| ISBN13 978-605-316-286-5 | 13x19,5 cm, 192 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Hazal Gülel , “İnsanı İnsan Yapan Nedir?”, Felsefelogos, sayı: 82 Beş ana bölümden oluşan ve disiplinlerarası niteliğe sahip olan İnsanı İnsan Yapan Nedir?: Yapay Zekâ Filmlerine Tasavvuf Gözüyle Bakmak kitabının ilk bölümünde “Bilimkurgu Neler Anlatır?” sorusuna yanıt aranmakta ve bilimkurgunun, teknolojik yeniliklerin ortaya koyduğu değişim ve dönüşümü ve bu dönüşümlerin yaşattığı deneyimleri konu edinen bir keşif alanı olduğu vurgulanmaktadır. Bununla beraber ilk bilimkurgu filmi Aya Seyahat ile başlayarak Metropolis, Frankenstein, Matrix gibi önemli filmlerden ilhamla endüstriyel kapitalizm, II. Dünya Savaşı gibi kırılma noktalarıyla bilimkurgunun tarihsel gelişimi aktarılmaktadır. Aynı zamanda yazar mevcut filmlerin daha önceden Marksist, feminist, posthümanist eksenlerde incelendiğine dikkat çekmekte; bu düşünce ve görüşler ışığında önemli eleştiriler üretildiğini vurgulamakta ve bu eleştirilerin yetersiz olduğunu savunmaktadır. Yazara göre bu görüşler kendilerini doğrulayan tespitler üretmektedirler. Bu nedenle yazar, sözünü ettiğimiz filmleri, bizleri tutsak kılan sabit fikirlere dayanmaksızın nasıl izleyebiliriz sorusunu sormakta ve kitaptaki asıl hedefin bu sorunun muhtemel cevaplarını keşfetmek olduğunu aktarmaktadır. Kitabın kelime haritasına baktığımızda yazarın keşif teşebbüsü kitaba karakterini kazandıran önemli bir detay olarak ortaya çıkmaktadır. Kitap boyunca “insan olma sürecinin keşfi”, “insanın bilişsel ve etik imkanlarına dair keşif” gibi birçok ifadeye yanıt arandığı görülür. Bu eğilimi yeniden gözden geçirmek ve ayrıca tartışmak önemlidir, çünkü bir tür yanlış anlaşılmanın ürünü olduğunu savunmak olanaklıdır. Örneğin, insan nedir? sorusunu göz önüne alalım. Mevcut soruya genel-geçer kriterlere uygun yanıtlar vermek mümkün değildir. İnsan sürekli değişen ve dönüşen dinamik bir varlıktır; ancak insan nedir sorusu geniş zaman kipiyle sorulduğu için sürekli geçerli olacak, değişmeyen bir yanıtı gerektirir. Bu nedenle mevcut soruya yanıt aramak anlamsızdır. En temelde nedir sorusu öze dair bir sorudur, insan ise sürekli değişen bir varlık olduğu için sabit bir biçimde tanımlanamaz. Kendi hayat hikayelerimize bakmamız dahi bu argümanımızı temellendirmemiz adına yeterli olabilir. Örneğin, belirli periyotlarda yaşam sürecimize baktığımızda iki farklı insan görmemiz pek muhtemeldir. Bu süre zarfında yaşamlarımıza birçok şey dahil olmuş ve çıkmıştır, birtakım etkileşimler yaşanmıştır. Söz konusu değişim sadece biyolojik bir olgu olarak açıklanamaz; kültür, değerler, sosyal olgular bu değişimin önemli etkenleridir. Peki, bunun keşif kavramıyla ilişkisini nasıl açıklayabiliriz? Öncelikle bu kavramın etimolojisine yönelmeliyiz. Keşif kavramı etimolojik olarak ortaya çıkarmak, örtüsünü açmak anlamına gelir. Buldu fiiliyle ilişki halindedir. Bu durumda keşif kavramı etimolojik bağlamda “sabit ve öze dayalı” bir anlama biçimini öncelikli hale getirir. Kişinin insan olma süreci, kişinin bilişsel ve etik imkanlarının keşfine çıkmak ve bu bağlamda sorular sormak, insan nedir sorusuna yanıt aramaya benzer. Keşif kavramı anlam itibariyle insan özünün ve insan etiğinin verili bir şey olduğunu kabul eder. Bunu ortaya çıkarmayı ve örtüsünü açmayı hedefler. Oysa bunların tarihsel olduğu, dönemden döneme değiştiğini vurgulamak gerekir. Sanayi devrimine şahitlik etmiş ve sosyo-ekonomik düzeyde büyük dönüşümler yaşamış modern toplumların etik ilkeleri, insanı tanımlama ve anlama biçimleri ile tüm bunları yaşamamış toplumların etik ilkeleri, insanı tanımlama ve anlama biçimleri eşit düzeyde değildir. Bu bağlamda mevcut kitabın ilk aşamada yönelttiği soru ve bu sorunun sonucunda vermeyi arzuladığı cevaplar yeniden düşünülmelidir. İkinci bölümde “insanı insan yapan nedir?” sorusuna tasavvufun nasıl yaklaştığını aktaran yazar, bu zeminden hareketle insanın insan olma sürecindeki yolunun nasıl oluştuğuna yanıt aramaktadır. Tasavvufun hayata yönelik bütünsel yaklaşım önerdiğini aktaran yazar, tasavvuf geleneği için aklın ve düşüncenin önemli olduğunu savunmaktadır; ancak bunu rasyonel düşünce ve akıl gibi görmemek gerektiğini de aktarır. Ona göre tasavvuf geleneği “tekâmül” ve “tevhid” ilkelerini ön planda tutarak olgunlaşmayı salık verir ve tasavvuf düşüncesinde insan ikili karşıtlıkların buluşma noktasıdır. Bu geleneğe göre insan önce ikili karşıtlıkları tecrübe eder, tanır ve son aşamada onunla birlik içerisinde bulunarak özdeşleşecek olgunluğa erişir. Kısaca söylemek gerekirse, insan bu süreçlerde kendini keşfeder. Tabii öteki kavramına da vurgu yapmak gerekir. Söz konusu ikili karşıtlıklarda insan ötekiyle karşılaşır ve bu ötekiyle bütünleşerek birliğe ulaşır. İnsanın kendisini kurmasında ötekinin rolüne vurgu yapan yazar bunu tasavvuf düşüncesi ekseninde değerlendirir. Bilimkurgu sinemasını bilinmeyen öteki ile ilişki kurarak onu bilme ve tanıma olanakları sunan ve yabancıyı keşfetmemiz konusunda yeni yöntemler bulmak üzere çalışan bir alan olarak değerlendirir. Bu filmlerde yer alan yapay zekâ figürleri öteki olanı simgeler. Filmlerde insan ile karşılaşan yapay zekâ figürleri, insanı insan yapan nedir sorusuna yanıt vermek için kullanılır. Kitabın en hacimli bölümü olan üçüncü bölümde, dünya sinema tarihinde öne çıkan yedi film incelenmekte; “bilinmeyen”, ancak “arzulanan” ve “öteki” konumunda bulunan yapay zekâ figürleri ile insanın etkileşimleri tasavvuf düşüncesi bağlamında tartışılmaktadır. Bu bölüm daha çok filmlerin betimlenmesi ve bu betimlenen kısımların yorumlanmasından oluşur. Burada “ben” ve “öteki” meselesi önemli bir tartışma konusudur. Aslında yazar, istenmeyen ötekiyi görmeyi, onu izlemeyi ve onu dönüştürebilmeyi hedeflemektedir. Bu noktada yazar ben ile öteki arasındaki farkı silikleştirme arzusu içerisinde görünür; ancak ötekiyle aynı yolda yürümek, onu tanımak, onu dönüştürmek ve bunun sonucunda söz konusu ikiliği aşarak birliğe varmak ötekiye yönelik şiddet içerikli eğilimi ortadan kaldırmak için yeterli midir? Bunun aksine benin dışındaki varlığı öteki olarak kabul etmek ve onu dönüştürmek alt mesajda bir hiyerarşiyi içerir. Böylece var olan şiddet ortadan kaldırılmış olmaz, bilakis devam ettirilmiş olur. Ötekiyi ıslah etmek, onu dönüştürmek ve normallik sınırlarına dahil etmek çözüm üretici bir eğilim değildir, aksine sorun üretici bir eğilimdir. Bundan ziyade bizler öteki ve benzeri ayrımları unutmayı önerebiliriz. Bu düşünce tarihinde önemli bir yer edinen “unutmak iyileştirir” vecizi ile düşünülebilir. Dördüncü bölümde “Simurg ve Gösterdikleri” ana başlığı ile Feridüddin Attar’ın Mantık Al-Tayr isimli eserindeki öykü ile tasavvuf düşüncesi çerçevesinde insan olma süreci arasında bağlantı kurulmaktadır. Hikayedeki kuşların her biri, benliğimizin farklı yönlerinin değişimini ve yolda bıraktıklarımızla öğrenme sürecimizde yaşadığımız döngüleri ifade etmek açısından vurgulanır. Simurg hikâyesindeki otuz kuş ve bilimkurgu filmleri arasında bağlantı kurularak benliklerin oluşma süreci arasında ilişki kurulur. Mantık Al-Tayr hikayesini insanın insan olma yolculuğu olarak kavrayan yazar, insan olarak olgunlaşma sürecinde kişinin kendisini diğerlerinden bağımsız ve ayrı görmekten adım adım kurtulduğunu düşünür. Aynı zamanda bu bölümde filmler tekrardan kısaca betimlenir. Üçüncü bölümde yer alan geniş film özetleri bir kez daha karşımıza kısaltılmış biçimde çıkar. Bu durum incelenen kitabın tekrara düştüğünü gösteren önemli bir detaydır. Kitabın son kısmı olan beşinci bölümde yazar yaşadığımız dünyanın pek iyimser bir tablo içermediğine dikkat çeker. Küresel ilişkiler ağında ciddi sorunlarla mücadele etmemiz gerektiğine vurgu yapan yazar, kapitalizmin tahakkümü altında olan günümüz dünyasından çıkış yollarının imkanını arar. Bu noktada bilimkurgu filmlerinde kadim bir yaşam anlayışının ses bulduğu kanaatini taşır. Aynı zamanda tasavvuf yolculuğu ile bilimkurgu filmlerini birlik içerisinde düşünerek “Doğulu” bir anlayışla “Batıda” ortaya çıkan bilimkurgu anlayışını karşıtlıkların ilişkisi olarak düşünür. Kitapta, sahip olduğumuz bilişsel yeteneklerin etik bir yaşam sürme çabasıyla nasıl ilişkilendiğine odaklanan yazar, tasavvuf geleneğini referans alarak ikili karşıtlıkları deneyimleme ve dönüştürme imkânı veren yolları takip ettiğini vurgular. Bu yola tahakküm ilişkileri kuran ikili karşıtlıkları aşmak için başvuran yazar kendi yaklaşım tarzını ideolojilerden ayırır. Ona göre ideolojik yönelimler kısıtlayıcıdır ve karanlık bir bakış açısına saplanmanın nedenidir. İnsanın bilişsel yetenekleri, etik anlayışları, akılla vicdanı buluşturma becerisi insan olma yolunda önemli basamaklar olarak görülür. Tabii bu kitaptaki ana konulardan bir diğeri de öteki ile birlik olma çabasıdır; ancak bu noktada üzerinde durmamız gereken birkaç detay vardır. Öteki ile karşılaşması sonucu onu tanıyan, bilen ve onu dönüştüren ben, öteki ile birlik içerisinde olduğunda şiddetten arınmış bir dünyanın kapılarını açar mı? “Dönüştüren” ve “Dönüşen” ilişkisi hiyerarşik ilişkinin devamlılığını gösterir. Öncelikle şunu sormamız gerekir, birlik olmak istenen öteki bizimle bir olmak istemekte midir? Öteki dönüşmek ve değişmek istemediği takdirde onunla karşılaşan benin, ötekine karşı tutumu nasıl olacaktır? soruları ilk etapta yanıtlanmayı beklemektedir. Nitekim ele alınan kitap tasavvuf gibi kadim düşünce geleneği ile bilimkurgu filmlerinde yer alan yapay zekâ figürlerini bir arada okuyan yenilikçi yöne sahiptir. Bunun yanı sıra yapay zekâyı felsefi açıdan değerlendirme imkânı da sağlamaktadır. |