Batuhan Sarıcan, "Bir canlı türü keşfetseydiniz adına ne koyardınız?", gastroeko.com, 30 Temmuz 2022
Bugüne kadar tanımlanmış ve isimlendirilmiş yaklaşık 1,5 milyon canlı türü var. Bilim insanları, asıl sayının 3 milyon ila 100 milyon arasında değişebileceğini düşünüyor. Bu rakamlar da bizi, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz ve e-postayla da olsa tanışma şansına sahip olduğum biyolog Edward O. Wilson’ın bir hesaplamasına götürüyor.
1980’lerde konuyla ilgili bir tahminde bulunan Wilson, eğer keşfedilmeyi bekleyen 10 milyon tür varsa Dünya’nın biyoçeşitlilik envanterinin tamamlanması için 25.000 taksonomistin tam zamanlı çalışması gerektiğini dile getirmişti. (s.190) Tabii taksonomiyle (biyolojik sınıflandırma bilimiyle) uğraşan bu kadar insan maalesef yok.
Ancak geçmişten bugüne birçok gönüllü amatör veya bilim insanı, canlarını dişlerine takarak, hatta kimi zaman hayatlarını da tehlikeye atarak yeni türleri bulmaya çalışıyor. Aslında bulmak da yetmiyor. Tanımlamak ve karışıklık yaşanmaması için bir isim verilmesi gerekiyor ki üzerine çalışmalar yürütülebilsin, başka bir araştırmacı kendinden önceki bilgi birikiminin üstüne koyabilsin.
Tür isimlerinin arkasındaki hikâyeler
Charles Darwin Kaya Midyesi ve David Bowie Örümceği: Bilimsel İsimler Maceraperestleri, Kahramanları ve Hatta Birkaç Düzenbazı Nasıl Onurlandırdı? gibi uzun bir başlığa sahip kitabıyla evrimsel ekolog ve entomolog Stephen B. Heard, bu isimlerin ardındaki hikâyelerin peşine düşüyor; bilimsel bir içerik olmasına rağmen akıcı üslup ve ilginç hikâyelerle sürükleyici bir esere imzasını atıyor.
Eski Ahit’teki Yaratılış hikayesinde Âdem’in ilk işinin, Dünya’daki canlıları isimlendirmek olduğunu hatırlatan Heard, M.Ö 612’ye tarihlenen Babil’den kalma tabletlerde ve 250 tarihli bir Çin tıbbi rehberindeki isimlendirme çalışmalarından bahsederek taksonomi tarihine kısaca değiniyor.
İsimlendirmenin tarih boyu önem taşıdığının altını çizen Heard, isimlendirilmiş bir şey hakkında konuşmanın insana doğal gelirken, sadece tanımlanmış bir şey hakkında konuşmanın hem zor hem de biraz rahatsız edici olduğunu vurguluyor. Sonuçta türler hakkında konuşabilmeli ve milyonlarca olasılık arasından tam olarak hangisini kastettiğimizi bilmemiz gerekiyor.
“İsimlendirme yapmak, bizi Dünya’daki türlerin varlığı konusunda psikolojik olarak rahatlatır ve onlarla ilgili düşüncelerimizi geliştirmemize olanak tanır. Bu sadece yaşayan organizmalar için değil, isimlendirdiğimiz her varlık için geçerli aslında.” (s.18)
İsimlendirme açısından bir standart da belirlenmiş durumda. Ancak ilk isimlendirmelerde durum böyle değildi; dönemin doğa bilginleri, türleri isimlendirme değil de tanımlama çabasına giriştiği için çok uzun ve karmaşık isimler ortaya çıkıyordu; mesela Pinna ani prima officulorum trigiata… Bu kargaşayla birlikte isimlendirme çalışmaları için bir standart olması gerektiği ortaya çıkıyordu.
Linnaeus kargaşayı ortadan kaldırıyor
Doğa tarihi bilgini Carl Linnaeus (1707-1778) sayesinde bugün böyle bir kargaşa söz konusu değil. Linnaeus’un binomial (iki terimli) sistemi birkaç yüzyıldır kullanılıyor. Aslında Linnaeus başta biraz daha farklı düşünse de zamanla ortaya çıkacaktı ki bu sistem, tanımlamayı sonraki safhaya (literatüre) bırakarak etikete dayalı isimlendirmeye odaklanıyordu.
Sözgelimi Acer cinsine mensup 130’a yakın akağaç türü varsa “Acer” ifadesinin yanına gelen “rubrum” ifadesi, bizi kırmızı akağaca götürüyor. Daha önce her akağaç türüne ayrı ayrı ve birbiriyle alakası olmayan isimler konuyordu. Bugün ilk basamakta “Acer” ifadesini gördüğünüzde bir akağaç türüyle ilgili konuşulduğunu anlıyorsunuz.
Birkaç asırdır bir türü diğerinden ayırmaya yarayan bu basit ve etkili yöntem, bugün halen kullanılıyor. Bu yöntem, büyük bilimsel faydalarının yanı sıra isimlendirme konusunda özgür olunduğu için sadece bilim insanlarına değil, Elvis Presley, Freddie Mercury, David Bowie, Madonna ve Beyonce gibi popüler kültür ikonlarına bile atıfta bulunulan eponim isimlendirmelere kapı açıyor. Kimisi bu durumu eleştirse de bu tip isimlendirmeler, biyoçeşitliliği gündeme ve herkesin ortak paydası haline getirebiliyor.
İşte Heard de isimlendirmenin, biyoçeşitliliği tanımak ve korumak açısından önemini ortaya koyduğu bu uzun isimli kitabında, insan olarak en küçük akrabamız olan Madam Berthe fare lemurundan Isabella Abbott kırmızı algine kadar birçok türün isim hikâyelerini anlatarak, bu ilgi çekici konuya bizi de dahil ediyor.
Aynı zamanda botanik ve zoolojiye dair aydınlatıcı temel bilgiler de sunan ekolog, isimlendirmenin küresel önemi, kural ve inceliklerinin yanı sıra meraklısını hiç sıkmayacak detaylarına da değiniyor. Örneğin Manolya (Magnolia) ortak ismimin arkasındaki Magnol adına sahip bir botanikçiye götürüyor bizi. Heard’e göre onun hikayesi, sadece botanik değil, tarih, kimlik, çatışma ve zorlukların üstesinden gelmenin de hikayesi olarak anlatılmaya değer.
Bilimde cinsiyet eşitsizliği
Buna benzer etkileyici bir başka hikâye de adına onlarca isimlendirme yapılan 18. yüzyıl doğa bilgini Maria Sibylla Merian’ın hikâyesi. Merian’ın alana katkısını gözler önüne seren Heard, onun alanda en az Linnaeus, Darwin ve Humboldt kadar önemli bir isim olduğuna ikna ediyor.
Bu da bizi, bilimdeki büyük bir soruna götürüyor: Cinsiyet eşitsizliği! Çünkü alana yönelik büyük katkılarına rağmen Merian’ın adının bilinmiyor olması, bir kadın olmasından ileri geliyor. Bilindiği üzere bilimde cinsiyet eşitsizliği, o dönemde bugüne göre daha da kötü bir durumdaydı. Heard de kitabının bir bölümünü ona adayarak onun ismine ve çalışmalarına saygı duruşunda bulunuyor.
Yazar ayrıca, türlerin korunması ve ortaya çıkmasında büyük rol oynayan ve aynı zamanda bilimden uzak tutulan diğer kadınlara ve yerel flora ile fauna konusunda eşsiz bir bilgi kaynağı olmalarına rağmen hor görülen yerli topluluklarına da birçok bölümde saygısını sunuyor, bizi bu isimlerle tanıştırıyor.
İsmini Hitler’den alan bir tür bile var
“Latince eponim isimlerin,” diyor Heard, “bize tarih, biyoloji, bilim kültürü ve pratiği konusunda öğreteceği çok şey var. Bu isimler bilime veya topluma, bireysel olarak geniş çapta katkı sunmuş binlerce insanı onurlandırır.” (s.151)
Ancak kendisinin de belirttiği üzere bu isimlendirmeler, sadece bilime katkıda bulunanlara verilmiyor. İsimlendirmeyi eşi, metresi veya sevgilisine adayanlar ve LGBTi evliliklerini desteklemek ya da doğa koruma çalışmalarına fon bulmak için (isim satarak) yapanlar da var. Bu isimlendirmelerin belki de en ilgi çekici yanı ise eğer 1,5 milyon türün kendine ait birer ismi varsa her isimlendirmenin arkasında başka bir hikâye olması.
Bununla birlikte Heard’e göre eponim isimler, bir insanı onurlandırabileceği gibi onursuz davranışlarını hatırlatmaya da yarayabiliyor; bu noktada Mussolini ve Hitler’e ithaf edilen tür isimlerini de örnek olarak veriyor: Anophthalmus hitleri isimli bir böcek ve Rubus × mussolinii isimli bir bitki.
Yukarıda bahsini ettiğimiz üzere ismini popüler kültürden alan türler de var: David Bowie örümceği (Heteropoda davidbowie), Beyonce sineği (Scaptia beyonceae), Frank Zappa denizanası (Phialella zappai), John Lennon örümceği (Bumba lennoni) ve Sharika’yı unutmayan bir bilim insanının bir yaban arısına Aleiodes shakirae adını vermesi ve daha nicesi.
Bununla birlikte edebiyata gönderme yapan isimlendirmeler de var; sözgelimi Shakespeare yaban arısı (Shakespearia), J.R.R. Tolkien’ın adını alan bir yaban arısı (Khamul tolkeini), cins adını Rudyard Kipling’in ünlü eseri Jungle Book’un karakterlerinden Bagheera’dan alan bir örümcek (Bagheera kiplingi) ve Moby Dick’in yazarı Herman Melville’in isminin Livyatan melvillei olarak fosil bir ispermeçet balinasına verilmesi gibi örnekler söz konusu.
Kitabın isim uzunluğu korkutmamalı
Evet, Heard’ün bu eserinin ismi biraz uzun: Charles Darwin Kaya Midyesi ve David Bowie Örümceği: Bilimsel İsimler Maceraperestleri, Kahramanları ve Hatta Birkaç Düzenbazı Nasıl Onurlandırdı?. Ancak kitabın isim uzunluğu kimseyi korkutmasın, konuya ilgisi olanları şahane bir kitap bekliyor.
Eponim isimlere ve doğa tarihine hakimiyetiyle okurda saygı uyandıran yazarın, titiz bir bilimsel çalışma yürütürken bunu yazıya akıcı bir dil ve ilgi çeken, sürükleyici bir anlatımla aktarması takdire şayan. Tür keşfi ve taksonomi çalışmalarının, biyoçeşitlilik ve yaşam için önemini vurgulaması da dikkate değer.
Metis Yayınları etiketi taşıyan ve Bahar Kılıç’ın şüpheye yer bırakmayan çevirisiyle Türkçeye kazandırdığı eser, gravür tipi hayvan ve bitki çizimlerini sevenlerin de ilgisini cezbedecek kapak-iç sayfa illüstrasyonları ve merak uyandırıcı içeriğiyle okurunu bekliyor. Meraklısı için Türkçede eşi az bulunur bir eser.