Güven Adıgüzel, “Güneşteki Adamların Hikâyesi”, Sabitfikir, Kasım 2023
Kalbin yorulduğu bir an var mutlaka. Yurdunu kocaman bir cephe bilip, bilincindeki siperlerden dünyayı seyretmenin sözlüklerde bir karşılığı olmalı. Kelimelerin imdadımıza yetişemediği anların köpük köpük taşan öfkesini tanıyoruz. Filistin’in en büyük kayıplarından sayılan Gassan Kanafani gazeteci, politikacı, edebiyatçı gibi güçlü unvanları omzunda taşıyan bilinci açık zehir gibi bir entelektüeldi. Basra’daki bir kaçakçı yazıhanesinde yolları kesişen üç Filistinlinin hikâyesini anlattığı Güneşteki Adamlar, dağılmış bir tespihin üç tane’sine odaklanırken, işgal altındaki yurtlarından sökülüp alınmış Ebu Kays, Esad ve Mervan’ın zorlu yolculuğunda Filistin ülkesini simgeleştirir. Ölüme doğru bir seferdir bu.
Sağ kalsaydın, benim gibi yoksulluğa gömülseydin,
sen de benim şimdi yaptığımı yapar mıydın ki?
Bütün yıllarını omzuna yükleyerek kaçmaya,
bir kabuk ekmek uğruna
çölü aşıp Kuveyt’e gitmeye razı gelir miydin?
-Güneşteki Adamlar
Yaşamanın doğrudan onur, izzet ve haysiyet meselesine dönüştüğü o yer’i anlayabilmek mümkün mü gerçekten? Zihnim buralarda takılıp kalıyor. Ruhunu çalmak istedikleri yerde varolmayı düşlemenin anlamına bakıyorum, hep başka bir zorun kapısına çıkıyor; yıkıcı, trajik, akıl durdurucu. Kalbin yorulduğu bir an var mutlaka. Yurdunu kocaman bir cephe bilip, bilincindeki siperlerden dünyayı seyretmenin ya da üzerine çöken koyu karanlığın ortasında sesini aramaya çalışmanın sözlüklerde bir karşılığı olmalı. Kelimelerin imdadımıza yetişemediği anların köpük köpük taşan öfkesini tanıyoruz. Ama yine de yaşamanın doğrudan onur, izzet ve haysiyet meselesine dönüştüğü o yer’i anlayabilmek mümkün mü gerçekten? Tahakküme karşı sürekli teyakkuz halinde, ölümün hakikatine erip, insan olarak bu dünyada bulunmanın haysiyeti için yaşamak, korkunç bir narsist hayvan, irice cüssesiyle boğazınıza bastırarak nefesinizi keserken hem de. Başka türlüsü mümkün olamazdı, evet. Mesele hayatta kalmak değil çünkü haysiyetini korumak sadece. Filistin bize bunları anlatıyor. Yenildi evet, binlerce kez üstelik ama hiç mağlup olmadı.
1881 yılında Filistin’e gelen ilk Yahudi sömürgecilerin varlığıyla başlayıp, 1914 (toprak gaspı), 1948 (Nakba) ve 1967 (altı gün) trajedileriyle günümüze kadar uzanan bir mücadele ve direniş tarihini edebiyattan bağımsız düşünebilir miyiz? Kelimeler anlamsız, söz hükümsüz mü sahiden? İkinci Cihan Harbi sonrasında, ruh çürüten büyük acıların omuzlarına bindirdiği o ağır yük’lerle hesaplaşmakta zorlanan ve insan türünün merhametsizliği karşısında nihilizm ya da intihara sürüklenen şairlerin, sanatçıların yaşadıkları şey salt “hayal kırıklığı” değildi aslında. Edebiyat, sanat gibi “ince” uğraşların dünyayı daha güzel bir yer yapma iddiasının bütünüyle çöktüğüne dair derin bir umutsuzluktu bu. Filistin cephesinde, daha güzel bir dünyaya inanmanın umutla açıklanabilecek bir tarafı yok. Çünkü insanın, haysiyetine el uzatanlara karşı yürüttüğü sürgit mücadele doğrudan kendisiyle / varoluşuyla ilgili zaten, buradan geri dönülemez. Umut ya da umutsuzluk yok o yüzden. İnsan kalma, çabası var.
Güneşin ardındaki ülke
Filistin’in en büyük kayıplarından sayılan Gassan Kanafani’nin 25 yaşında yazdığı, 1963 yılında yayımlanmış meşhur novellası Güneşteki Adamlar’ın (Ricâlun fi'ş-Şems) dert edindiği meseleler, aradan geçen 60 yıla rağmen olanca şiddetiyle yakıcı varlığını sürdürüyor. Kanafani, gazeteci, politikacı, edebiyatçı gibi güçlü unvanları omzunda taşıyan bilinci açık zehir gibi bir entelektüeldi. 36 yıllık kısa ömrüne sığdırdıkları, yaşamanın doğrudan onur, izzet ve haysiyet meselesine dönüştüğü o yer’i anlayabilmek mümkün mü, sorusuna çok açık bir cevap niteliğinde. Kanafani o yer’den konuşuyor çünkü, bir yurtsuzluk söylevi değil anlattıkları. Çocuk yaşta evinden kovulmuş, 13 yaşında mülteci olmuş, gençliği ait olduğu toprakların geleceği için savaşmakla geçmiş ve marşa bastığına dev bir ateş topuna dönen arabasında henüz 36 yaşındayken hayata veda etmiş olabildiğince "tehlikeli" bir adamdan bahsediyoruz. Derin idrak, güçlü belagat, tavizsiz duruş. İsrail’in tertip ettiği bu suikastın hemen öncesinde kızına çikolata verip yavaş adımlarla arabasına / ölüme yürüyen Kanafani’den geriye, babasının parçalanmış cesedini seyreden kızının acı çığlıkları kalmıştı. O kahredici çığlıkların dinmesi için almıştı kalemi eline, direniş hattını tahkim ederek büyütecek özgüvene sahipti. Belli ki sözü ve kelimeleriyle düşmanı korkutmuştu. Görevini tamamlamıştı yani. “20 yıl daha yaşayacak ömrü olsaydı neler yazıp, söylerdi acaba” hayıflanması insanın aklını kurcalıyor yine de.
Gassan Kanafani, Güneşteki Adamlar’dan biriydi. Kara güneşlerin altında sonsuz çölü aşmaya çalışıyordu. Napolyon’un "gel gör ki, kader beni bir ihtiyarın elinde oyuncak etti" cümlesindeki o ihtiyarın (Cezzar Paşa) kutlu şehri Akka’da doğmuş, işte her şey böylece başlamıştı, bu kaderi sevdi Kanafani. Dünyanın kocaman bir pembe pamuk şekeri olmadığını biliyordu.
Kurtuluş’un duyulmayan sesi
Basra’daki bir kaçakçı yazıhanesinde yolları kesişen üç Filistinlinin hikâyesinin anlatıldığı Güneşteki Adamlar, dağılmış bir tespihin üç tane’sine odaklanırken, işgal altındaki yurtlarından sökülüp alınmış Ebu Kays, Esad ve Mervan’ın zorlu yolculuğunda Filistin ülkesini simgeleştirir. Ölüme doğru bir seferdir bu. Kızgın güneşin altında Kuveyt’e kaçak yollarla ulaşmanın yolu, sınırı geçerken bir su tankerine saklanmaktır. Üç kahraman uzun süre tankerin içinde kalır, orda unuturlar onları, seslerini ulaştıramazlar dışarıya. Kimse duymaz bağrışlarını. Havasız kaldıkları tankerin içinde, nefessiz, sıkışmış, çaresiz halde üç Filistinli mülteci. "Unutulmuş" üç Filistinli mülteci.
1972’de El-Makhdun (Aldatılmışlar) adıyla sinemaya da uyarlanan bu “çabuk roman” sınırı aşamayan üç mültecinin cesetlerini nihayetinde çöpe attırır, anlatımı en az koşullar kadar serttir. Kanafani çok eleştiri alır ama roman bu sertliği kaldıracak kadar iyidir. Evet, bireysel kurtuluş yoktur. Yine de didaktik bir yerden konuşmaz Kanafani. Güneşte kavrularak özgürlüğünü arayan ve o sınırı aşıp kurtulacak olan Filistin’dir. Elbette bazı sınırlar aşılmaz, bazı çöller bitmez, bazı güneşler tepemizden ayrılmaz. Kaçıp kurtulmanın anlattığı nedir ki, geride kalmanın vatanında yaşamanın yanında?
Güneşteki Adamlar seslerini duyuramazlar, tankeri yumruklasalar da kimse işitmez onları, unutulmuşlardır. Kanafani, ömrü boyunca bu sesin peşindeydi, Filistin’i unutulduğu su tankerinin içinden çıkaracak o gür sesi arıyordu. İsrail adlı korkunç narsist hayvan, kin tohumları ektiği topraklardan yeşererek, bu sesi perdeleyecek o koyu nefret’e güveniyor, Filistin ise yalnızca haysiyetinin peşinde. Kanafani haklıydı. Tarih haklıları yazmayacak. Ama edebiyat bu karartılmış tarihin en güçlü muarızı hâlâ. Yaşamanın bizzat kendisinin onur mücadelesi sayıldığı yer ve Metis kapağındaki her şeyi özetleyen o bir parça aralık gökyüzü. Uzun uzun bakıyorum buraya.