ISBN13 978-605-316-263-6
13x19,5 cm, 280 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Giriş, Ne Kalır Aşklarımızdan Geriye?, s. 9-13

Şu garibim Sokrates’in yasakçı bir Cini var; benimkiyse dört dörtlük bir olumlayıcı, benimki eylemci bir Cin, savaşçı bir Cin.

Charles Baudelaire, “Tepeleyelim Yoksulları!”
(Paris Sıkıntısı)

Ünlü bir sözü taklit ederek söylersem: “Fransızlarda teori kafası yoktur.” En azından 1960 ve 70’lerin parlak ürünlerine kadar yoktu. Din değiştirmiş de imanı yaklaşık yüz yıllık bir gecikmeyi sanki şimşek hızında telafi etmesini sağlamışçasına, Fransız edebiyat teorisi o dönemde en şaşaalı günlerini yaşadı. Öncesinde Fransa’da edebiyat çalışmalarında Rus biçimciliğinin, Prag çevresinin, İngiliz-Amerikan New Criticism’inin (Yeni Eleştiri) benzeri bir şey hiç görülmemişti – Leo Spitzer’in üslupbiliminden, Ernst Robert Curtius’ un topolojisinden, Benedetto Croce’nin pozitivizm karşıtlığından, Gianfranco Contini’nin varyantları konu eden eleştirisinden, hatta F. R. Leavis ile Cambridge’deki tilmizlerinin kararlı teori karşıtlığından hiç söz etmiyorum bile. Avrupa ve Kuzey Amerika’da 20. yüzyılın ilk yarısını doldurmuş olan bu özgün ve etkili hareketlerin karşısına çıkarmak için Fransa’da ancak Paul Valéry’nin –Collège de France’taki kürsüsünün adını kullanırsak– “Poetika”sından söz edilebilir, ki bu kısa ömürlü disiplinin ilerlemesi de çok geçmeden ilkin savaşla, ardından da Valéry’nin ölümüyle akamete uğramıştı. Belki bir de Jean Paulhan’ın, hâlâ muammasını koruyan, dilin araçsal olmayan, genel retoriğe dayalı bir tanımını –yani yapıbozumun 1968 civarında Nietzsche’de yeniden keşfedeceği şu “Her şey retoriktir”i– kafası karışık bir şekilde aradığı Tarbes Çiçekleri (1941) anılabilir. René Wellek ve Austin Warren’ın Amerika Birleşik Devletleri’nde 1949’da basılmış olan elkitabı Theory of Literature (Edebiyat Teorisi) 1960’ların sonunda İspanyolca, Japonca, İtalyanca, Almanca, Korece, Portekizce, Danca, Sırpça-Hırvatça, Modern Yunanca, İbranice, Romence, Fince ve Gucaratça olarak bulunuyordu ama Fransızcada yoktu; bu dilde ancak 1971’de Seuil Yayınları’nın “Poétique” dizisinin ilk kitaplarından biri olarak La Théorie littéraire başlığıyla gün yüzünü gördü ama cep kitabı formatında hiç yeniden basılmadı. 1960’ta, ölmeden kısa bir süre önce Leo Spitzer Fransızların bu gecikmişliğini ve dünyadan kopukluğunu üç etmenle açıklayacaktı: Sürekliliği olan seçkin bir edebiyat ve entelektüellik geleneğine bağlı, günü geçmiş bir üstünlük duygusu; 19. yüzyılın bilimsel pozitivizminin etkisiyle hâlâ nedenleri araştıran, edebiyat incelemelerine hâkim zihniyet; metin şerhi/açıklaması denen okul pratiğinin, yani edebi biçimlere ilişkin yardımcı nitelikte olan ama daha karmaşık biçimsel inceleme yöntemlerinin gelişmesini engelleyen bir betimlemenin baskın olması. Ben de, bunlardan ayrılmaz olmakla birlikte, Gottlob Frege, Bertrand Russell, Ludwig Wittgenstein ve Rudolf Carnap’tan sonra Alman ya da İngiliz dilli üniversiteleri istila etmiş olanlara benzer bir dilbilimin ve dil felsefesinin eksikliğini, ayrıca –her ne kadar Almanya’da da Edmund Husserl ve Martin Heidegger’in art arda darbeleriyle altüst olmuş olsa da– yorumbilgisi geleneğinin Fransa’da zayıf olmasını eklemek isterim.

Sonra işler hızla değişti – kaldı ki Spitzer’in bu acımasız teşhisi koyduğu sırada hareketlenmeye başlamıştı zaten. O kadar değişti ki, düşündürücü denebilecek tuhaf bir tersine dönme sonucunda Fransız teorisi, sanki o güne dek daha iyi sıçramak için geri çekilmiş gibi (tabii bu çukuru bir çırpıda aşması –ilerleme yanılsamasını uyandıran bir masumiyet ve şevkle– barutu yeniden icat etmesini sağlamadıysa), aslında Cezayir savaşının bittiği 1963’ten ilk petrol krizinin yaşandığı 1973’e kadar süren şu şaşılası 60’lı yıllarda, kendisini birden dünyadaki edebiyat incelemelerinin öncü kuvveti konumunda buldu. Edebiyat teorisi 1970’e doğru doruğuna varmıştı ve benim kuşağımdan gençleri çok cezbediyordu. “Yeni eleştiri”, “poetika”, “yapısalcılık”, “göstergebilim”, “anlatıbilim” gibi adlar altında göz kamaştırıyordu. Yaşayanlar o masalsı yılları olsa olsa özlemle anabilir. Güçlü bir akıntı hepimizi sürüklüyordu. Teorinin desteğini almış edebiyat incelemesinin imajı o günlerde baştan çıkarıcıydı, inandırıcıydı, zafer tacını giymiş gibiydi.

Artık pek öyle değil. Teori kurumsallaşıp yönteme dönüştü; çoğu zaman –o sıralar ustaca sözlerle saldırdığı– metin şerhi kadar yavanlaştırıcı olan, pedagojik bir teknikçik haline geldi. Her teorinin okuldaki yazgısı durgunluğa varmak gibi görünüyor. 19. yüzyılın sonunda ilgi çekici ve gözü yükseklerde olan genç bir disiplin olarak edebiyat tarihi aynı hazin gelişimi yaşamıştı, yeni eleştiri de bundan kaçamadı. Fransa’daki edebiyat incelemelerinin biçimcilik ve metinsellik yolunda öteki ülkeleri yakaladığı, hatta geride bıraktığı 60’lı ve 70’li yılların hummalı çalışmalarından sonra Fransa’da teorik araştırmalar önemli gelişmeler kaydetmedi. Yeni eleştirinin derinlemesine sarsmayı başaramadığı, ancak geçici olarak üstünü örttüğü edebiyat tarihinin incelemeler alanında kurmuş olduğu tekelde mi bulmak lazım suçu? Bu açıklama –ki Gérard Genette’indir– yetersiz görünüyor, çünkü yaşlı Sorbonne’un duvarlarını yıkamamış olsa da, yeni eleştiri Milli Eğitim’e, özellikle de ortaöğretime çok sıkı kök salmıştı. Hatta onu kaskatı hale getiren de bu oldu muhtemelen. Bugün öğretmen seçme sınavlarında anlatıbilimin ince ayrımlarını ve dilini bilmeden başarılı olmak imkânsız. Nasıl ki vaktiyle caymacayı (anacoluthe) değişlemeden (hypallage) ayırt etmek ve Montesquieu’nün doğum tarihini bilmek gerekiyorduysa, bugün de önüne konan metin parçasının “özöyküsel” mi yoksa “yadöyküsel” mi, “tek anlatımlı” (singulatif) mı yoksa “yineleyen anlatımlı” (itératif) mı, “iç odaklı” mı yoksa “dış odaklı” mı olduğunu bilmeyen bir aday sınavı geçemez. Fransa’da yükseköğretim ve bilimsel araştırmaların kendine özgü yanını kavramak için üniversitenin ortaöğretim öğretmenlerinin işe alımı için yapılan sınavlara tarihsel olarak bağımlı oluşuna bakmak gerekir hep. 1980’den önce adeta pedagojiyi yenilemeye yetecek kadar teori sunulmuştu: nazım ve nesri açıklamak için biraz poetika/şiir bilgisi ve anlatıbilim. Tıpkı birkaç kuşak önce Gustave Lanson’un edebiyat tarihi gibi, yeni eleştiri de çabucak sınavlarda öne çıkmaya yarayacak birkaç formüle, numaraya, püf noktasına indirgendi. Teorik atılım, kutsallar kutsalı metin açıklamasına bir-iki bilimsel destek attıktan sonra donup kaldı.

Fransa’da teori saman aleviydi, Roland Barthes’ın 1969’daki “‘Yeni eleştiri’ çok çabuk yeni bir gübreye dönüşmeli ki sonrasında bambaşka bir şey yapsın” (Barthes, 1971, s. 186) dileği gerçekleşmişe benzemiyor. 60’lı ve 70’li yılların teorisyenlerinin halefleri olmadı. Barthes’ın kendisi azizler arasına katıldı, ki bir eseri canlı ve etkili tutmanın en iyi yolu bu değildir. Kimileri yön değiştirdi ve kendilerini ilk aşklarından çok uzak çalışmalara verdiler; Tzvetan Todorov ya da Genette gibi kimileriyse etik veya estetik yörelerinde ne varmış bir bakalım dediler. Genetik denen eleştiri modasının gösterdiği üzere, özellikle elyazmalarının yeniden keşfedilmesiyle, eskilerdeki edebiyat tarihine dönen çok oldu. Poétique dergisi çıkmaya devam ediyor ve esas itibariyle yaratıcılıktan uzak takipçilerin egzersizlerini yayımlıyor; 68 sonrasının bir diğer yayın organı, hep daha seçmeci olup Marksizme, sosyolojiye ve psikanalize kapısı açık olan Littérature dergisi de öyle. Teori uslanıp hizaya girdi, artık eskisi gibi değil: Teori hâlâ var tabii, ama edebiyat tarihinin yüzyılları hangi anlamda varsa o anlamda, bütün uzmanlıkların üniversiteye yanaşması, kendi yerini bulması anlamında var. İşine gücüne bakıyor, kimseye bir zararı yok, öğrencilerini belirtilen saatte bekliyor; bir disiplinden öbürüne gidip gelen öğrenciler olmasa, başka disiplinlerle de dünyayla da alışverişi yok. Diğer uzmanlıklardan daha canlı, daha hayat dolu değil; edebiyatı neden ve ne şekilde incelemek gerektiğini, edebiyat incelemesi ve öğreniminin şu anda neden önemli olduğunu artık o söylemiyor. Bu rolde onun yerine geçen de olmadı; kaldı ki edebiyat öğrenimi gören, incelemesi yapan çok yok artık.

“Teori geri gelecek, tıpkı her şey gibi, ve cehalet ortaya can sıkıntısından başka bir şey çıkaramayacak kadar derinleştiğinde teorinin sorunlarını yeniden fark edeceğiz.” Philippe Sollers Théorie d’ensemble’ın (Küme Teorisi) yeni baskısına yazdığı önsözde, daha 1980’de, bu geri dönüşü haber veriyordu. Kitap ilk olarak, Mayıs 68’i takip eden sonbaharda, matematikçilerden alınmış bir başlıkla, Michel Foucault, Roland Barthes, Jacques Derrida, Julia Kristeva ve Tel Quel dergisinin bütün ekibinin imzalarıyla, yani teorinin ibresi doruğu gösterirken, Sollers’in sonradan kabul ettiği üzere bir tutam da “entelektüel teröristlik” ile (s. 7) yayımlanmıştı. Teori o zaman pupa yelken yol alıyor, yaşama isteği veriyordu. “Hayatın gerisinde kalmamak için teoriyi geliştirmek” – böyle buyurmuştu Lenin; Louis Althusser de Maspero Yayınları’nda yönettiği dizinin adını “Teori” koyarak onun yolunda olduğunu iddia etmişti. Pierre Macherey yapısalcı hareketin ışıklarını saçtığı yıl olan 1966’da bu dizide Edebi Üretimin Teorisine Doğru’yu yayımlamıştı; kitapta teorinin Marksist anlamı (ideoloji eleştirisi ve bilimin iktidara gelişi) ile biçimci anlamı (dil süreçlerinin analizi) edebiyatın sırtında birleşip uzlaşıyordu. Teori eleştireldi, hatta polemikçi ya da militandı (tıpkı Boris Eyhenbaum’un 1927 tarihli kitabının endişe verici başlığında olduğu gibi: Edebiyat, Teori, Eleştiri, Polemik – bu kitabın bir kısmı 1966’da Tzvetan Todorov’un Rus biçimcilerinin metinlerini topladığı Edebiyat Teorisi seçkisi içinde çevrilmişti) ama bir edebiyat bilimi kurmak için de yanıp tutuşuyordu. “Teorinin nesnesi,” diyordu Genette 1972’de, “edebiyatın yalnızca gerçeği değil bütün potansiyeli’dir” (s. 11). Marksizm ve biçimcilik teorinin, edebiyatın değişmezlerini ya da evrensellerini araştırmayı meşrulaştırmasına, münferit eserleri gerçek birer eser değil de mümkün birer eser olarak; altta yatan edebiyat sisteminin basit birer örneklemesi, yani yapıya ulaşmak için gerçekleşmemiş, salt potansiyel halde kalmış eserlerden daha kullanışlı birer eser olarak görmesine yarayan iki dayanaktı.

Marksizmle biçimciliğin karışımı olarak teorinin modası 1980’ de geçmiştiyse bugün ne demeli? Teoriyi yeniden arzulayacağımız cehalet ve can sıkıntısına ulaştık mı?

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X