| ISBN13 978-605-316-400-5 | 13x19,5 cm, 344 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Murathan Mungan, Özlediğim Bilge, s. 15-16 Bazılarınız hatırlayacaktır: Yetmişli yıllarda bir Bodrum fırtınası esiyordu. İçinde yer aldığı romanlar, şarkılar, gazete ve dergi yazılarıyla Bodrum efsane olmaya başlamıştı. Ben de 1978 yılında hayatımda ilk kez Bodrum’a gittim. Daha indiğimin birinci gününün birinci saatinde, sol ayak tabanım atar damarına kadar kesildi ve hastanesi bile olmayıp sadece sağlık ocağı bulunan bir yerde, Ağustos sıcağında oruç tutan bir sağlık memuru tarafından ayağım yorgan iğnesine benzer bir iğneyle dikildi. Daha kötüsü sağlık memuru kan görmeye dayanamayan bir adammış, gözünü kaçırarak dikti ayağımı. Bayıltmak falan da yok tabii. Hayatımın en kötü anılarından biridir. O sağlık memurunun acemice diktiği yaraya tıpta “yırtık yara” denirmiş. Böylelikle bir yara çeşidi daha hem edinmiş, hem öğrenmiş oldum. Düzgün dikilseymiş “kesik yara” denirmiş ve izi fazla belli olmazmış. Dolayısıyla Ankara’ya döndüğümde yaranın yeniden açılıp dikilmesi için hastaneye kaldırıldım. Hastanede bir süre kaldıktan sonra eve çıktım. Bana annem bakıyor, sadece tuvalete kalkabiliyordum. Yatakta sola ve sağa dönüp duruyor, kitap okumaya çalışıyor, bol bol tavana bakıyordum; zaman geçmiyor, ama düzenli olarak her gün sağlık memuru gelip pansumanımı yapıyordu. O gün annemin dışarıda işi varmış, ablamı çağırdı, “Gel Murathan’ın başında sen dur, hem sağlık memuru gelecek kapıyı açarsın,” diye. Ablamın gelmesinden bir süre sonra kapı çaldı. Ablam kapıyı açmaya gitti, kapı ile benim odam arasında en fazla yedi-sekiz adım vardır. Ablamın bana sonradan anlattığına göre, kapıyı açıp geleni karşıladıktan bir-iki dakika sonra, ablam, “Hayır, bu sağlık memuru değil, bu adam ‘biri’” demiş; ablamın “biri” dediği adam Bilge Karasu’ydu. Bana geçmiş olsun ziyaretine gelmişti. Bilge’nin elinden pek eksik etmediği bir çantası vardı; o çanta ablamı yanıltmış, onu beklediğimiz sağlık memuru sanmış. Demek istediğim, evin kapısıyla odam arasındaki yedi-sekiz adımlık süre içinde bile birine, “İşte bu ‘biri’” dedirten adamdı Bilge Karasu. Efendim ikinci anekdotum gene yetmişli yıllardan... Kızılay’dan bakanlıklara Çankaya’ya çıkan yolda Füsun Akatlı’yla Bilge Karasu yürümektedirler, karşıdan da, o yıllarda yayımlanan Ah Bayım Ah kitabıyla fırtınalar estiren Nazlı Eray gelmektedir. Tam Nazlı Eray’la selamlaşırken Bilge’nin yoldan geçen bir ahbabı onu çevirip lafa tutar, Bilge adamla konuşurken Füsun’la Nazlı baş başa kalırlar. Nazlı, Füsun’un kulağına eğilerek, “Füsun kim bu yanındaki mümtaz bey?” diye sorar. Şimdi, o mümtaz bey de Bilge Karasu’ydu. Sosyal medyada bir-iki gündür Bilge’nin bana imzaladığı kitaplardaki imza sayfasını paylaşıyorum. Onların bir tanesinde “mümtaz duygularımı başkalarına saklayarak” lafını görmüşseniz, pek bir anlam verememişsinizdir; işte o “mümtaz duygular” sözü, yıllarca Bilge’nin Füsun’un benim aramızda “mümtaz bey” diye yaptığımız espriye bir göndermeydi. |