| ISBN13 978-605-316-304-6 | 13x19,5 cm, 320 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Giriş: Demokrasi Fikrini Kapitalist Çerçeveden Kurtarmak, Can Cemgil ve Ömer Turan, s. 9-12 Rahatlıkla küresel kapitalizmin “resmi” sözcüsü olarak değerlendirebileceğimiz Financial Times gazetesinin ekonomi baş editörü Martin Wolf (2023), bu yılın başında yayımlanan The Crisis of Democratic Capitalism (Demokratik Kapitalizmin Krizi) adlı kitabında ve “Saving Democratic Capitalism” (Demokratik Kapitalizmi Kurtarmak) başlıklı podcast serisinde kapitalizmin demokrasiyi nasıl aşındırdığını tartışıyor. Demokrasinin tanımlayıcı unsurlarından olan halkın yönetimde asıl söz sahibi olması ilkesinin kapitalizmin temel ilkeleriyle uyuşmadığından hareketle, bugün gelinen noktada aralarındaki dengenin bozulduğunu ve liberal demokrasi ile küresel kapitalizmin meşruiyetini yitirdiğini tespit ediyor. Wolf elbette bu tespitinde yalnız değil. Örneğin sosyal demokrat Wolfgang Streeck de (2014, 2016, 2017) Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde kapitalizmin iç çelişkilerinden ve istikrarsızlıklarından kaynağını alan krizin, finansallaşma, özelleştirme, küreselleşme ve benzeri yöntemlerle uzun zamandır ertelenmekle birlikte, doğrudan bu yöntemlerin artan borçluluk, servetin ve iktidarın az sayıda elde yoğunlaşması, sosyal demokratik mekanizmaların aşınması ve toplumsal dayanışmanın ortadan kalkması gibi sonuçlara yol açtığını, dolayısıyla krizin büyük toplumsal etkiler doğurmasının artık kaçınılmaz hale geldiğini söylüyordu. Böylece hem Streeck (2016) hem de Wolf (2023) kapitalizmin oligarşik veya plütokratik bir görünüm aldığına işaret etmiş oldular. Durumun vahametini tespit edenler arasında bulunan Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) eski baş ekonomisti Simon Johnson da (2009) ABD’de oluşan finansal oligarşiye dikkat çekmişti. Benzer biçimde, siyaset bilimci Jeffrey Winters (2011) çağdaş ABD’deki oligarkların, 19. yüzyıl Amerikası’nın soyguncu baronlarından daha muktedir bir pozisyonda olduğunu tespit ediyor ve “en liberal demokraside bile yoğunlaşmış servetin az sayıda yurttaşın elinde muazzam derecede eşitsiz bir siyasi etki birikmesine yol açtığı müddetçe tam siyasal eşitlik imkânsız” diyordu. Financial Times’ta, sosyal demokrasi mahfillerinde ve anaakım yazarların çalışmalarında karşımıza çıkan bu türden yorumlara birinci resim diyelim. Bu birinci resmi iki diğer resimle birlikte düşünmemiz gerek. İkinci resim kapitalizmden bağımsız olarak son dönemde küresel bir demokrasi krizi olduğu yönünde yapılan tespitler. Bu bağlamda demokrasi fikri yaygınlıkla liberal tahayyülün kısıtları içinde düşünülüyor olsa da, demokrasinin liberal biçiminin bile neredeyse küresel ölçekte gerilemeyle karşı karşıya kaldığı gözlemleniyor. Örneğin antropolog Arjun Appadurai (2017) farklı örneklerde liberal demokrasinin reddedilip yerine bir çeşit popülist otoriter yönetimin konduğunu vurguluyor. Appadurai’ye göre bu eğilimin güçlü göstergeleri, ABD’de Trump’ın seçilmesi ve Rusya, Hindistan, Türkiye örnekleri. Appadurai’nin ifadesiyle bu ülkelerin liderleri neoliberal kapitalizme ve bu sistemin kendi ülkelerinde, yani ABD, Rusya, Hindistan ve Türkiye’de aldığı biçime gayet dostça bakıyorlar. Bununla birlikte azınlıklar ve muhalifler üzerinde baskı kurmaktan, ifade özgürlüğünü sınırlandırmaktan ve hukuku bir zulüm aracına çevirmekten geri durmuyorlar. İkinci resme başka ülkelerde karşımıza çıkan demokrasinin gerilemesi örneklerini de ekleyebiliriz. Örneğin Brezilya ve Macaristan her ne kadar liberal demokrasinin temsili biçimleriyle sınırlı olsa da demokrasinin yerleşik hale geldiği söylenebilecek ülkeler iken 2010 sonrasında demokratikleşme sürecinin tersine dönüşünü (de-democratization) deneyimlediler (Turan ve Göksel 2023). Üçüncü resim olarak dünya-sistemleri kuramcısı Immanuel Wallerstein ile eleştirel kuram ve milliyetçilik üzerine çalışan sosyolog Craig Calhoun’un “Kapitalizmin geleceği var mı?” sorusu üzerine bundan on yıl önce yaptıkları fikir alışverişine (Wallerstein ve diğ. 2014) bakmayı öneriyoruz. Bu tartışmada Wallerstein’e göre (2014) 2010’lara gelindiğinde soru artık hükümetlerin kapitalist sistemi nasıl reformlara tabi tutacağı değildir. Modern dünya-sistemi devam edemez, çünkü artık kapitalistlerin sonsuz sermaye biriktirmesine imkân tanımamaktadır. Gelinen noktada esas soru bu sistemin yerine neyin geçeceğidir. Wallerstein’in ifadesiyle yeni sistemin, mevcut sistemin hiyerarşi ve sömürü özelliklerini koruması mümkündür. Bunun alternatifi bugüne kadar hiç kurulmamış olan demokratik ve görece eşitlikçi bir toplumdur. Calhoun ise (2014) her ne kadar kapitalizmin geleceğinin uzun vadede güvende olduğunu savunmasa da, kapitalist çöküşün yakın olduğu fikrine karşı çıkar. Calhoun’a göre bir yandan devletlerin kapitalist büyüme için koşulları sağlamaya devam edip edemeyeceği belirsizliğini korumaktadır. Öte yandan, kapitalizmin gelecekteki büyümesini tehlikeye atacak bazı etkenlerin getirdiği riskler, başta ekolojik kriz olmak üzere, kapitalizmin katkısıyla artmaktadır. Ayrıca çevre felaketleri, hastalıklar, savaşlar ve isyanlar da kapitalizmin üzerinde bozucu etki yapabilir. Calhoun kapitalizmin nesiller boyunca dönüşmesini ve tanınmayacak hale gelmesini daha olası görür. İkinci resmin bize özetlediği gibi günümüzde liberal demokrasi küresel ölçekte alan kaybediyor olmakla birlikte, liberal söylem demokrasi üzerine tartışmalarda hâkim konumunu koruyor. Hâlâ güçlü olan liberal tahayyül en temelde demokrasinin, ancak piyasa ile siyasetin birbirinden ayrıldığı kapitalist bir sistemde mümkün olabileceğini, piyasa toplumunun demokrasinin varlık koşulu olduğunu iddia ediyor. Bu tahayyülü benimseyenler ampirik düzeye sıkışmış gözlemlerle “işleyen” demokrasilere vurgu yaparken, liberal denge ve denetim mekanizmalarının iyileştirilmesi ve kurumların güçlendirilmesi yoluyla demokrasinin mevcut sorunlarının çözüleceğine inanıyorlar. Bu tahayyül sadece siyaset sahnesinde değil, akademide de anaakımı belirler halde. Anaakım çağdaş siyaset teorisi, kamusal alan ile özel alanın kurumsal olarak birbirinden ayrışmasını esas alarak, siyasal yaşamın sadece kamusal alanda icra edilebileceği görüşünü yeniden üretiyor. İnsanın toplumsal yaşamının piyasalaşmasının ve buna eşlik eden çoklu krizlerin kolektif yaşamın imkânlarını sürekli tahribata uğrattığı bir dönemde demokrasi de artık sadece şeklen bu kolektif yaşamın yönetimine katkıda bulunma fırsatı sağlıyor. İktisadi olanın siyasal olandan, sivil toplumun siyasal toplumdan ayrıldığı bu kurumsal organizasyonda, “demokrasi” son derece daraltılmış bir siyasal alanda deneyimleniyor. Gerek siyaset biliminin, gerekse iktisadi olan ile siyasal olan arasındaki sınırı güçlendirmeyi esas alan iktisat biliminin akademik disipliner organizasyonları da bu kısıtlı demokrasi anlayışının kurumsallaşmasına, dolayısıyla tüm potansiyelini gerçekleştirmenin uzağına düşen bir demokrasi anlayışının yerleşikleşmesine katkıda bulunuyor. Sivil toplumu siyasal toplumdan ayırarak demokrasinin siyasal topluma hapsedilmesi, piyasanın yıkıcılığının üzerini örterken, aynı zamanda bu kısıtlı biçimine indirgenmiş demokrasiyle piyasa toplumu arasında organik bir nedensellik ve hatta karşılıklı belirlenim bağı olduğu mitinin yeniden üretilmesine de imkân sağlıyor. |