| ISBN13 978-975-342-146-1 | 13x19,5 cm, 62 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | "Cellatsız", s. 29-31 "Kötülük yapmamak mecburî, iyilik yapmak seçmeli..." – Cem Sadıkoğlu Bir arada yaşamanın gerginliğini yumuşatacak şahsî sığınaklar, toplumun değişmesiyle paralel olarak gözden geçirilmeli. Fakat, bu gözden geçirme/mesafe alma çabası için gereken güç nereden bulunacak? Başkasının hiçbir şekilde suçlanamayacağı ilke olarak kabul edilse ve suçlamanın yöneltilebileceği daha soyut (dolayısıyla daha ulaşılmaz) failler bulunsa dahi, mesele suçlu arama değil, bağışlanmadır. Bağışlanmanın hiçbir işareti görülemeyeceğine göre, imtina, bu bilinmezliğin tarafımızdan telafi edilmesi yönünde bir çabadır. Başkalığıyla büyüleyen telaşsız mevcudiyeti seyredalmak, bu koşullarda, firarsız mümkün değildir. Suçu sabit olmayan firarî, "istikbaline baktıkça mücrim gibi titrer", ama mazisindeki hayaller yüzünden hiçbir mercie teslim olamaz. Suçlu, insan değil, insanlık durumudur. Mesele, kimin suçlu olduğu değil, kendisi suçlu olmamaktır. Bir zamanlar, saptanan suçlulara karşı olmamanın da suçlularla bir olmak anlamına geldiğini düşünüyordum. Tam da bu yargı mercii olma iddiasıyla yapılan adaletsizlikleri talileştiren acı bir yenilgi sonrasında, müstafiliğe sığınır bir hale geldim. Fakat hayat istifa kaldırmıyor; başkası boğulurken nefes almak dahi bunun aksini dayatıyor. O zaman, içimizde sızlayan suçluluk duygusunu, kendimiz de cellatlaşmadan dindirmenin yolu nerede? Cem Sadıkoğlu'nun ilkesi tüm insanlık tarafından benimsense, suçluluk ve masumiyet gibi kavramlar geçersizleşirdi. Sevginin sempati biçimini aldığı, ama karşıtının düşmesiyle hükümsüzleşen nefretin de yokolduğu bir dünya çıkardı ortaya. Heyecansız bir dünya olacağını söyleyenlere tek sözüm: "Çocukluk büyüsünün yitirilmediği bahçeye girmek seçmeli; fakat sizin kendi bahçenizde beslediğiniz köpekler de başkasının bahçesine girip çiçeklerin üzerine işemesin ve misafirleri ısırmasın lütfen!" Dağa küsmüş tavşandan bile daha az özgür olan çocukluk-bahçesi-sempatizanı, er ya da geç, mündemiç bir denize karışma hasretini, hesap-sahibi-haklılar'ın çıkardığı fırtınalarda boğulmadan giderebilecek midir? Öznenin çırpınmasıyla mı cezalandırılacaktır? Yoksa ona, garkolanın teslimiyeti mi ihsan edilecektir? 17 Mart 1995; Gazi Mahallesi olayları sonrası |