ISBN13 978-975-342-073-0
13x19,5 cm, 208 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Ozan Özkan, "Boşluğu Konuşturmak”, kazankultur.com, 13 Haziran 2022

Ahdım Var, Hür Yumer’in tek öykü kitabı. Ölümünden bir yıl sonra, 1995 yılında bir araya getirilen öykülerden oluşuyor. Bir başka anlamda, ondan okura kalan tek şey.

İşte bu yazıda Hür’ü ve eşsiz Ahdım Var’ı dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Ondan bize kalan tek kitabı Ahdım Var’ı zar zor bulduğum bir iki gazete haberini ve az ama hacimli dizelerini bir araya getirmek istedim. Bir okur olarak, Hür’ün kısa yaşamının ardından payıma düşen, etkisi uçsuz cümlelerin peşine düşmek istedim. Tam yerine rast gelmeyeceğini, nafile bir çaba olduğunu bile bile.

Hür’le tanışmam yıllar öncesine dayanıyor. Tam tarihi kestirmem mümkün değil. Türkçe müziğin dehlizlerine daldığım bir dönemdi diye hatırlıyorum. Gün boyu hem evde bulduğum kasetlerin, hem de harçlıklarımla aldığım cd’lerin kartonetlerini inceliyordum. Hümeyra’nın 1997 çıkışlı ve ne yazık ki son albümü olan Beyhude’de karşıma çıktı ismi.

Sadece bulunduğu albümün değil, kendi dilimde dinlediğim en yakıcı şarkılardan biriydi Gidemediklerimiz. Üç dakika elli dört saniye boyunca, dinleyenin de boynunu urgana dolayan bir veda mektubu. Bir müddet sonra şarkıyı rafa kaldırdım. Kaçtım. Bir veda şarkısı aracılığıyla tanışmamızı ise hep büyüleyici buldum. Her şeye rağmen Hür’ün izlerinin peşine düşmem bundandır diye tahmin ediyorum.

Hür Diye Biri

Hür Yumer, 1955 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Grenoble Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi’ni bitirir. Türkiye’ye dönünce İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü’nde Fransızca okutmanlığı yapar. Hayattayken Hür’ün isminin edebiyat çevrelerinde zikredilmesi çevirileriyle olur.

Hür’ün çevirdiği kitaplara baktığımızda sanki özenle, manidar seçimler yapmış gibidir. Özellikle Marguerite Yourcenar çevirileriyle bilinir. Doğu Öyküleri ve Bir Ölüm Bağışlamak başlıca bilinen çevirileridir. Jean Genet’nin Giacometti’nin Atölyesi ve Danilo Kis’in Ölüler Ansiklopedisi gibi kitaplarını da Türkçeye kazandırır. Bir dönem eşi de olan Serra Yılmaz’la Stelio Fierenza’nın Kassandra adlı oyununu çevirirler.

Oyun, İstanbul Devlet Tiyatroları’nda sahnelenir. Bir yandan 1987-92 yılları arasında Metis Çeviri dergisinde çalışır. Aynı yıllara tekabül eden tarihlerde Hür’ün öyküleri Defter dergisinde yayınlanır. Ahdım Var açılış öyküsü olan Mesed, derginin Ekim – Kasım 1987 tarihli ilk sayısında yayınlanır. Ahdım Var, ikinci öyküsü Panter’le Pembe Alıştırmaları Haziran – Eylül 1988 tarihli 5. sayıda, yine kitapta kendine üçüncü sırada yer bulan Ha-Ah-Bakıh-Zukrum ise Haziran – Ekim 1989 tarihli 10. sayıda yayınlanır.

Hür Yumer, 1994’te yaşamına son verir. Ölümünden bir yıl sonra öyküleri Ahdım Var ismiyle toplanır. Kitap, 1996 yılında Cevdet Kudret Öykü Ödülü’nü alır. Ahdım Var’ın kapağını, ressam Deniz Bilgin’in 1992 tarihli İsimsiz başlıklı bir resmi süsler. 1999’da hayata veda eden Deniz Bilgin, esasında okurların görsel hafızasında büyük yer kaplayan biri. Başta Ursula’nın Mülksüzler’i olmak üzere; Lale Müldür, Bejan Matur, Latife Tekin, Murathan Mungan, Engin Geçtan gibi yazarların kitaplarının kapaklarında onun resimleriyle karşılaşırız hep. Aynı zamanda Hür’ün de ilk öykülerinin yayınlandığı Defter dergisinin bazı kapakları da yine onun elinden çıkma. Derginin yazarlarından olan Bülent Somay onun resimleri için şöyle der: ‘’Bize söylediğimiz sözün sınırlarını hatırlatan resimlerdi bunlar.’’

Geçen yıllar Hür’le öykülerini hemhal eder sanki. Öyküleri de sessizce bir köşede keşfedilmeyi bekler. Öyle ki Ahdım Var, ikinci baskısını ancak 20 yıl sonra, 2015 yılında yapar. Geçen zaman içerisinde, Ahdım Var hakkında yazılmış herhangi bir değerlendirmeye denk gelmek pek mümkün olmaz.

Hür’ün yazma üzerine deneme olarak kabul edilebilecek Bir Arayışın Notları isimli kısa metni ise onun dünyasını aralamak için elde kalan tek rehber. Borges Defteri’nden ulaşılabilen metnin bazı kısımlarını bu yazıda ara ara yer vereceğim.

Yazmak: Belleğin Gayya Kuyusu

‘’Yazmak! Bellekte kalanların, ya da bellekten silinmeyen sabit imgelerin yanında ne kadar cılız kalıyor bu sözcük bir bilsen! Yazı: Kağıda dökülen sözcükler sıralanışı. Hayat: Belleğe yer eden imgeler. Eğer amaç aradaki farkı yazmaksa, ya da aradaki farksızlığı, yanılmıyorum: Senin ölü halinle, benimle yaşadığını söyler ya da yazarken yanılmıyorum’’

Ahdım Var'ı açan öykü Mesed’in ilk paragrafından bu satırlar. Gerçeğine aymış bir yazarın bilinciyle başlıyor öykü. Belleği ve sözcükleri hemzemin etmeden, yalnızca bir araya getirmenin inancına sarılıyor. Öyküyü var eden belki de bu inanç ya da inat. Mesed; müphem bir aralığa yayılmış yasın ve giderek genişleyen özlemin dile gelme sancısını satırlara yayıyor. Mektup, günlük ya da bir fotoğraf albümü gibi algılanabilir. Mesed hem hepsi hem de hiçbiri aslında. Aklın ardında kalanlarla gözün önünde duranların, tortop olup ayak ucuna ilişmesi. Çok özlenenini geri çağırma ritüeli olarak başlıyor ve bitiyor.

Üçüncü öykü Ha – Ah – Bakıh – Zukrum ise meselesini sezdirirken Mesed’in açtığı gediği derinleştiriyor. Bellekte muhafaza edilenin, sözcüklerin sınırlı gücüyle tekrar var edilme arzusu/mücadelesi üzerine konumlanıyor. Varlığı kuşatan ve belirip kaybolan anlar/anılar, bir müddet sonra devinerek sayıklamalara dönüşüyor. Bellekteki imgelerle, eldeki sözcüklerin arasındaki farkı gözeten açık bir bilincin farkındalığıyla elbet:

‘’Her insanın, yerçekiminden arınmışçasına, bedenini hissetmediği, sınırsız arzusundan usanarak, havaya, suya, toprağa ya da ışığa öykündüğü anlar geçicidir… Dilin yetmediğini, bütün bir ahengin gerektiğini anladığı anlar; bu anların çekimi…’’

Azzuro Vechio, sayıklamaların en yoğun olduğu ve giderek yazarda ‘’sayıklamaların’’ bir üslup olarak belirginleşmesini sağlayan öykü olarak öne çıkıyor. Aynı zamanda Ahdım Var‘ın en uzun öyküsü olma özelliğini de taşıyor. Öykü, bir ailenin farklı kuşaklardan fertlerinin bulanık anılarında dolaştırıyor. Karmaşık tümcelerin üst üste yığıldığı zor bir öykü bu. Monologların tiratlarla iç içe geçtiği, bu nedenle de bir açıdan yer yer tiyatro metinlerine göz kırpan karmaşık bir yapıya sahip. İlk öyküden bu yana öykülere sinen, yazarın gölgesi/bilinci ise burada giderek muğlaklaşıyor. Tam silinmese de daha saydam, daha geçirgen bir yazar imgesine dönüyor.

Bir Arayışın Yankıları

Hür Yumer, Bir Arayışın Notları’nda yazar olarak metnin içinde nasıl konumlanmaya gayret ettiğine dair şu tespitlerde bulunur:

‘’Sözcükler de kendilerini dağıtıp toplarlar. Ama insanlar gibi değil. Bir tümcede bütün bir hayatı okuduğunuz yanılsamasına kapıldığınızda, o tümcenin bir yerinden, ya da o tümcenin çağrıştırdıklarının içinde yaşıyorsunuzdur artık. Bazen öteki tümceye geçmeyi bile gereksiz bulursunuz. O kadarı yeter size. Ama merak edersiniz işte. İyi yazar kendini değil hep kendinden öncekileri, kendinden sonrakileri merak ettirir. Ya da kendini onlarla nasıl silebildiğini gösterir.’’

Azzuro Vechio’da yumak haline gelmiş anlatıda karşımıza çıkan budur belki de. Yumağın içinde birbirine geçenlere bakmak için yine Azzuro Vechio’daki şu alıntı anlamlı olacaktır:

‘’Ben dağların ovaların ırmakların arasından geçip de denizin karşısında şaşıran bir çöl bilincinin kurbanı gibi mi hissedeceğim kendimi? Ben bu kadar mıyım? Bu kadar budala mıyım? Her şey cam, su, ışık artık. Kaynaşmak gerekiyor.’’

Sırasıyla bir öyküden diğerine geçerken, genişleyen daireler halinde bilincin bir alt katmanına daha varılıyor. Farklı örgüler ve kurgular savrularak bir şekilde benzer sorulara doğru ilerliyor. Azzuro Vechio’dan sonra bir durak gibi olan Bahar Sofrasından Kalkan Adam adlı kısa öyküyü ve ardından gelen İlhan Ekler’i böyle okumak mümkün.

İlhan Ekler ise hem Ahdım Var‘ın içinde hem de Türkiye edebiyatında kendine özel bir yer açacak güçte kurgulanmakta. Öykü, bir kuyu tulumbasıyla isimsiz bir kadının karşılıklı diyaloglarından oluşuyor. Boşluğu konuşturmak ya da boşluğa konuşmak gibi yorumlanabilecek bu tercihin, edebiyatımızda bazı örneklerini hatırlamak mümkün. Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken’deki çoğu öyküsü, Sevim Burak’ın Pencere’si ya da Sait Faik’in Yalnızlığın Yarattığı İnsan’ı ilk aklıma gelenler.

Yumer; tek mekanda geçen öyküde, mekanı kuşatan kişileri ve nesneleri incelikle dahil ederek öyküyü katmanlandırıyor. Satırlar ilerledikçe yaşamın ve ölümün didik didik edildiği haşin bir sorgulamaya doğru gidilmekte. Varoluşun çıkmazları, kapanmayan mesafeler ve kişinin kendini yitirmesine sebep olan yıkıcı arzular bir bir masaya yatırılıyor:

‘’Arzu giderilmez, sürer, bilmiyor musun…’’

Gidemediklerimiz

‘’İnsan, dönüp dolaşıp kendini anlattığını anlar. Ama dönüp dolaşıp. Eğer dönüp dolaşamıyorsanız, yolculuklarını sahte düşlerinden başka hiçbir şey anlatamazsınız. Kendi dünyanız bir zindan gibi karşınıza dikilir.’’ (Bir Arayışın Notları – Hür Yumer)

Hür’ün, renk paleti geniş mekanlarında uzaklara bakan biri olur. Bakışın, oturmanın, yürümenin sonra yeniden oturmanın geniş yer kapladığı bir dünyadır onunki. Göklerin, sokakların ve ışıkların belirdiği yerlerde uzun uzadıya kaybolunur. Zamanın içinde yitmek göze alınır. Bazen sadece küçük bir ânı geri çağırmak için. Tekrarın şiddetine ve şefkatine tutunan marazi bir inanca sahiptir karakterleri. Dışarıyı dışarıda bırakmadan, şimdiyi tamamen ortadan kaldırmadan yapılan yolculuklardır bunlar. Görünürde hareketsiz, içerde debdebeli.

Hür’ün bahsettiği o ‘’zindan’’ dan kaçma fikrine panzehirdir belki de yazdığı öyküler. Dönüp dolaşıp kafasında susturamadığı seslerin tezahürüdür. Hür’ün karakterlerine verdiği ses Edip Cansever’in, “Doğanın bana verdiği bu ödülden/ Çıldırıp yitmemek için/ İki insan gibi kaldım/ Birbiriyle konuşan iki insan” dizelerini hatırlatıyor çokça. Bir arayışın notlarında ise yazdıklarıyla mesafesini şöyle tarifliyor:

‘’Yazıda en güç şey başka biri gibi nefes almaktır. Sözcükleri öteki nefes seçtirir size. Bulunmuş bir sözcüğün sırıtması bundandır. Yapaylık kendini gizlerse yazı kötü olur.’’

Başlangıç, Evlat, Evveliyat!, Zalim Bey’in Ucuz Zürriyeti gibi devam eden öykülerde karakter paletini zenginleştirir. Kendi tabiriyle, “herkes gibi, herkes kadar, ancak farklı seslenmeyi” başarır. Yazının tuzaklarını kollayarak, hakikat çemberinden usulca geçer.

Dönüp dolaşıp her yolu yorduğundan mı yazmıştır Gidemediklerimiz’i? Sonunda korktuğu gibi dünyası zindan olup karşısına dikildiğinden mi gitmiştir? Bilmek zor ama şimdi buradan bakınca; Hür’ü ve yazdıklarını kuşatan ıssızlığı, ışığı kendinden menkul bir hale olarak görüyorum.

Hür’e baktıkça: defalarca ölümü prova etmiş, tüm hüzünleri kendinde denemiş, hakikatle arzunun çarpıştığı yere kadar gitmiş ve zamanı kurcalamaktan hiç çekinmemiş birinin aksini yakalıyorum. Kitabı kapattığımda, müthiş bir yorgunluğun tezat bir ferahlıkla iç içe geçtiğini duyumsuyorum. Hür’ün ulaştığı hiçliğin rehavetidir belki o tezat ferahlık. Bilemem. Tarifi kendinde saklı mesafesiyle yazdığı öyküler, benim mesafesiz bakışımda Hür’le iç içe geçiyor. Yaşasaydı ve bu yazdıklarımı okusaydı kızar mıydı? Kim bilir? Yine de yazmak istedim. Hür’ü tanıdığım o şarkıyla yazıyı bitiriyorum. Benim bir son cümlem yok çünkü.

Odama sımsıcak iklimlerle geldiniz

Gözleriniz kararlıysa sevmeye, sevilmeye

Bu gece sabaha dek ipi siz çekeceksiniz

Sımsıcak deniz, gidemediklerimiz

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X