Emek Erez, "Dünyanın 'pis işler'ini kim yapıyor?", kisadalga.net, 9 Nisan 2023
Sistemin ve kurumların sürmesi için varlığı bilinen, göz önünde olmayan, toplumun ayrıcalıklı kesimlerinin rağbet etmediği birtakım işler vardır. Eyal Press, Metis Yayınları tarafından, Deniz Keskin çevirisiyle basılan, Pis İşler, ABD’de Hayati İşler ve Eşitsizliğin Gizli Bedeli kitabında, “pis işler” kavramıyla bu konuyu tartışmaya açıyor.
Press bu bağlamda, cezaevlerindeki psikiyatri koğuşlarında çalışan ruh sağlığı danışmanları, gardiyanlar, tavuk mezbahalarında çalışan göçmen işçiler, Amerikan Hava Kuvvetleri’nin İHA’larla ülke dışında gerçekleştirdiği operasyonlarda görev alan teknik personel ve Google’ın devletlerle işbirliği içinde geliştirdiği gözetleme projelerinde çalışan mühendisler, petrol üretim tesislerindeki işçiler gibi çeşitli kesimlerden çalışanlarla görüşmeler yapıyor. “Pis işler” olarak anılan işleri ve bu işlerin çalışanlar üzerindeki etkilerini görünür kılıyor.
“Pis işler” Hangi İşler?
Peki, “pis işler” ne anlama geliyor? Öncelikle, “pis iş, çoğunlukla şiddete başvurarak, başka insanlara ya da insan dışı hayvanlara ve çevreye, kayda değer bir zarar veren iştir.” Press, ABD özelinde konuyu tartışsa da bu özelliği gösteren işlere her toplumda rastladığımız söylenebilir. Mesela mezbahalar, endüstriyel hayvancılığın bir parçası olarak tüm dünyada farklı şirketler tarafından sürdürülen bir iş biçimi olarak karşımıza çıkıyor ve buralarda hayvanlar olmadık işkencelere maruz kalıyor. Ayrıca, metinde görüyoruz ki bu şirketlerde çalışanların çoğu Meksikalı göçmenler, yani konumları nedeniyle bu işi yapmaya mecbur kalan insanlar. Kitapta bu işin içerdiği şiddetten şöyle bahsediliyor: “Tavukları kafeslerden çıkarıp bütün tesisi dolaşan kesim hattındaki metal kelepçelere ayaklarından asıyorlardı. Tavuklar hatta asıldıktan sonra elektrikle şoklanıyor, ardından otomatik bir şekilde kafaları kesiliyor, son olarak da tüyleri kolay yolunabilsin diye kaynar su dolu bir havuza sokuluyordu…”
Bu “pis iş” ABD’de çok fazla iş seçeneği olmayanların yaptığı bir “göçmen işi” olarak kodlanmış durumda. O göçmenlerden biri olan Flor, çalıştığı mezbahada hayvanların yaşadığı şiddete tanık olduğunda “ağlamaya başlamış ve bir daha tavuk yemeyeceğine yemin etmiş” ancak kendi çalışma şartlarının ağırlığı nedeniyle çoğu zaman bunu düşünemeyecek durumda çünkü yaptığı işin koşulları sadece psikolojisini değil tüm beden sağlığını etkiliyor.
Tüketim kültürüyle birleşen endüstriyel hayvancılık, gözden uzak mezbahalarda hayvanlara her türlü şiddetin uygulanmasını meşrulaştırıyor ve zorunlu olarak buna tanık olan Flor gibi çalışanlar farklı sağlık sorunlarıyla boğuşmak zorunda kalıyor. ABD gibi hayvan yeme oranının çok yüksek olduğu bir yerde, bu işlerin nasıl yürüdüğü kısmıyla çok ilgilenen yok çünkü paket hâlinde sofraya ulaşan “ürünler” sadece bir tüketim nesnesi olarak algılanıyor. Böylece, hayvanların işkenceyle katledilmesini veya mezbaha çalışanlarının koşullarını kimse sorun etmek zorunda kalmıyor çünkü bu “pis işi” sınıfsal bakımdan ayrıcalıklı olanlar için yapan ve genellikle alt sınıflardan oluşan “aracılar” var.
Gözden Irak
“Pis işler”in özelliklerinden biri de bu işlerin görüldüğü mekânların gözden ırak yerlerde bulunması. Tarihsel olarak cezalandırma biçimlerinin değişmesinin de getirisiyle bu merkezler insanların gözünün önünden çekiliyor. Press bunun bir nedenini Norbert Elias’ın “uygar cezalandırma” kavramıyla açıklıyor. Bu kavram, “nahoş ve rahatsız edici olayların göz önünden çekilip ‘toplumsal yaşamın sahne arkasına’ itilmesi” anlamına geliyor. Elbette bu tek sebep değil ama toplum içinde rahatsızlık yaratması muhtemel uygulamaları gizlemek, bunun getireceği ahlaki yükten ayrıcalıklı kesimleri uzak tutmak gibi nedenler bu kurumların ve şirketlerin şehir merkezlerinin dışına itilmesinde önemli görünüyor. Çünkü bu durum “pis işler”in özellikleriyle de ilişkileniyor, bu işlerin bir tanımı şöyle mesela: “İyi insanların yani toplumun saygın mensuplarının, pis olarak gördüğü, ahlaken sorunlu gördüğü işler…” Bundan dolayı bu işler, toplumdan uzaklaştırılmış mekânlarda sürdürülüyor ve “pis işler”le ellerini kirletenler genellikle o işi yapmaya mecbur olan alt sınıflar.
Örneğin; cezaevinde çalışan gardiyan bir mahkûma şiddet uyguladığında bu toplumun diğer kesimlerinde “pis iş” olarak karşılık buluyor, gündeme geldiyse onların ilgi alanına girebiliyor ve gardiyan her şeyin sorumlusu olarak günah keçisi ilan edilebiliyor. Oysa sorunun tek başına gardiyanla değil, cezaevi sisteminin işleyişiyle ilgili olduğuna dair metinde pek çok göstergeyle karşılaşıyoruz. Bu bağlamda şu cümlelere de bakabiliriz: “Piş işleri yapanlar, başka yerlerde olduğu gibi cezaevlerinde de vazgeçilmez bir işlevi yerine getiriyordu: Son tahlilde işleyişleri içinde iktidar sahibi olmadıkları birtakım insanlık dışı sistemlerin kabahatlerini üstlenerek dikkatleri kendilerinden daha nüfuzlu toplumsal aktörlerden uzağa çekmeye yarıyorlardı.” Sistemin sürmesi için “pis işler”in yapılması, “iyi insanlar”ın hâlâ şaşırabilmesi için birilerinin asıl sorumluların suçunu üstlenmesi gerekiyor. Ayrıca bu işleri yapanlar herhangi bir durumda ses çıkardıklarında işsiz kalmaları kaçınılmaz oluyor. Şu da var ki göz önünde olmadığı sürece bir mahkûmun ne yaşadığı toplumun ilgi alanına girmiyor, “suçlular” bir yere tıkılıyor başlarına ne geldiği veya cezaevi sisteminin ne gibi sorunlara sebep olduğu toplumun diğer kesimlerini çok etkilemiyor.
Herhangi bir olayda sorumluluğu, “pis işler”i yapanlara yıkmak ise en kolayı seçmek oluyor. Böylece, işlerin yürütülmesini sağlayan iktidar ilişkileri, üst düzey yöneticilerin hataları görünmez oluyor. “Pis işler”le ilgili akılda tutulması gereken en önemli konu, bunların, başka bir tercih imkânı olmayan; lise mezunları, belgesiz göçmenler, kadınlar, beyaz ırka mensup olmayanlar tarafından yürütülüyor olması. Ayrıca, bu işleri yapanlar ekonomik eşitsizlikle birlikte ahlaki bir eşitsizliğe de maruz kalıyorlar bu eşitsizliklere dikkat çekilmediği sürece, bu insanları suçlamak bir şey değiştirmediği gibi sistemin karanlık yanını görmenin önüne geçiyor.
“Ahlaki Yara”
Bu işleri yapmak zorunda olanların çoğu asgari ücretin biraz üstünde, sigortalı bir işe sahip olmanın veya ailelerini kıt kanaat geçindirmenin bedelini çok ağır ödeyebiliyorlar. Mesela, yaygın bir meslek hastalığı olarak görülen, “ahlaki yara”yla baş etmek zorundalar. Bu kavramın farklı kullanımları var ancak sanırım şu tanım açık ifadelerinden biri: “Derin ahlaki inançları sarsan eylemlere katılmak, bunları engellemekte yetersiz kalmak ya da bunlara tanık olmak.”
Kitapta bahsedildiği gibi, İHA operatörleri “ahlaki yara” adı verilen bu durumla karşı karşıya kalanlardan. Press, Heather adlı bir kadını örnek veriyor. İHA’ların gönderdiği görüntüleri işleyen bir analistlik işinde çalışan Heather, başlangıçta sadece El Kaide ile mücadele ettiğine inanıyor, Afganistan hakkında neredeyse hiçbir fikri yok, orada yaşayanların gerçek insan olduğunu düşünemeyecek kadar yaptığı işe yabancı. Ancak yaşadığı yerden çıkmak için son çare başvurduğu bu iş, zamanla onu dehşete düşürüyor çünkü işin içine girdikçe yaptıklarının sadece terörle mücadele olmadığını, sivillerin öldüğünü, orada çocukların, kadınların, ailelerin yaşadığının farkına varıyor ve yıkım yaşıyor. Gittiği bir psikolog onu intihar gözlem listesine alıyor. Elbette, burada Heather’ı suçlamak en kolayı olurdu ama Press şuna dikkat çekiyor: “Heather Linebaugh orduda hizmet vermeye 2009’un sonunda, Barack Obama’nın başkan seçilmesinden kısa bir süre sonra başlamıştı. Yani başka bir deyişle, 11 Eylül sonrasında başlayan askeri harekâtların manşetlerde kaybolduğu, Amerikalıların kendi adlarına verilen sonsuz savaşlar hakkında düşünmeyi yavaş yavaş bıraktığı bir dönemde orduya girmişti.”
Halk kendi adına sürdürüldüğü söylenen bir savaşa karşı çıkmadığında veya onu konuşmayı bıraktığında devletlerin “pis işler”i ve onları sürdürenler unutulmuş oluyor. Metinde küçük de olsa süren savaş karşıtı protestolardan bahsediliyor ama onların Heather açısından şöyle bir anlamı var: “ Bizim hiçbir şeyi umursamadığımızı, beynimizin yıkanmış, insanlıktan çıkmış birer robot olduğumuzu düşünüyorlar.” Heather yaptığı iş nedeniyle çok fazla psikolojik sorun yaşıyor, İHA’ların nelere sebep olduğunu ifşa eden bir metin yazıyor ancak karşılaştığı şey tüm nefreti üzerinde toplamak oluyor. Kısacası sorgulanan savaş politikaları değil, biraz daha iyi şartlarda yaşama kaygısıyla bu işe girmek zorunda kalmış olan Heather oluyor.
Press’in dikkat çektiği şu kısım da önemli bana kalırsa, “tabii Heather’ın ve meslektaşlarının epeyce etkisi olduğunu ileri sürenler olabilir. O görevlerde çalışanlardan önemli sayıda insan işi bıraksa ya da vicdani reddini açıklasa çok büyük ihtimalle ordunun dikkatinin buraya yönelmesi sağlanabilirdi.” Olup bitenlerle ilgili Heather gibi çalışanların önemli bir yetkisi yok ama yine de bir şeyler yapılabilir miydi sorusu özellikle ölüme sebebiyet verebilen “pis işler” için sorulabilir.
“Pis işler” sistemin sürmesi için yapılması gereken işler, bunları yapanlar, ayrıcalıklı sınıfların huzurlu alanlarına dokunmadıkları sürece diğerleri tarafından görülmüyorlar. Burada önemli olan “iyi insanlar”dan uzak bu işlerin sürüp gitmesi. Eyal Press, Pis İşler: ABD’de Hayati İşler ve Eşitsizliğin Gizli Bedeli kitabında bu işlerin kapsamını, nasıl işlediğini ayrıntılı bir şekilde gösteriyor. Bu işleri yapanların sorunlarını ortaklaştırmak, onları yalnızlaştırmamak önemli ve yazar bunu yapıyor. “Pis işler”in günahını, bu işleri eşitsiz koşullar nedeniyle yapmak zorunda olanlara yüklemek, dışında kalanları kurtarır mı? Sanırım bu etik soru kitabın değil herkesin meselesi.