile kavramı benim için anlamını yitireli yıllar oldu," der; erkenden ölen ve sonuçta hep bir yabancı olarak kalacak annesinden çok, "İç Savaş'ın, onun kutsal kurtarıcılık iddiasının, zalim kininin, ülkenin bağrını deşip gün ışığına döken ve gençliğinde kendisine bir daha dönmemecesine uzaklaşma isteği veren o talihsiz koşullar bütününün evladı olduğunu" söyler.

Beklenmedik Cumhuriyet, Beklenen İç Savaş

1931 Ocağı'nda Barcelona'da varlıklı bir burjuva ailesinden doğan Juan Goytisolo'nun aslında "Cumhuriyet çocuğu" olması gerekirdi. Çünkü aynı yılın 19 Şubatı'nda yapılan genel seçimlerle, yedi yıl sürmüş general Primo de Rivera diktasının ardından, beklenmedik bir biçimde olgunluk ve sükûnet içinde, İspanya'nın ikinci cumhuriyeti kuruluverdi. Ne var ki iç politika ortamı çok gergindi ve ülkede kutuplaşmaların, kardeş kavgasının, ayrılıkçıların tarihi artık yüzyılı aşıyordu, "İspanyol Kabilliği" çeşitli kişi ya da kesimlerin tüm iyi niyetli girişimlerine karşın her fırsatta kendini gösteren kemikleşmiş bir yapıya dönüşmüştü. Toplum Ortega y Gasset'in ünlü deyişiyle "su geçirmez bölmeler" toplamına dönüşmüş, felakete iletecek eğik düzleme aslında çoktan girilmişti.

Öte yandan, krallığa dayalı diktadan, tam bir demokrasi deneyimsizliğiyle, serbest genel seçime dayalı cumhuriyete sıçramak olmayacak bir düştü. Gerçekten de acısız doğan cumhuriyet altıncı yılını doldurmadan bir kan ve gözyaşı selinde boğulacaktı.

Cumhuriyet yönetimi kurulur kurulmaz Kilise'nin hasımlığıyla karşılaştı, ülke tarihinin Ortaçağ'dan beri değişmez öğelerinden biri olan "Haçlı ruhu" bir kez daha uyanmıştı. Karşı tarafın tepkileri de aynı şiddette oldu, daha cumhuriyetin ilanından bir ay bile geçmemişti ki, Madrid'den başlayarak dinsel kuruluşlara şiddetli saldırılar gerçekleştirildi, tüm ülkede yüzü aşkın manastır ve kilise ateşe verildi. Ekim ayında başbakan seçilen Manuel Azaña büyük yankılar yapan ve şiddetli tepkilere yol açan ilk söylevinde şöyle dedi:

"İspanya Katolik olmaktan çıktı. Dolayısıyla siyasal sorun devleti, İspanyol halkının ulaştığı bu yeni tarihsel aşamaya uygun düşecek biçimde düzenlemektir.

"İspanya'da milyonlarca dindar Katolik bulunduğunu tartışmıyorum; ama bir ülkeyi, bir halkı, bir toplumu dindar kılan şey dindarların ya da dinsel inanışların sayısal toplamı değildir, o insanların zihinsel ürünlerinin biçimidir, kültürlerinin izlediği doğrultudur."(4)

İnanç özgürlüğüne dayalı laik devletten yanaydı Azaña; iki ay sonra hazırlanan yeni anayasa da aynı doğrultuyu izledi: "İspanya, özgürlük ve eşitlik ilkelerine göre düzenlenmiş bir demokratik emekçiler cumhuriyetidir" deniyor, Kilise ile devlet kesin olarak birbirinden ayrılıyor, dinsel temele dayalı eğitim kaldırılıyordu.

Bu arada bölgelere kendi özerklik statülerini isteme hakkı tanınıyordu; böylece Barcelona'nın başkenti olduğu Katalonya öteden beri uğrunda savaşım verdiği özerk yönetimine kavuştu, eğitim geliştirildi, çağa uyduruldu.

Sonuçlar ise beklendiği denli parlak olmadı: İyi niyetli ve kararlı tavrına karşın, hükümet sağ kesimi kendisine düşman ettiği gibi, sol kesimi de karşısına aldı, her iki yandan giderek kaygı verici boyutlara ulaşan saldırılara hedef oldu.

1934 yılında şiddet olayları vahim bir tırmanış gösterdi: Madrid'de ilk faşist örgütlenmeler başlarken, sonbaharda kuzeyin maden bölgesi Asturias'ta ve Katalonya'da devrimci eylemler patlak verdi.

"Devrimci savaşımın ideallerine ve aşırılıklarına teslim olmuş o kan ve barut Barcelonası" yazarımızın sonradan anlamlandırıp değerlendireceği ilk çocukluk anılarını oluşturdu.

Goytisolo ailesi sınıfsal konumu gereği sağ kesimde yer alıyordu; büyükbabasının babası Bask Ülkesi'nden Küba'ya gitmiş, özellikle bol ucuz işgücü olanaklarından yararlanarak kısa sürede şekerkamışı tarımından büyük zenginlikler elde etmişti. Büyükbabası ise ülkesine geri dönmüş, geniş topraklar satın aldığı Katalonya'da yerleşmişti. Ufak bir kimyevi ürünler fabrikasının sahibi olan babası "köklü sağcı inanışlarına bağlı, dürüst bir patrondu, sonunda ülkenin üstüne görülmedik bir şiddetle çullanarak onun da, herkesin de felaketi olacak bir fırtınayı bir süre ihtiyat ve ustalıkla savuşturmayı başardı."

1936 yılını yirmi beş milyon İspanyol bir tür kadercilikle iç savaş beklentisi içinde geçirdi. Tarihçi Rafael Abelle Bermejo o günleri şöyle anlatır:(5)

"İspanyollar'ın, ülkenin bir iç savaşın dehşetine gömülmüş bulunduğunun bilincine ne zaman vardıklarını belirlemek güçtür. O günlerde siyasal kalıplar basite indirgenmişti, kavramlar ilkelleşmiş, yalnız dost-düşman ikilemi ile karşıt olmanın rahat konumu kalmıştı. İnsanların önermeden çok reddetmede birleştikleri zamanlarda olduğu gibi, 'faşizme karşıt' ya da 'Marksizm'e karşıt' damgası kolaylıkla vurulabiliyordu. 'İspanya' ile 'Karşı-İspanya'nın yüz yüze bulunuşu evrensel sayılan ya da ulusça paylaşılan bazı değerlere olan tüm duyarlığın yitirilmesine yetmişti."

17 Temmuz'da İspanya'nın Afrika ordusu Cumhuriyet'e karşı ayaklandı. Ertesi gün ordu komutanı General Franco İspanyollar'a başkaldırının anlamını ve amacını açıklayan bir radyo mesajı verdi.

Juan Goytisolo'nun "varlığından bile habersiz bulunan, ama yaşamını babasından daha fazla etkileyecek olan adam", beş yaşındayken hayatında korkunç bir hayalet gibi belirivermişti böylece.

Barcelona Cumhuriyetçiler'in kesimindeki başlıca merkezlerden biriydi. Aile dört küçük çocuğuyla, kırdaki villasına taşındı, savaşın ilk yıllarında herkes gibi giderek güçleşen yaşam koşullarına ayak uydurmak zorunda kaldı. Bir süre tutuklanan babanın sağlığı sarsıldı, evine ömür boyu yakasını bırakmayacak bir hastalıkla döndü.

Notlar


(1) Makber, s. 219. Burada sunduğumuz çeşitli uzunluktaki alıntılar yazarın özyaşamsal nitelikli yapıtlarındandır (Kimlik Belirtileri, Kont Don Julián'ın Aklanması, Yurtsuz Juan, Makber, Savaş Sonrası Görünümleri). Yukarı
(2) Ödül jürisinin gerekçeli kararı için bkz. Anthropos dergisi Juan Goytisolo konulu özel sayısı, no. 60-61, Nisan-Mayıs 1986, s. 44. Yukarı
(3) Javier Tussell, Los hijos de la sangre, Espasa-Calpe, Madrid, 1986. Yukarı
(4) Bu alıntı ve genelde İspanya'nın kısa çağdaş tarihi için bkz. Gül Işık, İspanya, Bir Başka Avrupa, Metis Yayınları, İstanbul, 1991. Yukarı
(5) Rafael Abelle Bermejo, "El tránsito de la sublevación a la Guerra Civil", Revista de Occidente, no. 65, Ekim 1986, ss. 67-78. Yukarı

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X