Umur Talu, “Biraz cesaret”, Milliyet, 3 Aralık 1996
Jonas, Parisli bir ressamdır. Kendi halinde, ünsüz bir ressam. 35'inde birden bire "keşfedilir". Tabloları satmaya başlar.
Ünü arttıkça çevresi dolup taşar ama bir süre sonra, "değerlendiği" hızla "değersizleşmeye" yüz tutar. Çevresi boşalır...
Öykü, "sessizce düşen" Jonas ölmek üzereyken (doktor "iyileşecek" diye umut verdiği sırada), yakın arkadaşı Rateau'nun yan odada Jonas'ın üstünde çalıştığı son tabloyu bulmasıyla biter:
"Rateau bembeyaz tuvale bakıyordu, ortasına, sadece ortasına Jonas, pek küçücük harflerle, zorla okunabilen, ama dayanışma mı yoksa daima yalnız mı olduğu anlaşılamayan bir sözcük yazmıştı sadece". (Albert Camus, Sürgün, Jonas ya da Sanatçı İş Başında, sayfa 179, Varlık Yayınları, 1973)
Ah tercümenin kaçınılmaz çıkmaz sokağı!
Türkçede "dayanışma" ile "yalnız"ın da, "daima yalnız"ın da, kötü okunan bir yazıda bile birbirine karışması pek zor.
Oysa Camus'nün ana dilinde, bunlar birbirinin zıddı bile olsa, yazıda da, toplum hayatında da birbirlerine dönüşebilmesi, birbiriyle ilişkide olması mümkündür:
"Solitaire" (soliter), yani "yalnız" ile "solidaire" (solider), yani "dayanışmacı".
Yazımlarının yakınlığına karşın, birinin kökeninde "tek olmak", diğerinde ise "sağlam olmak" bulunur.
Sadece biraz kötü bir yazı ve t mi, d mi yazıldığının anlaşılamaması bu iki zıt kelimeyi birbirine karıştırmaz; hayat da ikisi arasında salınıp gider.
Köleler "tek başlarına" özgür olabilmek için "dayanışma" halinde ayaklanırlar.
"Toplumsal" gelişme dediğimiz de, ekonomik veçhelerin yanı sıra, bireylerin "kişisel" hakları için "toplu" mücadelesiyle çizilmemiş midir?
. . .
Aslında, Sürgün'ü yıllar önce Türkçesinden okuduğumda bu zıtların birliğini kaçırmışım ki hiçbir iz bırakmamıştı.
Ondan epey sonra bir başka kitapta farkettim ve Jonas'ın iyi okunmayan yazısı o zaman anlam kazandı.
Rollo May, Yaratma Cesareti isimli kitabının (Metis, 1987) "Toplumsal Cesaret" bölümünde, ressamın (daha doğrusu Camus'nün) bu kelime oyununa atıf yapıyordu.
Gerçi temel konusu ikili ilişkilerdi... Ancak orada, "ilk psikanalistlerden" dediği Otto Rank'tan aktardığı iki "korku"nun, "solitaire"le "solidaire" arasındaki salınımın kaynağı olduğunu söyler.
"Yaşam korkusu" bir başkasına dayanma ihtiyacını doğurur. "Ölüm korkusu" ise, benliğini, özerkliğini, bağımsızlığını yitirme endişesidir.
May, "Eğer kendimizi gerçekleştirmeye doğru ilerleyeceksek" der, "zorunlu olan bu iki korkuyla yüzleşmek ve kişinin sadece kendisi olmasıyla değil, diğer benliklere katılımıyla da gelişeceğinin farkında olmaktır."
Çünkü, "toplumsal cesaret bu iki korkunun yüzyüze gelmesini gerektirir."
Korkunun öteki yüzü, kendi zıddı olan "cesaret"tir.
. . .
"Ölüm korkusu"yla yüzleşip karşısına "yaşam korkusu"nu dikmenin, (Türkçe yazımları ve tarihi anlamları pek yakın olmasa bile) "solitaire"den "solidaire"e hızla geçmenin gerektiği günlerdeyiz.
Sessizce "tek tek" düşmemek için, birlikte bağırarak "sağlam" olmak gereken günler.
Biraz korkun lütfen...
Ve lütfen biraz cesaret.