ISBN13 978-605-316-294-0
13x19,5 cm, 192 s.
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Cemre Öğün, "Utanç nesnesi olarak öteki", Litera, 23 Temmuz 2025

“Ne istiyorsun?”

Vincent Van Gogh ondan gittikçe uzaklaşan kardeşi Theo’ya yazdığı son mektupta yanıtlanması oldukça zor bu soruyu sormuş. Onun ölümünden altı ay sonra Theo’yu da hayattan ayıranın bu soru olması ihtimali oldukça yüksek.

Kardeşlik, utanç ve Bireyleşme

Marilynne Robinson’ın romanı Evlerden Uzak ve yönetmenliğini Lukas Dhont’un üstlendiği 2022 yapımı film Yakın da bana kalırsa okurun/izleyicinin kendine aynı soruyu sormasını amaçlıyor. Farklı zaman dilimlerinde farkı coğrafyalarda geçen iki hikâyenin de merkezinde kardeş imgesi ve ergenlikle gelen bireyleşme baskısı var. Romana ve filme konu olan bu baskı toplum tarafından binlerce yıl içinde araçsallaştırılmış bir duygudan besleniyor; utanç.

Evlerden Uzak’ta kız kardeşler Ruth ve Lucille’i, Yakın’da ise birbirlerine kardeşten öte bir bağlılık duyan Leo ve Remi’yi izliyoruz. Birbirlerinin bilinçlerini ve bedenlerini neredeyse paylaşan, dünyadaki varlıklarını birbirleri üzerinden anlamlandıran bu dört karakter çocukluktan çıkarken toplumun meraklı bakışının sebep olduğu utancın altında eziliyorlar.

“İnsanların dikkatini, daha yoğun bir ortamın basıncı gibi bedenimde hissettim.” Ruth -Evlerden Uzak’ın anlatıcısı ve kız kardeşlerden yaşça büyük olanı- toplum içinde görünür olduğunu ilk hissettiğinde yaşadığı utancı böyle betimliyor. Her iki hikâyede de şekil değiştirmeye, utanç duygusunun altında evrilmeye gönüllü olan taraf ayakta kalmayı başarırken diğeri toplum dışına sürükleniyor. Bir anıya dönüşüyor.

Ruth ve Lucille’in sessiz birliği

Ruth ve kardeşi Lucille, Orta Amerika’nın unutulmuş bir köşesinde soğuk bir gölün kıyısında yaşıyorlar. Evleri kasabadan uzakta ve bir anneden yoksunlar; onları çekip çevirecek, ortalığı temizleyip iki kız çocuğu için yaşanır hale getirecek saygın bir anneden. İçinden bir tren yolunun geçtiği kasabalarında yaşayan herkes kuşkusuz bir gün trende olmanın hayalini kuruyor, Ruth ve Lucille dışında. Kızlar için birliktelikleri yeterli, kendilerini birbirlerinin gözünden görüp bu şekilde yaşadıklarını hissediyorlar. Sınırı belirsiz bahçelerinde ve ormanda geçirdikleri zamanlarda maruz kaldıkları doğa olaylarını -soğuk, rüzgâr ya da karanlık- küçük vahşi hayvanların başına gelmiş gibi aktarıyor anlatıcı. Hayatlarının bir diğer önemli parçası, teyzeleri Sylvie de onların bu yaşantılarına uygun olacak şekilde modern toplumun kural ve beklentilerinden vazgeçmiş bir göçebe. Kadının bu özellikleri ve onlara benzerliği kızlara hem güven veriyor hem de gizemli geliyor, üstelik Sylvie onların üzerinde hiçbir otoriter hak da iddia etmiyor. Kız kardeşler uzunca bir süre birbirlerinde yansımalarını görüyor; tek bir bedeni paylaşır gibi yaşıyorlar. “Bir kız kardeşe ya da arkadaşa sahip olmak geceleyin ışıkları yanan bir evde oturmak gibidir. Dışarıdakiler canları isterse sizi seyredebilir, ama siz onları görmek zorunda değilsinizdir. Şöyle der geçersiniz: ‘Size göstereceğimiz ilginin sınırı bu. Pencerelerimizin altında cırcırböcekleri susana dek kol gezecekseniz, panjurları indiririz. Kıskançlıkla dolu merakınıza katlanmamızı istiyorsanız, onu görmezden gelmemize izin vermek durumundasınız. Tek bir insanla sağlam bir bağı olan herkes böyle vurdumduymaz olur, yapayalnız insanların hayran olup imrendiği şey de rahatlık ve güvenlik kadar bu vurdumduymazlıktır.”

Toplumun bakışıyla çatırdayan bağ

Ruth’ın tarif ettiği bu yalın birlik hali kızların ergenliğe adım atmasıyla çatırdıyor. Küçük kardeş Lucille bir gün okulda öğretmeni tarafından kopya çekmekle suçlanarak görünür kılınınca dönüşümü başlıyor.

“Öğretmen Lucille’in suçlu olduğuna kolayca ikna olmuştu, hiçbir şey onu aksine inandıramaması ve Lucille’i sınıfın önünde ayağa kaldırıp birbirinin aynı sınav kâğıtları hakkında hesap vermesini talep etmesi Lucille’i dehşete düşürmüştü. Anonimliğinin bu şekilde ihmal edilmesi karşısında acıdan kıvranmıştı.”

Daha önce hiçbir zaman böylesine çıplak bir görünürlükle tehdit edilmemiş küçük kız, öğretmen aracılığıyla burada dışarının bakışı ile tanışıyor; kardeşi ile ikili varoluş anlaşmaları bozuluyor. Utanıyor, mutlak bir güçsüzlük hissediyor. İç ve dış onun için burada yer değiştirmişe benziyor; kendi varoluşunun değerini toplumdaki yansımasında aramaya da sanırım burada başlıyor. Varlığından duyduğu utancın üstesinden gelmek için beliren görülme, üstelik toplumun onaylayacağı şekilde görülme arzusu da bu olaydan sonra baş gösteriyor.

Tam burada Lukas Dhont’un ustaca kurulmuş karakterleri Leo ve Remi’ye dönebiliriz. Çocukların hayatların Ruth ve Lucille ile paylaştıkları paralellikler filmde yalın bir dille kırsal ama rafine bir estetikle anlatılıyor. Leo çiçek yetiştiriciliği yapan bir Flaman bir ailenin çocuğu.

Karakterlerle bir ormanda tanışıyoruz. Çocuklar –Ruth ve Lucille gibi– yüksek ağaçların arasında hiç durmadan koşuyorlar. Bu amaçsız, devingen hareket teması filmin bir noktasına kadar karşımıza çıkıyor. Koştukları sahneler kadar oyun oynadıkları –ormanda metruk binada düşmanlar tarafından takip edildikleri bir tür savaş oyunu oynuyorlar– sahnelerde de iki çocuk bir bilince sahipmiş gibi gözüküyor. İnce vücutları ise birbirinin yansıması gibi.

Ormandan Leo’nun ailesinin çiçek tarlasına, oradan da Remi’nin evine kadar çocukların ince ve özgür bedenlerini takip ediyoruz. Tüm mekânlar filmin meselesini daha görünür kılmak için özenle tasarlanmış. Leo’nun ailesinin çalıştığı çiçek tarlası onları toplumun geri kalanı gibi sadece tüketen değil üreten bir sınıfa ait olduklarını gösteriyor. Başkaları için süsü, güzel kokuyu temsil eden çiçekler bu aile için muhtemelen emeği, işi, toprakla hemhal olup kirlenmeyi temsil ediyor. Onlar çiçekleri izlemiyorlar, yetiştiriyorlar.

Remi’nin evi ise Ruth ve Lucille’inkine mutlak bir benzerlik taşıyor. Sınırı olmayan vahşi sayılabilecek bahçeyi ve tek katlı geçirgen binayı yüksek ağaçlar çevreliyor. Bahçeyi koruyan köpek ve çocukların köpekle eşit ilişkisi ile burası modern bir evden çok yuvayı andırıyor.

Çocukların birbirleri ve aileleri ile ilişkilerinde de aynı vahşi doğallık var. Remi’nin annesi onlarla yavruları gibi oynuyor, birbirleri ile temaslarında yasağa ve dolayısıyla utanca yer yok.

Oğlanlar için de sorun –Ruth ve Lucille için olduğu gibi– okulla başlıyor. Leo ve Remi fark etmese bile bizler akranları tarafından onlara yöneltilen meraklı ve keskin bakış ile okula başladıkları ilk gün karşılaşıyoruz. Sınıfta yan yana oturan ikilinin bedensel yakınlıkları arka sırada oturan akranlarının dikkatinden kaçmıyor. Bu merak diğerleri arasında müthiş bir hızda yayılmış olmalı ki az sonra çocuklar bir kız arkadaş grubu tarafından eşcinsel olup olmadıkları konusunda sorguya çekiliyorlar. Kızların imalı soruları karşısında Remi sessiz kalırken Leo cevap veren, ikisini savunan kişi oluyor. Bana kalırsa iki çocuğun birliği, vücutlarının bütünlüğü de burada dağılmaya başlıyor. Leo diğerlerinin gözündeki yansımasını sevmiyor, farklı görülmek onu rahatsız ediyor. Bu sırada sessiz kalan Remi bir anlamda Leo’nun utancının nesnesi haline geliyor.

Akran zorbalığının filmde utancın başlangıcı olarak seçilmesi tesadüf ya da konunun popülaritesinden kaynaklı değil. Ergenlikte –çocuğunun aidiyet geliştirme ihtiyacının en yoğun olduğu dönemde– okuldaki çocukların bir ağızdan aynı eleştirileri tekrarlamaları ve aynı soruları sormaları toplum oluşumunun binlerce yıllık bir yankıdan ibaret olduğunu görünür kılıyor. Bu olguyu Evlerden Uzak’ta Ruth şu şekilde aktarıyor, “Tanrı da belki kendi koyduğu bazı kanunların nasıl dallanıp budaklandığını idrak etmemişti daha; mesela şokun kendini dalgalar halinde tüketeceğini, suretlerimizin her jesti taklit edeceğini; parçalandıkça katlanarak çoğalacaklarını ve her jesti on, yüz bin kez taklit edeceklerini.”

Taklit ederek çoğalan, kendini onaylayan toplum yapısında ötekine, ormandan gelene kuşkusuz fazla yer yok. Topluma ait bireyler karanlık ormanın içinden hızlı trenlerle geçip giderler ya da çamurlu tarlalarda yetişmiş çiçekleri kristal vazolara özenle yerleştirirler. Ruth şöyle diyor, “Bazen karanlık ikindi vakitlerinde trenlerin geçişini izlerdik, masmavi karın içinden sürüngen gibi ilerlerken bütün pencerelerinden ışık taşardı, içleri yemek yiyen, tartışan, gazete okuyan insanlarla dolu olurdu. Bizim onları seyrettiğimizi elbette göremezlerdi, çünkü kış günü saat beş buçuk oldu mu manzara ortadan kaybolurdu, dışarı baksalardı siyah camda siyah ağaçları, siyah evleri ya da ince uzun siyah köprüyü ve gölün sönük mavi genişliğini değil, boşlukta asılı duran kendi imgelerini görürlerdi.” Ruth’un bahsettiği bu imgeler büyük bir ihtimalle birbirleriyle müthiş benzerlik gösteren suretlerdi.

Dört karakterden araçsallaştırılmış utanç ile karşılaşmaları daha yıkıcı olan Lucille ve Leo bu noktada Vincent Van Gogh’un kardeşi Theo’ya sorduğu zor soruyu cevaplamak ihtiyacı ile baş başa kalıyorlar. Ne istiyorsun? Üstelik bu zor sorunun cevabını çoğumuz gibi ergenliğin ve ilk gençlik yıllarının mutlak karmaşası içinde vermeliler. İçeride mi kalacaklar, dışarıda mı?

Ruth tüm bu sürecin başında kasabadaki okullarını şöyle tarif ediyor, “Çamur küreklerle temizlendikten sonra okul yeniden açıldı. Fingerbone’un yüksek, kırmızı tuğlalı bir orta okulu vardı. Okula William Henry Harrison’un adı verilmişti. Geniş eğri büğrü beton bir zemine inşa edilmişti, üç tarafı tel örgülerle sarılıydı, herhalde rüzgârın savurduğu kese kâğıdı ya da şeker ambalajlarını yakalamak için.” Sınırları net bir şekilde işaretlenmiş okul tarifi yapının bahçede çocukların ürettiği çöplerin kasabaya ulaşmasını engellerken dışarıyı da içine almamasına vurgu yapıyor. Hiç de geçirgen olmayan bu yapı çocukları biraz önce sorduğumuz soruyu cevaplamaya zorluyor, ne istiyorsun?

Buna oldukça paralel bir izleği Leo ve Remi’nin okuldaki ilk günlerinde de görüyoruz. Çok kısa bir süre önce kasabanın dışında diledikleri gibi hareket eden vücutları okul bahçesinde diğer bedenlerle kısıtlanıyor, çevreleri akranları ve öğretmenleri tarafında sıkıca sarılıyor. Toplumun bakışı daha çok küçük yaşta bir sınıfın içinde yoğunlaştırılıp çocuk bedenlerine yöneliyor.

Okul bahçesindeki çemberin sessiz gücü

Film bu bakışın temsillerini güçlü bir şekilde aktarıyor. Bence bunlardan biri çocukların okul bahçesinde oluşturduğu çemberler. Birbirlerine ve çemberin ortasında her kim varsa ona yönelttikleri bu bakış oldukça ikircikli; eleştirel ve meraklı. Küçük yaşlarına rağmen çocukların gözleri birbirlerindeki benzerlik ve farklılıkları seçmekte usta haliyle Leo ve Remi’nin bu çemberlere beraber dahil olmaları eşcinsel imaları ve hakaretlerle karşılaşmalarına neden oluyor. Leo bu hakaretlerden ve daha önemlisi utancından kurtulmanın en etkili yolunun aynı çemberdekilere benzemek olduğuna inanıyor, bu arzuyla yanıp tutuşuyor. Utancının nesnesi Remi’yi odağına alan şakalara gülüp geçiyor, Remi’den ayırışıp bakışın kendisine dönüşüyor.

“Narcissos kendini sırf sadık aynalar arasında sevebiliyordu, oysa serabından öte sevebilseydi kendini, uğurlu yazgısı, yüzyılların kıskançlığına layık, yaşamsal cennetin simgesi, mümtaz insan miti olurdu.” (Arslantürk, Ermiş, 2023, s. 100)

Leo'nun içine girdiği bu hali Evlerden Uzak’ta kardeşi Lucille’in değişimini tarif eden Ruth şöyle anlatıyor, “Lucille’in Rosette Browne diye bir arkadaşı vardı, ondan hem çekinirdi hem hayrandı ona, sürekli her şeyin onun gözünden nasıl göründüğünü hayal ederdi. Tasvip edilmediğini düşüne düşüne kendini yaralayıp incitirdi.”

Lucille ve Leo kendilerine toplum tarafından atanmış cinsiyet rollerine göre benzer dönüşüm süreçlerinden geçiyorlar. Ruth da aynı Remi gibi kardeşinin değişimini güvenli bir mesafeden izlemeyi seçiyor. “Böyle zamanlarda Lucille’in nasıl görünmek gerekiyorsa öyle görünme konusundaki becerisine gittikçe daha fazla hayret ediyordum.” Bu değişim sürecine ayak uydurmayan dışarının bakışını utanca dönüştürmeyen, kendini savunmaya bile çalışmayan Ruth da bir süre sonra –aynı Remi’nin Leo için olduğu gibi– Lucille’in utanç nesnesi haline geliyor. Durum böyle olunca Lucille de teyzesi ve Ruth ile kasaba arasında arabulucu rolü üstlenerek utancı kendinden uzaklaştırmaya çalışıyor.

“…Aklı başı yerinde, makul insanlar böyle bir hikâyeye başka nasıl tepki verirdi ki? O sıralar Lucille, oturdukları yerden sürekli bizim hayatımızı yargılayan vakur ama mutlak söz sahibi insanlarla Sylvie arasında aracılık ediyordu.”

Remi de benzer hisler içinde olmalı, filmin hikâyesi Leo’yu odağa koysa da arkadaşını hokey idmanında izlemeye giden Remi’nin yüzündeki ürkek yabancılıkta bunu rahatlıkla görüyoruz. Leo’nun önceden temasa açık teni hokey takımına katılmasıyla forma ve koruma ekipmanları ine kaplanıp kapanıyor. Erkeğe dönüşmeye can atan çocuk vücudu Remi ile paylaştıkları esnekliği kaybediyor. Antrenmanlarda koçun sesini duyuyor, “Vücudunuzun duruşu dik olsun ve bacaklarınızı ritmik şekilde oynatın!”

Okuldan arta kalan zamanlarda artık Remi ile ortak bir bilinci paylaşmıyorlar. Filmin en başında ormandaki metruk binada oynadıkları savaş oyununu tekrarlamaya çalışan Remi arkadaşına fısıldıyor “Geliyorlar!”, sıkılmış gözüken Leo’nun cevabı oldukça kesin “Dışarıda gerçekte kimse yok!” İki çocuk artık aynı gerçekliği paylaşmıyorlar. Evlerden Uzak’ta da kız kardeşlerden arasında benzer bir ayrışmaya şahit oluyoruz. Lucille’in hayatını geçirdiği zaman ile Ruth’unki ayrılıyor. “Lucille ortak kanaatlere göre hareket ediyordu. Henüz gelmemiş olan zaman –ki başlı başına bir tuhaflıktı bu– amansız bir gerçeklikti onun için.” Hem. Lucille hem Leo, onaylanma ve utançlarından kurtulma arzusunun doyuma ulaştığı bir gelecekte yaşıyorlar artık.

Ruth gittikçe kasabadaki diğer kızlara benzeyen kardeşi Lucille’e yabancılaşıp uzaklaşıyor. Lucille’in vücudu kasabadakilerin bir kadından beklentilerine göre şekilleniyor, hareketleri değişiyor. “Çoraplarını kıvırmayı ve perçemlerini kabartmayı çok iyi beceriyor, ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın aynısını benim için asla yapamıyordu. Kalçalarını azıcık sağa sola kıvırmasına olanak veren aheste bir yürüme şekli bile geliştirmişti, ama ulaşmak için onca gayret gösterdiği o doğal ve rahat görünüme benim hantallığım, benim. Akbaba kamburum gölge düşürüyordu.”

Lucille’in Ruth’un varlığı üzerinden yaşadığı bu utanç duygusunu Leo da yaşıyor. Hokey idmanını izlemeye gelen Remi’den bir an önce kurtulmak istiyor. Remi okul bahçesinde Leo’nun ait olduğu çembere yaklaşıp ağlamaya başlayınca ilişkilerinin narinliğinin ortaya çıkması ihtimalinden öyle korkuyor ki Remi’ye bir yabancı gibi davranıyor. Utanç kaynağı tüm çabasına rağmen gelip onu buluyor.

Ayrışma: Utançla gelen kopuş

Karakterler her geçen gün daha da ayrışıyor. Hem Leo hem Lucille utançlarına rağmen güvenli birer sığınak olarak gördükleri evlerden kurtulmaya artık kararlılar. Onlar toplumun bilincine dahil oldular, arabulucu değil eleştirenin ta kendisiler. Okul bahçesinde yaşanan kısa bir kavga sonrası Leo Remi’yi, Lucille ise yanına almayı uygun gördüğü herşeyi alıp evlerini terk ediyor. Bunları yaparken iki karakterin de mutlaka suçluluk duyduğunu düşünüyorum. Edilgen utançlarının yerini alan bu suçluluk onları hayatta tutmuştur bence. Psikanaliz Defterleri’nin Utanç ve Suçluluk başlıklı sekizinci sayısında altını birkaç kere çizdiğim bir Lansky alıntısı var. “Utanç, zayıflığı, kırılganlığı, reddedilme olasılığını vurgular ve kabul edilmesi genellikle daha fazla utanç yaratır. Ancak suçluluk, eylem ve güç odaklı olduğu içim çoğu zaman utancı gizler ve ona karşı savunma yapar.” Hem Lucille hem Leo değişim süreçlerinde yaşadıkları tüm ağır duygulara rağmen güçlüler, eleştirilen değil eleştirenler.

İki hikâyede karakterlerin utanç kaynakları olan ötekinden mutlak kopuşuyla son buluyor. Uyum sağlamayı beceremeyen okulun, kasabanın ve hayatın dışına itiliyor. Vincent ve Theo Van Gogh kardeşlerin acıklı hikâyesinde olduğu gibi deliliğini kontrol altına alamayan Vincent gibi yalnızlaşıyor. Tek başına, yalnızlık içinde yaşar ve Theo ondan uzaklaştıkça hayatta aksini kaybetmenin etkisi ile daha da içine kapanır, yok olur. Vincent’ın birçok başka insanın aksine – ne şanslıyız ki- geride yalnızca hayali değil resimleri de kalır.

Evlerden Uzak’ta Ruth ve teyzesi Sylvie Lucille’i kasabada bırakıp evlerini yaktıktan sonra yollara, ormana karışıyorlar. Toplum nezdinde yok oluyorlar. Remi ise intihar ediyor. Onun ölümünü takiben Leo’ya hâlâ kırılgan yanını –belki de utancını– hatırlatan annesi de evlerini boşaltıp kasabayı terk ediyor. Kadınla son karşılaşmamızın ormanda olmasının hikâyenin sonuna yerleştirilmiş bilinçli bir seçim olduğunu düşünüyorum. Leo’nun hayatına devam etmeden ormanda buluştuğu son kişi.

Karakterlerin içindeki sakıncalı nesneler bakışın keskinliği ile görünür kılınıp utanç vasıtasıyla ayrıştırılıyor. Bu kesin ayrışma olmasa belki ne Lucille ne Leo hayatlarına toplumun gerçek birer parçası olarak devam edebilecekti. Sevgili ağabeyi Vincet’tan hiçbir zaman tam olarak vazgeçmeyen Theo gibi, hayatlarındaki boşluğa dayanamayıp onlar da yok olacaktı.

Ne Lucille ne de Leo’nun utançlarının merkezine oturttukları Ruth ve Remi’yi tamamıyla unutabildiklerini sanmıyorum. Bazı akşamüstleri bu kayıp parçalarını hatırlayıp onlarla yaşayabilecekleri hayatın farklı versiyonlarını mutlaka düşlüyorlardır. Sonra da sahip oldukları şükredip işlerine geri dönüyor olmalılar.

Arslantürk P. ve Ermiş E. N. , 2023, “Kendisi Olarak Kardeş ya da Kardeşliğin Deliliği” Psikanaliz Defterleri 10, Kardeşler ve Arkadaşlar, Yapı Kredi Yayınları

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X