ISBN13 978-605-316-318-3
13x19,5 cm, 56 s.
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Aytuğ Tolu, "Epiğe Karşı Etik, Aykırı Bir Rüzgâr: 'türkolmak'", Sanat Kritik, 19 Şubat 2025

“Şiir anayasaya aykırıdır” [Cemal Süreya]

1994 doğumlu Kutay Onaylı’nın ilk şiir kitabı türkolmak 2024’ün Mayıs’ında Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Kırk dokuz sayfalık bu kitapta 13 şiir yer alır: birinci türkolmak, ikinci türkolmak diye adlandırılan başlıklar; on ikinci türk olmak ve son türkolmak diye sıralanır. Bu yönüyle merceğe alınıp irdelenen temel izlek etrafında şiir aracılığıyla tartışmaya açılan konular kitabın bir tür nehir şiir olmasını sağlar. Şiir üzerinden tarih, toplum, ideoloji, birey, kimlik tartışmalarının yürütülmesi düşünce şiirinin inşa edildiğini gösterir ki şair bunu bir tür sebeb-i telif kapsamında olabilecek şekilde ifade eder okuyucuya: “ve evet bir düşünce şiiri türkolmak/ düşüncenin kellesi vurulmuş/ duygudan ibaret olduğu yerde” (s. 23). Bu bağlamda kitapta aslında tek şiir vardır ve her başlık da bu şiirin bölümlerini oluşturur. Her bölümde Türk olmanın ne anlama geldiği, nasıl inşa edildiği; bu inşanın nedenleri ve ortaya çıkardığı tarihsel, toplumsal, bireysel kırılmalar üzerinde durulur. Şiir öznesi kendiyle yüzleşirken kendine tuttuğu aynada gördüğü aksini okuyucu üzerinden topluma ve egemen ideolojiye yöneltir çünkü tek tipleşilen yerde özgün bir suret de kalmamıştır. Bu yüzden şiir öznesinin taşıdığını iddia ettiği “günah” kendinin olduğu kadar toplumun da “günahıdır”. Bu noktada parça, bütünü yansıtan bir forma dönüşür.

Kitabın girişinde Ergin Günçe’den bir dörtlüğe yer verilir, “türkolmak” şeklindeki yazımın da Ergin Günçe’nin “gencölmek” şeklindeki dil kullanım biçiminden esinlenildiğini gösterir. Aynı zamanda bu bitişik yazımın bir nedeni de “Türk olmanın” bireye yapışık bir şekilde var edildiğini düşündürür ki kitabın üzerinde durduğu temel sorun da resmî tarih anlatısına ve ideolojiye, resmî ideolojinin ulus biçimlendirirken ideolojik ve baskı aygıtlarını kullanma yöntemlerine yöneliktir. Bu bağlamda birinci türkolmak’ta Türk olmanın dinî ve ulusal boyutunun nasıl inşa edildiği ifade edilerek bu inşa sürecinin tedrisatından geçen insan, bu aşamaların sonuçlarının farkına vardığında kolektif utancı gözler üzerinden paylaşır çünkü Türkçede “görme” eylemi anlamayı da içerir ve bu inşa süreci Türk-İslam senteziyle iç içedir:

“türkolmak gencölmektir kendi gözünde

gözünü çıkarmaktır veya her sabah

utana sıkıla başkasının gözlerini giyinmek

türkolmak kuran okumaktır

hatt-ı şerif-i gülhane okumaktır” (s. 9)

Şiirin devamında gözlere yansıyan utançla ve şiir öznesinin ellerinde gördüğü kanla her sabah banyoya koşması, saldırgan milliyetçiliğin suçlarını ulusal aidiyetten dolayı taşımak “zorunda” kaldığını fark eden bireyin duygudurumu hakkında bilgi verir; bu birey, milliyetçiliğe karşı kendini yeniden inşa etmeye çalışır. Ellerdeki kan, geçmişin suçlarını işaret eder; buna eşlik eden diğer ifade ise “ve karıştırmaktı sabahtan dünden kalan çöpleri bulmaktı” (s. 11) şeklindedir. Bu fark edişin sonucunda “türkolmak durabilme, irkilme ayrıcalığıdır” (s.11). birinci türkolmak’ta dikkat çeken diğer nokta ise bir yandan milliyetçiliğin sembolleri güçlendirilmeye çalışılırken diğer yandan kapitalist biçimde küreselleşen ve bu sürecin en önemli araçlarından olan sosyal medyanın yaşamın bir parçasına dönüşmesidir:

“türkolmak akşam yorgun argın işten dönerken

gökteki bayrağa bakıp

twitter’daki o kızı düşünmekti

kanından blood pudding yapan” (s. 10)

Birinci bölümde Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’na ve Gülten Akın’a yer verilmesi önemlidir. Burada Nilay Özer’in şairle yaptığı söyleşide şair şu ifadelerle bu iki adın neden şiirine yerleştiğini açıklar:

“Gülten Hanım’ın daha fazla kıymet görmesi gerektiğini, daha angaje, daha zarif, daha ayakları suya eren bir türkçe şiirin kurucu bir şairi olacağını soran sormayan herkese söylüyorum. Haberlere, insanlara, kendime baktığımda gözlerimi –hâlâ– içeriden yumrukluyor. Bu iğrenç, mide kaldıran günlerde de.

Türk şiirinin –bu noktada özellikle Türkçe şiir demiyorum– bir sıkıntısı Nâzım Hikmet’le hâlâ çözülememiş ödipal derdi. İkinci yeni’nin de, sonrasında gelen şiirin de doğuş –ve kördüğümleniş– noktası bu gibi geldi hep bana. Gülten hanım, aklımın erdiği kadarıyla, bu kompleksten, içinde barındırdığı paradoksal ama sarmaş dolaş baba reddiyesi ve taklitçiliğinden azade, oradan çıkış yolunu da gösteren bir şair” (Onaylı, 2024).

ikinci türkolmak, W.S. Merwin’in “Everywhere was theirs because they thought so (her yer onlarındı çünkü öyle düşündüler)” sözünün epigraf yapılmasıyla başlar. Bu söz bağlamında bu bölümde resmî Türk tarih tezleri eleştirilir. Aslında Troyalılar’ın ve birçok kadim kavmin ve medeniyetin Türk olduğu yönündeki bu tez Odyyseus-Cyclops çarpışmasının Basat-Tepegöz çarpışmasıyla ilişkilendirilmesi üzerinden satirik bir söylemle şiire alınır. Odysseus’un denizlerdeki macerası ve İthake’ye varmak için yıllarca mücadele etmesi, ulus inşasının başka kavimlerin atası olunduğu yönündeki tezin sembolüne dönüşür: yurtsuzluk ve köksüzlük, kök arayışı. Bu kök arayışı kendi ulusunun başka bir ulusun içinden çıktığı şeklinde değil, başka ulusların kendi ulusunun içinden çıktığı şeklindedir ki kendi ulusunun ata olurken diğer ulusların çocuğa dönüştürülmesi şeklinde gelişir. Tepegöz ile tekrar açılan göz konusunda sol ve sağ göz devreye girer; her krizde sol gözlerin sağ gözlerin sağında olması, solun da sağ ideolojinin söylem alanından kopuş yaşamadığına dikkat çeker. Şiirin sonunda Türk olmanın askerlikle bağı, ordu-millet anlayışı şu şekilde canlandırılır:

“sollll solll sollsağsol

sollll solll sollsağğğ

türkolmak beklemektir hep

bir ayağı havada” (s. 15)

Bu ifadelerde askerlikteki temel eğitim okuyucunun gözünde canlandırılır. İlk dizede sol komutunun her tekrarda sondaki “l” harfini düşürerek ilerlemesi (4-3-2-1), ikinci dizede aynı şekilde ilerlerken birinci dizenin aksine son komut olan “sağ”ın uzatılarak üç “ğ” ile bitirilmesi dikkat çeker. Sağ ayak ideolojinin temsili olarak son komut olma hakkına “sahiptir” ve bunun sonucunda Türk olmak bir ayağı havada beklemek olmasına yol açar. Askerî eğitimin yanında bir dönem eğitim kurumlarında disiplin cezası olarak yazı tahtası önünde öğrencilerin tek ayak üstünde bekletilmesine de gönderme olabilir çünkü resmî ideoloji ordu-millet anlayışı üzerinden geliştirildiğinde sisteme uygun insan yetiştirme kurumu olan okullar da askerî bir kuruma dönüşme riski taşır. Althusser’in Gramshci’den hareketle geliştirdiği tezinde okullar/eğitim kurumları sistem lehine ideolojik aygıt görevi üstlenir.

dördüncü türkolmak’ta doğrudan Kürt sorunu merceğe alınır. İlkokul yıllarından bir sahne canlandırılır. Şiirin öznesi, sınıfta “gaz çıkaran” birini bulduğunu düşünerek ona “ULAN KÜRT” diye seslenir fakat onun Kürt olmadığını bildiği hâlde. Burada olumsuz bir davranışı yapanın aidiyet olarak Kürt olmasa da ona bu davranışından dolayı “Kürt” diye seslenmek bir tür hakaret, dışlama ifadesidir; Kürt olmanın “aşağı” bir durum olarak Kürt olmayanlara “küçük düşürücü” bir ifade olarak yeniden üretilmesidir. Bu olumsuz davranışının failini sınıftan bir öğrenci itiraf eder: “ben osurmuştum hayır yaa/ dedi sınıfın en fakir en ahmak oğlanı” (s. 19). Devamında “biz türklerse, daha az fakir ve/ HAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHA ulan KÜRT/ sonra gökten üç elma düştü üçü de başıma üç buna eğitim dediler/ güldüm geçtim/ kurtlulardı” (s. 19) ifadeleri geçer. Türkler ve Kürtler üzerinden sınıfsal bir analize gidilmesi yine milliyetçiliğin sınıfsallıkla olan ilişkisini açığa çıkarır. Dışlanan bir aidiyeti belirten adların/kavramların bir hakaret olarak dilsel düzlemde kullanılmasının eğitim diye verilmesi yine bir ideolojik aygıtın eleştirilmesiyle şiirdeki yerini alır fakat şiir öznesinin eğitimle gökten düşen elmaları eşleştirdikten sonra buna gülüp elmaları “kurtlulardı” diye ifade etmesinde uzak-yakın çağrışımlar söz konusudur: Elmanın kurtlu olması onun çürümeye başladığına işaret ederken milliyetçiliğin sembolü olan kurdun eğitimle ilişkisi sorgulanır. Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaöğretim öğrencilerinin okul şapkalarına bozkurt sembolünün eklenmesi dikkate alınırsa şiirin değindiği tarihsel arka plan da netleşir. Şiirin devamında şiir öznesi göğe bakar, başka elma düşmez; artık “yalnızca türkolmak vardı” (s. 20). Eğitim sistemi düşen elmalar üzerinden görevini tamamlar. Turgut Uyar’a yapılan göndermeyle göğe bakılır ama göğe bakıp mutlu olunamaz, kaygı hâkimdir. Şiirin sonunda anne, eleştirmenler, hocalar şiir öznesi özelinde çocuklara ve gençlere sesini bulmasının “türkolmak” için gerekli olduğunun talimatını verir fakat şiir öznesi bu durumdan kaygı duyar çünkü “sesini bulmak zorundasın evet/ sesini bul yiyelim” (s. 21) dizelerinin üretilmesine neden olan nesnel koşullar kaygıya neden olan etkenledir:

“sesin şu dağın ardındaymış o dağı delmek türkolmak

ses dediğin tabii gençliğini zindanlarda yaşlanmak hızla türkolmak

sesin başkasına varmış çöllere koşmak deli deli bağırmak

anlamasınlar diye bu son habere

ne kadar sevindiğini” (s. 21)

Bu dizelerde bireyin tek tip sesin dışında kendine ait bir ses bulduğunda -ki sorgulayan aklın, vicdanın, adaletin sesi olduğunda- sesin saklandığı/var olduğu dağın delinmesi, zindanlara kapatılmak ve cezalandırılmak gibi bireyi baskılayan, zulme uğratan, sesini kısan cezai yaptırımlarla karşılaşmasına sebep olur. Şiirin sonunda “türkolmak” her şeyden ve en çok da tek bir sesten korkmak diye işaretlenir. Burada egemenlerin sürekli “düşman” üretme politikası yoluyla halkı sindirerek tek tipleştirmeye çalışmasına işaret edilir fakat korku tek taraflı ve aynı nedene bağlı gelişmez: Şiir öznesi, egemen tek bir sesi paylaşmaktan korkarken egemenler de tek tip sesten bağımsızlaşıp kendi sesini bulan bireylerden korkar.

beşinci türkolmak’ta Rum, Ermeni ve Yahudi toplumları şiire alınarak saldırgan milliyetçilik bir kez daha sınıfsal boyut dışarıda bırakılmadan merceğe alınır. Milliyetçi politikalar ekseninde düşünüldüğünde Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, tehcir uygulamaları ve paramiliter eylemlerle bu toplumların mülklerine el konulması şiirin bu dizelerinin tarihsel zeminini oluşturur. Tahakküm kurmanın bir gerekçesi de sınıfsal nedenlere bağlıdır. Milliyetçiliğin aynaya baktığında beğenmediği, eksik, kusurlu gördüğü yönlerini “telafi etmek” için yer-yön değiştirme şeklindeki savunma mekanizması yoluyla eyleme geçmesi birçok kez bu eylemi üretmesine de neden olur ki tekerrür eden özünde aynı gerekçeleri ve sonuçları içerir. Bu toplumlara cam parçaları yedirilmeye çalışılırken aynı toplumların tabağındakini yemeye çalışmak “yeme” eylemi üzerinden kendine ve ötekileştirdiğine neyin reva görüldüğünü belirtmeye yöneliktir. Külün rüzgârdaki hacmine yönelik ifade ise ötekileştirilene (“öbürküsü”) düzenlenen kundaklama eylemlerini hatırlatır:

“aynadan gördüğünü beğenmeyip

aynanın parçalarını ruma ermeniye yahudiye

yedirmek şeyse eğer öbürküsüyse

türkolmak tadını merak edip

bir iki ufak parçaya şöyle bir

gözün hep ermeninin tabağındaki kocaman parçada

türkolmak külün rüzgârdaki hacmi

artan, dünyayı arttıran” (s. 23)

Bu dizelerin devamında toplumsal düzene eylemsizlik, siniklik ve pasifizm ölçütleri üzerinden eleştiri yöneltilir. Herkes şikâyet eder fakat şikâyet etmek çözüm üretmez çünkü şaire göre “türkolmak” bambaşka bir sessizliğe sahip olmayı gerektirir ki zaten aykırı bir sese sahip olunduğunda zulüm görmek kaçınılmaz hâle gelir. Bu toplumsal atmosferde epik ve etik ters yüz edilerek hamaset yoluyla bilinçler ideolojik manipülasyona uğratılır. Bu bağlamda Albert Camus sömürgeciliği ve varoluş sancısını birbirinden ayırdığı ve Yabancı’nın yabancıya yaptıklarını gerçek nedenlere bağlamadığı üzerinden hedefe alınır. Ulusçuluk ideolojisinin Fransız düşünsel-siyasal hayatında ortaya çıktığı da Camus bağlamında başka bir tartışma konusudur. Şiirin son dizelerinde “tanrının bıcır bıcır” konuştuğu ifadesiyle dinsel retorik bir kez daha eleştirel bir yaklaşımla şiire taşınır.

altıncı türkolmak’ta bir önceki bölümün sınıfsal kapsamı yeniden ele alınır. Türkler de kendi içinde sınıfsal farklılıklara sahiptir, bu bakımdan “şanslı” olanlar bir uçağa binerek ülkeyi terk edebilir. Milliyetçi hamaset üstün ulus söylemini kitlelerin zihnine işleyip onları hedeflediği politikaya “uygun” şekilde harekete geçirse de hamasetin örtmeye çalıştığı toplumsal gerçeklerden en önemlilerden biri sınıfsal eşitsizliktir. Bu yüzden “sürekli düşman” politikasıyla, ötekileştirmeyle, güvenlik kaygısıyla egemenler halka yaklaşır.

“türkolmak şanslı olanlarımı için

bir uçağa binip gitmek

(ve artık hep yanlış kıyısında

olmak denizin dönsen de)

daha özgür daha müreffeh yaşamak

beşinci türkolmağı” (s. 27)

Daha müreffeh ve özgür bir ülkede yaşamak için yapılan göç, sınıfsal açıdan daha avantajlı konumda olan Türkler için bir tür “şanslılık” olarak şiire yerleştirilir. Tekrar cumhuriyetin ilk yıllarındaki tarih ve dil çalışmalarına göndermede bulunularak ulusal aidiyet belirlemek için yapılan kafatası ölçümleri ve Güneş-Dil Teorisi hatırlatılır, kitlelerin de buna “inanması/inandırılması” gündeme getirilir.

“türkolmak new york’ta atina’da uxmal’da

kafatasını ölçmem not etmem

ve farketmem ki tüm diller türkçe’den geliyor” (s. 27)

Bu dizelerde dile getirilen ulus inşasının birey üzerindeki etkileri sekizinci türkolmak, döndüğümde’de “kim isterdi ki sevişirken/ ikinci abdülhamid’i düşünmeyi” (s. 33) dizelerinde canlandırılır. Öyle ki milliyetçi politikalarla yönetilip “eğitilen” bir toplumda bireyin kendini bu bağlardan azade duruma evrilmesi sancılı bir süreci beraberinde getirir. Şiirin devamında cinsellikten cinsel kimlikler üzerinden ötekileştirilmeye ve dijital uygulamalar yoluyla kurulan özel ilişkilere geçiş yapılır. Kimlikler üzerinden kamplaştırılıp birbirine “düşmanlaştırılan” toplumsal açıdan atomize olma hâli Mantık-al Tayr anlatısının yeniden üretilip güncel toplumsal duruma uyarlanmasıyla ifade edilir: “veya türkolmak çok uzun bir yolun sonunda/ birbirini parçalayan otuz kuş” (s. 33). Semurg, otuz kuş anlamına gelir; Semurg’u görmek için kuşların gerçekleştirdiği zorlu yolculuğun sonunda kalan otuz kuş Semurg’un dergâhına ulaşır. Otuz kuşun uzun yolun sonunda birbirini parçalaması ise bütünlüklerin kimlikler ve çeşitli nedenler üzerinden parçalanmasına işaret eder. Deformasyona uğrayan toplum, sokakları doldursa da kamusal alan boşluklar yığınına dönüşür; insan kendinin ve kendini çevreleyen toplumsal boşluğun içinde yaşamını sürdürmek durumunda kalır. Bu bağlamda şiirin ilgili bölümünde bırakılan noktaların/boşlukların okuyucu tarafından doldurulması beklenir ki bu boşluğa her insan kendinden bir şeyler koyarken bu boşluktan da kendi payını alır, kendini orada görür. Boşlukları paylaşmak aynı zamanda tek tipleşmenin sembolik eylemine dönüşür fakat düzeni ayakta tutan da bu boşluklardır ki anomali olan şey yerleşik düzen durumuna geçmiştir.

“sokakta ………………. ………………… …………………… ……………… ………………

………………… …………………….. ………………… ……………… ……………

her yerde böyle boşluklar

birer birer doldurduğun doldurdukça fark ettiğin

boşluklarmış her şeyi

yerinde tutan

her şeyi kendisi kılan” (s. 34)

Sekizinci bölümün son dizelerinde demokrasinin işleyişi irdelenir. Demokrasinin sadece seçim dönemlerinde geliştirilen hamasetlerle şekillenip sonuçlanması, iki seçim aralığında demokrasinin ve demokrasi kültürünün atıl kalması şiirin düşünsel-politik alandaki sorgulamalarını oluşturur. Seçim dönemlerine yansıyan hamaset özünde topluma şekil veren milliyetçiliğin ürünü, geliştiricisi, yeniden üreticisidir. Bu bağlamda dokuzuncu türkolmak’ta tekrar Kürtler, Kürtçe düzleminde şiire yerleştirilir. Dilleri kısılırken yaşanan bir gerçek vardır ki sosyal medyada kimi insanlar milliyetçi söylemi paylaşırken başka insanlar da linç kültürünü diğer kimliksel ayrımlar üzerinden üretip paylaşır. Egemen ideolojinin üstünü örttüğü sınıfsal gerçek “kimimiz asgari ücretle bir ömür boyu/ ve hiçbirimizin fakirliğin türkolmağına sesi yetmeyerek// hoş/ türkçe ne söylesek/ boğuk ve anlaşılmaz duyulması/ ağzımız dilimiz bir başkasının/ gırtlağındayken” (s. 37) dizelerinde dile getirilip Türkçe konuşmanın sınıfsal bağlamda emek düzleminde hak arandığında fayda getirmediği ve bu sesin de muhatabına ulaşmadan boğuklaştırılıp kısıldığına dikkatler yönlendirilir çünkü dil-kültür bağlamında Türk-Türkçe dışında kalanlar ötekileştirilip baskı altına alınırken “egemen” ulusa mensup insanların sınıfsal mağduriyetleri geri plana atılır. Bu bağlamda onuncu türkolmak “türkolmak sıkça anmaktır hiç yaşanmamış anıyı/ ana ana inşa etmek// türkolmak anderson’ın hayali cemaatleri’nden bahsetmiyo// türkolmak noluy// türkolmak hayır bir saniye devam edi” (s. 39) dizeleriyle başlar ve daha önce değinilen tarih, antropoloji ve dil tezinin yapay bir tarih ve kültür inşa ettiği gerekçesi etrafında buna itiraz eden bireyin sesinin gitgide bastırılmasına ve/veya bu itirazın/eleştirinin/antitezin yazılı olarak -dijital/sosyal mecralarda- paylaşılmasına engel olunmasına bir tür canlandırma yapılarak değinilir. Bu süreç bazen sansür bazen de otosansürle şekillenir. on birinci türkolmak’ta bir tür bilinç akışı tekniği gibi kitabın bu kısmına kadar üzerinde durulan kavramlar harmanlanarak verilir.

On ikinci türkolmak’ta birbirinin parçalayan kuşların ötüşmeye devam ettiğine değinilir, bu çatışmaya rağmen hayatlarına ve ötüşmeye devam etmelerine dikkat çekilmesi önemlidir. Tekrardan tehcir gündeme getirilip Giresun Garasarlı Savvas Mihailidis’in (Rum) 1916’da yaşadıklarını aktarması önce Grek alfabesiyle verilir, sonraki sayfada ise aynı anlatım Türkçe olarak verilir. Kitapta yer alan farklı dillerde ve alfabelerde yazılmış ifadeler okuyucuya bir gerçeği göstermeye çalışır: Anlamadığınız bir dille karşılaşmanın uyandırdığı yabancılık duygusu. Bu noktada geliştirilecek empati resmî tarih ve ideolojinin, Güneş-Dil Teorisinin çökmesini daha da hızlandıracaktır. Durum böyle olunca tez-antitez çatışması şu şekilde canlandırılır: “bana diyecekler ki/ sen kendinden özünden nefret mi ediyorsun sen bizden/ kürdün rumun ermeninin hiç suçu yok mu” (s. 45). Bu dizeler egemen ideolojinin sesidir ve manipülatiftir. Bu sese karşı çıkan şiir öznesinin yanıtı ise şu şekildedir: “ve ben diyeceğim ki/ öz nedir arkadaşlar kendi nedir biz nedir/ (…) herkes silahlarının başına demişti İyi Çevirmen hayır/ daha iyi çevireceğim/ herkes kendi silahlarının başına// evet yani herkes/ herkes kendi günahlarının başına// ben türkoğlu türküm/ kürdün rumun günahı/ beni niye bağlasın” (s. 45). Öncelikle silaha değil günaha sarılmak, şiddetin ve saldırının dışlanarak özeleştirinin devreye girmesinin yolunu açar. Egemen ideolojinin milliyetçi söylemine uymayan bireyler dışlanır fakat şiirin öznesi bunu göze alıp “gerekçe” olarak sunulan diğer milliyetlerin “günahının” onları ilgilendireceğini söyler. Her ulusun bireyinin yapılan yanlışlarla ilgili özeleştiri vermesi salık verilir. Bu aşamada kendini “Türkoğlu Türk” diye tanımlayan öznenin diline yansıyan eril bir ifade olan “oğlu” sözcüğü milliyetçiliğin ataerkil yapıyla ilişkisini topluma yansıtmaya yöneliktir. Şiirin sonunda herkes kendi günahlarının başına geçerse günah çıkarmanın “bedeli” milliyetçiliğin ve egemen ideolojinin çökmesi olasılığının yaşanmasıdır. Bu bağlamda son türkolmak’ta bir çift gözün içinden duyulan darbe vicdanın sesinin ve egemenlerin rüzgârına aykırı konumlanışın temsili olarak şiire alınır. Göz kavramıyla başlayan şiir tekrar aynı kavramla sona erdirilir. Göz; bakmak, görmek, fark etmek, bilinçlenmek, anlamak kavramları etrafında tanıklığın anahtar kavramlarından biri olarak şiirin merkezine yerleştirilir.

Kutay Onaylı’nın türkolmak adlı ilk şiir kitabı içerik olarak politik bir düzlemde inşa edilmiştir. Şairin nehir şiir olarak yapılandırdığı bu kitapta temel eleştiri baskı aygıtları ve ideolojik aygıtlar yoyla egemenlerin halk üzerinde kurduğu tahakküme, bu tahakküme kitlelerin gösterdiği rızaya, bu ideolojik hattın dışına çıkan bireylerin ve kesimlerin zulme uğratılmasına yöneliktir. Bu düzlemde cumhuriyetin ilk yıllarıyla başlayan ulus-devlet inşa etme projesinin uygulamalarına satirik bir yaklaşım sergilenir. Bu projenin uygulamalarından dil-tarih çalışmaları şairin doğrudan eleştiri oklarını yönelttiği gerçeklerdir. Tehcir, 6-7 Eylül, Madımak bazen açık bazen kapalı bir şekilde şiirlerin tarihsel arka planını oluşturan olaylardır/dönemlerdir. Dijital dönüşümün yaşandığı çağda kapitalist küreselleşme tek kutuplu bir dünya oluştururken hâlen milliyetçi politikalardaki ve tezlerdeki ısrar şiirin problem alanına girer. Bu süreçte resmî ideolojinin ve politikanın üzerini örttüğü sınıfsal gerçekler de şiirin gördüğü alanlar arasındadır: tehcirin sınıfsal boyutu, asgari ücretle çalışan yığınlar, yoksulluk, kapitalist kentleşmenin ürettiği yalnızlık ve boşluk duygusu, genç kuşakların ülkeyi terk etme isteği.

Şiir dilinin iki yönü yabancı dilde ve farklı alfabelerde yazılan ifadeler ve argo sözcüklerin kullanımıyla şekillenir. İlkindeki amaç okuyucuya bir empati alanı açmaktır. İkincisinde ise Türk şiirinde Can Yücel, küçük İskender ve İzzet Yasar’da görülen dilin argo ve küfür ekseninde kullanımıyla kurulan benzerliktir, burada postmodern akımların da dile etkisi olduğu düşünülebilir. Behçet Necatigil’in Kareler Aklar kitabında denediği, sözcükler arasında boşluklar bırakması, bu sözcüklerin farklı geometrik biçimlerde buluşması ve çağrışıma elverişli hâle gelmesi bu kitapta da görülür. Sözcüklerin arasına bırakılan boşluklar ve uzun noktalı bölümler okuyucunun şiire sızacağı alanlar olarak ele alınabilir. Her bölümde rastlanan “türkolmak” ifadesinden sonra boşluk bırakıp dizelerin bu ifadeden bağımsız şekilde aynı yerden başlatılması “türkolmanın” ne anlamlar taşıdığının sözlük çalışması şeklinde verilmeye çalışıldığını gösterir ki bir sözlük açıldığında da bir kavramın olduğu kısım aynı şekil/görünüm özelliklerine sahiptir.

Kitaptaki şiirler bölümlere ayrılıp nehir şiir biçiminde yapılandırılırken bir bölümde üzerinde durulan sorun başka bir bölümde tekrar işlenerek her bölümü birbirine bağlayan köprülerin kurulduğu görülür. Bu açıdan kitap, içerik bağlamında birbiriyle bağlantılı parçalardan oluşan bir bütünden müteşekkildir. Sonuç olarak Kutay Onaylı; içinde yaşadığı/içinden çıktığı toplumsal düzene vicdanlı bir bireyin özeleştirel şekilde yaklaştığı ifadeleri barındıran, önce aynayı kendine tutup sonra aksinden aldığı görüntüyü topluma gösteren, egemen ideolojinin dışında konumlanan bir şiir kitabına imza atmıştır. İkinci Yeni şairlerinden Ece Ayhan’ın şiirlerinde içerik yönünden görülen politik eleştiriyi Kutay Onaylı da resmî tarih ve ideoloji eleştirisi olarak yeniden üretip son dönem Türk şiirinin politik alanına farklı bir kapı açmıştır. Kimlikler sorununu ele alırken sorunun sınıfsal boyutunu ıskalamaması da ideolojik-politik anlamda sağlam temeller üzerinde kurulan düşünceyi açığa çıkarır ki kendisinin de ifade ettiği gibi o, düşünce şiiri yazmıştır.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X