Şule Tüzül, "Ancak edebiyat yokluğa varlık kazandırabilir.", literaedebiyat.com, 2 Mayıs 2024
Edebiyat, yazarına ve okuruna eşsiz bir özgürlük alanı sağlıyor. Kendi yaşamlarımızda deneyimleme şansımız olmayan her şeyi edebiyatın uçsuz bucaksızlığında deneyimleyebiliyoruz. Yaşamın muhteşemliği ile bizi çaresiz bırakan ıstırabı arasında kaldığımız yalnızlıkla bir olmuş arafta edebiyatın yol göstericiliği ne bulunmaz bir şans.
Amerikan Edebiyatı'nın en önemli yazarlarından Marilynne Robinson, geçtiğimiz yıl Metis Yayınları tarafından yayınlanan eseri Evlerden Uzak ile bu şansı müthiş bir ustalıkla sözcüklere döküyor. Robinson'un ilk romanı. Amerika'daki ilk basımı 1980. Türkiye'de daha önce basılmış ancak her nedense pek ilgi görmemiş. Oysa bu eser için burada ne söylesem kıymetini ifade etmekte yetersiz kalacağım. Evlerden Uzak son yıllarda okuduğum en iyi en etkileyici roman diyebilirim. Öncelikle Metis Yayınları'na ve bu muhteşem kitabı dilimize kazandıran, benim de çok sevdiğim yazarlarımızdan, Birgül Oğuz'a şahane çevirisi için teşekkür ederim. Robinson'un Yuva isimli eseri 2010 yılında ülkemizde yayınlanmış ancak o da sessiz sakin okurunu beklemiş.
Abarttığımı düşünmeyin. Yayınlandığı günden beri Amerika'nın gündeminden düşmeyen bir eserden söz ediyoruz. Başta Harvard ve Yale üniversiteleri olmak üzere Amerika'da birçok üniversitede hem sadece Evlerden Uzak için hem de Robinson ve eserleri için dersler veriliyor. Harvard'da edebiyat okumak isteyenlerin okuması gereken üç eserden biri Evlerden Uzak (diğerleri Nabokov'un Lolita'sı ve Woolf'un Deniz Feneri isimli romanı), sadece bu eser için dört profesörün dersi var. Robinson birçok edebiyat ödülünün sahibi. 2004 yılında yayınlanan Gilead isimli romanı ile 2005 yılında Pulitzer Ödülü alıyor. Dilerim en kısa zamanda Gilead da dilimize çevrilir. Marilynne Robinson 2016 yılında Time Dergisi'nin en etkili 100 insan listesinde yer alıyor.
1943 yılında doğan Robinson 1977 yılında Washington Üniversitesi'nde Shakespeare üzerine yazdığı tezle doktorasını tamamlıyor. Hemen sonra Fransa'da bir üniversiteye misafir öğretmen olarak gidiyor ancak o dönemde grev nedeniyle üniversite kapanıyor. Felsefe eğitimi de alan Robinson, Fransa'nın kırsalında vaktini nasıl geçireceğini düşünürken doktora tezindeki birikimi bir romana dönüştürmeye karar veriyor ve Evlerden Uzak doğuyor.
Evlerden Uzak'ın bu kadar yıldır akademik derslere konu olması, konuşulması, onlarca dile çevrilmesi boşuna değil. Dili ve kurgusu son derece sade ve anlaşılır olmasına rağmen birçok edebiyat eserine, başta Kalvinizm olmak üzere dini meselelere, toplumsal ve siyasal konulara göndermeler içeriyor. Diğer yandan Robinson'un kullandığı dil ve anlatım öyle büyülü öyle şiirsel ki her okuru kendine çekip hayranlık yaratmayı başarıyor. Bu aşamada Birgül Oğuz'un adını tekrar anmalıyım. Kitabın birçok bölümünü tekrar ve tekrar okumaktan kendimi alamıyorum. Birgül Oğuz sayesinde leziz bir edebiyat eseri okuyoruz. Ayrıca kitaba şahane bir Türkçe isim vermiş. Kitabı daha iyi anlatacak bir isim düşünemiyorum.
Kapak resmi seçimi (resim Dorothea Tanning'e ait) ve tasarımı için de Emine Bora'ya teşekkürü borç bilirim. Kitabı çok iyi yansıttığını düşünüyorum.
Evlerden Uzak, Ruth ve Lucille kardeşlerin anneleri tarafından Fingerbone isimli bir kasabada yaşayan anneannelerine bırakılmaları ile başlıyor. Romanın anlatıcısı Ruth. Roman "Adım Ruth," diye başlıyor, daha başlarken Amerikalı yazar Herman Melville'in Moby Dick isimli romanına gönderme yapılıyor, Moby Dick'in ilk cümlesi "Bana İsmail deyin." Roman özünde bir büyüme hikâyesi ancak tek bir hikâyeye sığdırılamayacak kadar çok katmanlı. Anneannelerinden sonra kısa bir süre iki büyük hala bakıyor kızlara. Onlardan sonra ise teyzeleri Sylvie. Sylvie'nin sahneye çıkışı ile roman bu üçlü ilişkinin sarmalında aile, toplum, aidiyet ve kimlik, yalnızlık ve yabancılık, ölüm gibi meseleleri sarsıcı biçimde işleyen bir hikâyeye dönüşüyor. Yazıya başlarken söylediğim gibi, edebiyat yaşama hiç görmediğimiz yerden bakmamızı, hiç düşünmediğimiz şekilde düşünmemizi, hiç hissetmediğimiz şekilde hissetmemizi sağlıyor. Her okuduğumuz eser bize tekrar ve tekrar diyor ki; doğru ya da yanlış ne, kim belirliyor, nasıl? Ya gerçek? Yaşamlarımız kendi irademizle mi belirleniyor? Kim karar veriyor kim olduğumuza? Böyle bir dünyada nasıl var olacağız, var olmanın yollarını nasıl keşfedeceğiz? Robinson tüm bildiklerimizi, bildiğimizi sandıklarımızı ters yüz ediyor. Edebiyatta en sevdiğim şeyi yapıyor.
Robinson'un ana sorusu ise şu: hep yok olan biri nasıl var olabilir? Yok olarak var olmak mümkün mü? Var olmak kadar yok olmak da tercih edilebilir mi?
Ruth ve Lucille iki farklı yaşamı temsil ediyorlar. Lucille toplumla uyumlu bir yaşam sürmeye çabalıyor. Ruth ise topluma uyumsuzluğunun çeperine sıkışıyor ve çaresizce bu çeperi delip çıkabileceği bir yol arıyor.
Marilynne Robinson, koyu bir kalvinist. Bir Hristiyanlık mezhebi olan kalvinizm, geleneksel din anlayışının karşısında. Toplumsal kurumları Hristiyanlığın başlangıcındaki özüne göre düzenlemeyi savunuyor. Kalvinizme göre dürüst olmak, lüksten uzak sade yaşamak, süslü elbiseler ve mücevher kullanmamak iyi bir yaşam için yeterli. Tanrı'nın varlığını görmek için dünyanın muhteşemliğine bakmak yeterli. Dünyadan ve yaşamdan şikâyet edenler Tanrı'nın yüceliğini görme yetisine sahip olmayan yani Tanrı tarafından seçilmemiş insanlar. Roman kalvinizme de birçok gönderme içeriyor. Bu açıdan baktığımızda Sylvie ve Ruth Tanrı tarafından seçilmiş insanlar. Fingerbone'da kalvinizmin elçileri gibi bir yaşam sürüyorlar.
Robinson kalvinizm kapsamında ayrıca günlük yaşamla doğayı buluşturuyor.
Fingerbone'daki doğa, insan tarafından evcilleştirilmiş bir doğa değil. İnsanları ve anıları içine çeken bir göl, içine girildiğinde insanın doğa karşısındaki acizliğini en sert vahşiliği ile gösteren bir orman, medeniyeti temsil eden yapıların korkunç bir sel felaketiyle nasıl da yerle bir edilebileceğini gösteren bir doğa. Aynı doğa yapraklarını evlerin içine süpürerek, gözler önüne serdiği manzaranın ihtişamına hayran bırakarak, kendisiyle uyum gösterene sonsuz bir huzur sunarak maddi dünya ile doğayı buluşturuyor, nasıl birlikte yaşanabileceğinin yolunu da gösteriyor insanlara.
Robinson, Ruth ve Lucille'in yaşamları üzerinden 'nasıl bir yaşam'ı sorguluyor. İçinde yaşadığımız konforlu evler, süregiden devlet ve toplum düzeni, eğitim ve hukuk sistemi, gelecek kaygısı, ahlak kurallarımız, özetle içinde var olmaya çalıştığımız dünyadan farklı bir dünyada var olmak mümkündür belki. Ruth işte o dünyayı temsil ediyor. Genel kabul görmüş dünyaya uyum sağlamamak ya da sağlayamamak, bu dünyanın dışında yaşamak bu dünya tarafından yok sayılmak anlamına geliyor. Ruth bu yok oluşun aslında bir özgürlük sağladığını fark ediyor. Tıpkı Sylvie gibi. Ruth ve Sylvie genel anlamda insanların yaşadığı dünyada yok olarak kendi yarattıkları dünyada var olmayı seçiyorlar. Çünkü ancak bu şekilde özgür olabiliyorlar.
Romanın anlatıcısı Ruth, daha ilk satırlardan gizemli bir karakter. Çünkü nerede olduğunu, olayları nereden anlattığını bilmiyoruz. Çocuk mu yetişkin mi, yaşıyor mu öldü mü, yalnız mı, uzakta mı? Anlatılanların tamamen dışından, tüm olanlara uzak bir yerden anlatıyor. Ruth sanki aramızda değil. Ruth yokluğun sesi. Her şeyin geçici ve muğlak olduğu hissini veren bir ses, ki romanın üzerinde durduğu meselelerden biri de yaşamın gelip geçiciliği. Marilynne Robinson yokluğun sesini Evlerden Uzak'ın anlatıcısı yaparak bu sese varlık kazandırıyor. Böylece edebiyatın da nelere kadir olabileceğini kanıtlıyor: ancak edebiyat yapabilir bunu, yokluğa varlık kazandırabilir.
Evlerden Uzak, her ne kadar Robinson tarafından feminist bir roman olmadığı söylense de, feministler tarafından da sahiplenilmiş. Bunun nedeni ana kahramanlar ve kitapta yer alan birçok karakterin kadın olması kadar tüm kadın kahramanların böyle bir dünyada kadınlık halleriyle var olma mücadelesini anlatıyor olması. Erkek kahramanlar, Ruth ve Lucille'in dedeleri ve babaları gibi ya yoklar, yokluklarıyla hikâyeye katkı sağlıyorlar, ya da okul müdürü, şerif gibi kısa süreli varlıklarıyla hem eril iktidarın romanda biraz da olsa somut olarak görünmesini sağlıyorlar, hem de aslında o kadar önemsizler ki sadece kurguyu tamamlama görevini üstleniyorlar. Robinson, Evlerden Uzak ile bence ayrıca edebiyatın eril iktidarlarına da kafa tutuyor. Kahramanları kadın olmasının yanı sıra, eril edebiyat kanonunun kahramanlarına benzemiyorlar. Sistemin içinde takdir edilesi mücadeleleri ile var olmak değil, tam aksine yok olmayı, bu sistemin tamamen dışına çıkarak, görünmez olarak var olmayı seçiyorlar. Türkiye'de halen yeterince okura ulaşamamış olmasını da buna bağlayabiliriz. Ama Evlerden Uzak'ı bu kadar şahane bir esere dönüştüren Ruth'un yokluğunun sesi o kadar güçlü bir ses ki Türk edebiyatında da zamanla önemli bir dönüşüme sebep olacağını umut ediyorum.
Romanın ekofeminist bir yanı da var elbette. Özellikle romanın en güçlü hikâyeleri olarak Sylvie ve Ruth'un var olma süreçlerinde doğayla bütünleşen mücadeleleri, toplum yapısının kadını ve doğayı aynı biçimde şekillendiren kuralları ekofeminist bir okuma yapmamıza da olanak sağlıyor.
Evlerden Uzak, bu dünyada her şekilde var olunabileceğini söylüyor. Edebiyatta da her şekilde var olunabileceğini söylüyor. Önemli olan sanki başka seçenek yokmuş gibi sunulan ve birbirine tıpatıp benzeyen değil, içinde kendimizi mutlu hissedebileceğimiz yaşam seçeneklerini aramak, keşfetmek ve olduğu gibi yaşayabilmek. Ruth ve Sylvie özelinde, onlardan baştan sona kayıplarla biçimlenmiş bir yaşama tutunmaları beklemek, onlara büyük haksızlık olurdu. Eşya, ev, kasaba, insan, hiçbir şeye bağlanmadan, bağlantısız yaşamaktan başka seçenek kalmayabilir birçok insan için. Hayatın ve hayattaki her şeyin geçici olduğu gerçeği ile yüzleştiriyor okurunu Robinson. Hayatın kıymetli sıradanlığını anlatıyor.
Romanın tamamı okunduğunda büyülü bir metnin içinden geçip gittiğimiz duygusuna kapılmak elde değil. O büyünün içinden neyi çekip çıkarsam bir şeyler eksiliyor gibi geliyor bana. Bu nedenle bu yazıda romandan hiç alıntı paylaşamadım.
Evlerden Uzak için neredeyse yarım asırdır üniversitelerde dersler verilirken bu yazıda söylediklerim elbette çok yetersiz. Üzerine saatlerce konuşulacak, sayfalarca yazılacak bir eser. Ben dünya ve insanlar konusunda umutsuz bir insanım. Marquez'in dediği gibi, umudum yok ama umut etmek istiyorum. Edebiyat bu konuda bana en büyük desteğim, sığınağım. Evlerden Uzak bu açıdan büyük heyecan duymama neden oldu. Bu yazı da bu heyecanla yazıldı. Evlerden Uzak'ı herkes okusun isterim.