Erkan Yıldız, "Kanafani ve 'Güneşteki Adamlar'", haber.sol.org.tr, 18 Temmuz 2024
80sayfalık bu kısa romana dünyayı sığdırmış Kanafani. Tıpkı öykülerinde yaptığı gibi edebiyatı politik mücadelesinin bir enstrümanı gibi kullanmış ve çok etkili bir eser yaratmış.
Gassan Kanafani, evinin önünde, İsrail tarafından tertiplenen bombalı bir suikastle katlediliğinde 36 yaşındaydı. Katliam Kanafani'nin henüz küçük bir çocuk olan kızları Leyla'nın gözü önünde yaşandı. Yaşanan patlamada bir başka çocuk, Kanafani'nin 12 yaşındaki yeğeni yaşamını yitirmiş, oğlu ve eşi ise o sırada evde oldukları için hayatta kalmışlardı. Olay 8 Temmuz 1972’de Beyrut'ta gerçekleşti.
9 Nisan 1936 yılında Akka'da doğan Kanafani, 12. yaşına girdiği günlerde, İsrail'in 1948 yılında giriştiği katliamların sonucu olarak ailesi ile birlikte ülkesini terk etmek zorunda bırakıldı. Katledildiğinde 24 yıldır zorunlu sürgünde olana Kanafani, halkının geri döneceği özgür bir Filistin'inin olabilmesi için mücadele ediyordu. Önemli bir gazeteci, aydın, araştırmacı olarak bilinen Kanafani, FHKC'nin kurucuları arasında yer alıyordu ve hali hazırda örgütün sözcüsüydü.
Adeta İsrail işgalinin içine doğan Kanafani'nin, sürgünlerde geçen kısacık ömrüne sığdırdığı mücadele başlıklarından biri de edebiyat. Okurlar, kendisini Türkçe’ye çevrilmiş eserlerinden tanıyor. Çeşitli yayınevleri yazarın eserlerini Türkçe’ye kazandırdı. Ancak ne yazık ki “Güneşteki Adamlar” dışındaki eserlerinin Türkçe baskılarına an itibariyle ulaşmak mümkün değil.
Güneşteki Adamlar'ın ilk baskısı 1963 yılında yapılmış. Kanafani’nin en önemli eseri olarak işaret edilen roman Arap edebiyatının da en önemli metinleri arasında gösteriliyor. 2023 yılında Metis Yayınları tarafından yayımlanan “Güneşteki Adamlar”ı Arapça aslından Türkçe’ye Mehmet Hakkı Suçin çevirmiş.
Hangi göçmenlik?
Son yılların en çok işlenen konularından birisi göçmenlik. Sanırım biraz da bu nedenle roman genellikle bu çerçevede değerlendirilmiş.
Sosyal bilimlerden performans sanatlarına, sinemadan edebiyata pek çok alanda kendisine bir karşılık yaratıyor bu başlık. Genellikle ve özellikle, trajik yanları öne çıkaran, “kadere” teslim olan, boyun eğmek zorunda kalan insanları anlatan işler görüyoruz, okuyoruz. Göçmenlik, ırkçıların insana düşmanlığını açık eden, liberallerin yarattıkları bu leş dünyanın üzerini “sahte, vıcık vıcık hümanizmleriyle" örtmelerine olanak sağlayan, İslamcıların ise “takdir-i ilahi” diyerek vicdanlarını temize çekebildiği ikiyüzlülüğe bir imkân sunuyor aynı zamanda. Suç ortaklarının görev paylaşımına denk düşen duygu durumları bunlar.
Üç kaçak ve bir kaçakçı…
Kanafani, 1962 yılında zorunlu bir göçmen ve kaçak olarak yaşadığı Beyrut’ta yazdığı Güneşteki Adamlar'da bize bir başka göçmenlik hikâyesi anlatıyor.
Irak'ın Basra kentinden iş olanaklarının daha bol olduğu Kuveyt'e kaçak geçmeye çalışan üç kişinin ve bir de kaçakçının hikâyesi ile başbaşayız. Tüm karakterler erkek, Filistinli, yoksul ve 1948 İsrail saldırısının hemen ardından ya da ona bağlı olarak sonraki yıllarda Filistin’i terk etmek zorunda kalmış insanlar.
Romandaki dört karakterden en yaşlı olanı Ebu Kays. Bahçesinde uzanıp, göğsünü iyice yere yasladığında yüreğinin sesini duyabildiği topraklardan on yıldır uzakta, büyük bir yoksulluk içinde küçük kızı ve karısıyla yaşamaya çalışıyor. İsrail’in 1948 saldırısında sadece toprağını değil, yüreğini de Filistin’de bırakmış ve Irak'a göçmek zorunda kalmış. Şimdi, aradan geçen on yılın ve kendisini iyice teslim almaya hazırlanan ihtiyarlığın arifesinde kendisine bir kurtuluş yolu olarak Kuveyt’i gösteren komşusunu dinliyor:
“Şu son on yılda beklemekten başka bir şey yapmadın. Ağaçlarını, evini, gençliğini ve bütün köyünü kaybettiğini anlaman için açlık içinde koskocaman on yıl geçmesi gerekiyordu. Bu sürede herkes kendine bir yol açtı. Sen ise yaşlı, sefil bir köpek gibi çömelip kaldın evde. Neyi bekliyordun ki?” s.13
İkinci kaçağımız Mervan. Mervan henüz 16 yaşında, iki ay önce doktor olmanın hayallerini kurarak okula giderken, ağabeyinin Kuveyt'ten gönderdiği para kesilip, babası da evi terk edince “Artık sıranın kendisine geldiğini, dişe dokunur bir şey öğretmeyen o sefil okulu bırakıp herkes gibi tavada pişmesi gerektiğini” s.35 düşünerek Kuveyt'e doğru yola çıkıyor.
Son kaçağımız genç eylemci Esad.
“Adın bütün sınır kapılarında kayıtlı. Şimdi seni yanımda görseler. Pasaport yok, vize yok. Devlet aleyhine çalışan bir terörist.” s.19
İlk kaçakçısı yaptıkları pazarlıkta elini güçlendirmek için böyle sesleniyor Esad'a.
Kuveyt'e geçmeyi ikinci kez deniyor genç eylemci. İlk seferinde kaçakçılar tarafından dolandırılmış. Şimdi eşeğini sağlam kazığa bağlamak istiyor.
Ve son karakterimiz Ebu’l Hayzuran.
"1948'den önce Filistin'deki İngiliz ordusunda beş yıl çalışmıştı. Ordudan ayrılıp mücahit gerilla gruplarına katıldığında da çevrenin en iyi büyük araç şoförü olarak tanınıyordu.” s.39
Mücahitlik yaptığı sırada bacaklarının arasında patlayan bir bomba ile hadım olan Ebu’l Hayzuran, şoförü olduğu su tankeri ile başka Filistinlileri topraklarından daha uzağa kaçırmaya çalışırken kendi kendine sayıklıyor:
“Peki, vatanseverlik ne işine yaradı? Hayatını maceralarla geçirdin. Şimdi ise bir kadının yanında uyumaktan âcizsin. Şu anda tek isteğim daha fazla para kazanmak. Daha fazla para.” s.61
Gidenlerin ardından…
“Koca tanker yol boyunca sadece onları değil, hayallerini, ailelerini, hırslarını, umutlarını, mutsuzluklarını, umutsuzluklarını, güçlerini ve güçsüzlüklerini, geçmişlerini ve geleceklerini de götürüyordu” s.60
Güçlü bir yol hikâyesi var elimizde. Bir su tankerinin içinde, güneş en tepedeyken çölü geride bırakmaya çalışan üç adamın yolculuğu, Kanafani’nin hikâyesi ve trajediyi değil gerçeği arayan, göç etmenin nedenlerini sorgulayan diliyle birlikte her sayfada bir yay gibi biraz daha gerilmenize neden oluyor.
Kanafani tıpkı Filistin'in Çocukları isimli kitapta yer alan öykülerinde olduğu gibi yoksulluk ve sürgün olma haline hikâyesinin merkezinde yer veriyor. Hikâye boyunca görüyoruz ki karakterlerin yurtsuz kalmalarıyla yoksullukları arasında kaçınılmaz, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir ilişki var. Yazar, bu dört karakter nezdinde yoksulluk ve yurtsuzluk içindeki tüm Filistinlileri, onların yalnızlığını, aynı dili konuştukları tüm komşu ülkelerin dayanışmalarının sahteliğini de ince ince işliyor romanında. Öyle olmasa neden Kuveyt'e kaçak girmeye çalışsınlar ya da yaşadıkları diğer Arap devletlerinde ekmek bulamasınlar.
Roman, arka planda karakterlerin geçmişlerinde ya da bugünlerinde iz bırakan 1948 İsrail işgalinin sonuçlarını gösteriyor. Bunun dışında bir başka şey daha yapıyor Kanafani. 1948 yılında dağılan ve kitabın yazıldığı 1962 yılında henüz bir direniş cephesi oluşturamayan Filistin toplumuna da sesleniyor. Romanın sonunda Ebu'l Hayzuran'ın sessizce arka arkaya sorduğu “neden?” sorusunu, yurdundan umudunu kesmiş, vazgeçmiş Filistin halkına yazarın sorduğu bir soru olarak düşünebiliriz. Neden bu haldeyiz? Neden direnmiyoruz? Neden bu kadar çaresiz hissediyoruz?
Bizim epeyce bir zamandır gidenlere soramadığımız bir sorudur bu. Bu güzel ülkenin iliğini kurutan, “giderlerse gitsinler” diyen bir iktidara ve bu berbat düzene itiraz etmek, ülkeden vazgeçmemek için bundan daha meşru bir soru olabilir mi?
80 sayfalık bu kısa romana dünyayı sığdırmış Kanafani. Tıpkı öykülerinde yaptığı gibi edebiyatı politik mücadelesinin bir enstrümanı gibi kullanmış ve çok etkili bir eser yaratmış. Denilebilir ki 62 yıl önce yazılan bir roman bu ve ele alınan konunun koşulları, dünyanın o zamanki şartlarıyla şimdiki koşullar aynı değil. O köprünün altından çok sular aktı. Bu yanlış değil ama bir de yazarın durduğu yer var. Emin olun Kanafani'nin durduğu yerden bakarsanız her şey onun 1962’de gördüğü şekilde ve netlikte görünür. Üstelik sadece Filistin'de değil dünyanın her yanında.
Kitabı okumaya niyetlenenler için son bir notum var.
Evet, kısa bir roman Güneşteki Adamlar. Kısa ama nefesinizi kesecek bir derinliğe sahip. O yüzden okumaya başlamadan önce derin bir nefes almanızı öneririm.