ISBN13 978-605-316-240-7
13x19,5 cm, 352 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
İnsan Denen Hayvan, 2021
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Önsöz, s. 13-17

Ergenliğin doğasını anlama arayışımız 2010’da Kaliforniya’nın soğuk sahillerinde başladı. Bir kum tepesinin üzerinde durmuş, önümüzde uzanan Pasifik’e dalıp gitmiş, merak uyandıran bir lakabı olan Ölüm Üçgeni’ni seyrediyorduk.

Bizi oraya sürükleyen, bir deniz biyoloğunun anlattığı sıradışı hikâyeydi. Ölüm Üçgeni’nin şöhretini ölümcül büyük beyaz köpekbalıklarından aldığını söylemişti. Bölgede bu muazzam yırtıcılardan yüzlercesi yaşıyordu ve yöredeki deniz canlıları bile açgözlülükleriyle ünlenmiş bu yırtıcıların yoluna çıkmamayı öğrenmişti. Kaliforniya sahili boyunca uzanan mümbit suyosunu ormanları Ölüm Üçgeni’nde yetişmediğinden, buraya gelecek kadar aptal ya da talihsiz olan bir hayvan saklanacak yer bulamaz. Bu sular öylesine tehlikelidir ki araştırma yapan biliminsanları bile tekneden dışarı adımını atmaz.

Fakat deniz biyoloğunun söylediğine göre işin en ilginç kısmı bu değildi. Akla mantığa aykırı görünse de canını tehlikeye atarak Ölüm Üçgeni’ne düzenli olarak gelen bir hayvan vardı: Kaliforniya deniz samuru. Lakin deniz samurlarının hepsi değil, sadece özel bir grubu ölüm bölgesinde gezmeye meraklıydı. Bunlar olgun yetişkinler değildi. Bebek samurlar da değildi. Köpekbalıklarının kol gezdiği soğuk, ıssız Ölüm Üçgeni’nde yüzen bu koca ahmaklar ergen samurlardı. Bazen bir anda saldırıveren köpekbalığının dişleri arasında kalan ergen samurlar bir kan deryasının içinde can veriyordu. Ama heyecan arayan bu “yeniyetmeler”, bu zorlu tecrübeden genellikle hem özgüven hem de ebeveynlerin koruması altında bağımlı yavrular olarak yaşadıkları hayattakine göre çok daha fazla bilgi ve beceri kazanarak çıkıyordu.

O sırada, insan ve hayvan sağlığı arasındaki kadim ve önemli bağlantıyı ele alan ilk kitabımız İnsan Denen Hayvan için araştırmalarımızı sürdürüyorduk. (Biz iki kişilik bir ekibiz: Barbara Harvard Üniversitesi’nde İnsan Evrimi Biyolojisi Bilim Dalı’nda konuk profesör ve UCLA Kardiyoloji Bölümü’nde tıp profesörü olarak görev yapıyor. Bilim yazarı olan Kathryn ise lisanslı bir hayvan davranışbilimcisi. Harvard ve UCLA’da birlikte dersler tasarlayıp verdik.) Ölüm Üçgeni’ni seyrederken, ergen samurların davranışlarının, bildiğimiz ergen davranışlarıyla ne kadar benzer olduğunu şaşkınlıkla fark ettik: risk alma, tehlike arayışı, ebeveynlerinin de bir zamanlar yapmış olduğu korkutucu şeyleri yapma... Okyanusa biraz daha baktıktan sonra sahilde yukarı doğru yürüdük ve bir kum tepesini aşıp manzarası farklı olan bir burna geldik.

Kanocular dalgalardan uzak bir koyun dingin sularında aheste kürek çekiyordu. Moss Landing denen bu küçük koy, deniz samurlarını ve yaban hayatını gözlemlemek için çok uygundur. Ölüm Üçgeni’nin çektiği ergen samurların aileleri beslenmek, dinlenmek ve sosyalleşmek için buraya gelir.

O gün pırıl pırıl kürkleriyle onlarca samur sırtüstü yüzüyor, suda kıvrılıp dönüyordu. Manzara, genç ve yaşlı samurların birlikte eğlendiği bir halk plajını andırıyordu. Acelesi olmayan daha yaşlı samurlar suları sıçratarak yüzen gençlere yol veriyordu. Samurlar dalıp dipten çıkardıkları denizkestanelerini kırmayı öğreniyor, çiftler ve gruplar halinde boğuşuyor, kur yaparken başvurdukları burun sıkıştırma davranışını birbirleri üzerinde deniyorlardı. Dertsiz tasasız eğleniyormuş gibi görünüyorlardı ama bu genç samurların aslında birçok şey öğreniyor olduğunu daha sonra anlayacaktık.

Biz onları seyrederken, birdenbire kızılca kıyamet koptu. Çalkalanan sularda bir grup samur koyun bir ucundan diğerine son sürat yüzüyordu. Biyolog rehberimize neler olduğunu sorduk. Köpekbalığı mıydı? Koyun sığ sularına bir yırtıcı mı girmişti?

Biyolog parmağıyla işaret ederek hayır dedi. Kanolardan biri fazla yaklaşmıştı. Bakın, hepsi korkmamış, dedi biyolog. Bir grup samur hiç istifini bozmadan suda süzülmeye devam ediyordu. Kafalarındaki kırlaşmış tüylere bakılırsa bunlar sezgileri güçlü, tecrübeli ve olgun yetişkinlerdi. Kaçışan ürkek samurlarsa büyük beyaz köpekbalığını bir kanodan henüz ayırt edemeyen ergenlerdi.

Bu tecrübesiz ergenler bir an köpekbalıklarına doğru yüzerken, bir de bakmışsınız plastik bir sandaldan kaçıyorlardı; bazen fazla cesur, bazen de fazla temkinliydiler. Bir taraftan da akranlarıyla coşkulu bir sosyalleşme yaşıyor, cinsel davranışları keşfediyor, beceriksizce karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Kendi türümüzle, dahası kendi gençliğimizle gösterdikleri paralellikler çarpıcıydı.

Öte yandan hayvanlarla insanlar arasındaki örtüşmeleri araştırmaya başladığımızdan beri sık sık olduğu gibi, bu memelilerin garip davranışlarına farklı bir anlam yükleyerek insansı özellikler atfediyor olabileceğimiz düşüncesi geçti aklımızdan. Birlikte yaptığımız araştırmanın başından beri, diğer türlere insansı nitelikler yakıştırmanın önemli bir bilimsel tehlike olduğu düşüncesiyle bunu yapmaktan özellikle kaçınmıştık. Fakat nörobiyoloji, genomik ve moleküler filogeni alanlarında yapılan çalışmalardan öğrendiklerimiz arttıkça, insanların bedensel ve davranışsal açıdan hayvanlarla olan gerçek ve gösterilebilir bağlantılarını yadsımanın daha büyük bir tehlike olabileceğini fark ettik. Asıl tehlikenin hayvanlara insansı özellikler atfetmek değil, tersine, primatolog ve etolog Frans de Waal’in dediği gibi, hayvanların insansı özelliklere sahip olduğunu yadsımak olduğunu anladık.

Çalışmamız sırasında insanın benzersiz olduğu iddialarını tekrar tekrar çürüttük: Yaban hayvanları da kalp yetersizliği, akciğer kanseri, yeme bozuklukları ve bağımlılık gibi insanlarda görülen hastalıklara yakalanır. Onlar da uykusuzluk çeker, kaygı duyar. Bazıları stres altındayken fazla yer. Hepsi heteroseksüel değildir. Kimileri ürkek, kimileri gözüpektir. İnsanın istisnai olduğu iddiasıyla karşılaştığımız hemen her defasında bunun doğru olmadığını gördük.

Ve işte samurları izlediğimiz sularda bir başka paralellik daha görüyorduk. Doğduktan ister birkaç gün ister yıllar sonra olsun, bütün hayvanlar bir “yeniyetmelik” döneminden geçer. Ne genç kızların kadına ne de delikanlıların erkeğe dönüşmesi bir gecede olur. Tayın aygıra, kanguru ya da deniz samuru yavrusunun ergin hayvana dönüşme süreci de aynı şekilde farklı, kaçınılmaz ve sıradışıdır. Bütün hayvanlar ancak zamanla, tecrübe ve pratikle, düşe kalka öğrenerek olgun yetişkinlere dönüşür.

O gün Ölüm Üçgeni’nde hayvanlardaki ergenliği göz ucuyla görmüştük. Ve o günden sonra nereye baksak onu görmeye başladık.

Yeni bir gözle görmek

Kelimenin tam anlamıyla gözlerimizin önündeki perde kalkmış gibiydi. Fiziksel görme yetimiz değil ama algılama biçimimiz değişmişti ve büyümek bizim için birdenbire bambaşka bir anlam kazanmıştı. Kuş sürüleri, balina sürüleri, gençler, kendi çocuklarımız, hatta kendi ergenliğimiz ve genç yetişkinlik dönemimize dair anılar – artık hiçbirine aynı gözle bakamayacaktık.

Sonraki yıllarda yaptığımız araştırmalarda, fiziksel açıdan artık çocuk denemeyecek kadar büyümüş ama ergin denemeyecek kadar da tecrübesiz olan, bu ara dönemdeki hayvanları anlamaya odaklandık.

Timsahlarla dolu bir nehirden geçen gnuları izlerken, suya ilk girenlerin iriyarı ama sakar ergenler olduğunu gördük. Tehlikeden bihaber, tecrübesiz ve coşkulu ergenler suya balıklama dalarken, geriden gelen temkinli yetişkinler, timsahlar ergenlerin peşine düşünce güven içinde karşı kıyıya geçiyordu.

Onca yerin içinde Manhattan’da iki genç yetişkin sırtlanla karşılaştık; aynı yaşta ve boyutlarda olmalarına rağmen birinin diğerine nasıl zorbalık yaptığını gözlemledik. Belirgin bir sosyal hiyerarşi yaratmak için ortamda iki genç bireyin bulunması yeterliydi.

Kuzey Carolina’da, koruma altındaki bir orman bölgesinde fal taşı gibi açılmış gözlerle yaklaşan lemurlardan birinin dosdoğru yanımıza gelmesiyle kendimizden geçtik. Nacho adında bir ergendi. Korkusuzluğuyla kendini bize sevdirmişti ama iki biliminsanı değil de iki avcı olsaydık canını tehlikeye atmış olacaktı.

Ergenlik çağında ulumayı öğrenen öksüz kurtların değişmeye başlayan çatlak, titrek seslerini dinledik. Ergen pandaların, kendi kendine beslenmenin ilk adımı olarak bambu gövdelerini soymasını izledik. Yılkı atlarını, beyaz gergedan ve zebra sürülerini gözlemlediğimiz olağanüstü bir öğleden sonra yaşadık. Bu sürüleri izlerken bütün dikkatimizi ergenlere verdik ve grup içinde kendilerine bir yer edinmek için nasıl poz kestiklerini, rakiplerini alt etmek için nasıl çabaladıklarını gördük.

Gözlemlerimizin bazıları diğerlerine göre daha başarılıydı. Kuzey Kutup Dairesi yakınındaki Prens Albert Ulusal Parkı’nda ergen Kanada bizonlarını görme umuduyla çamurun ve sivrisinek kaynayan bataklığın içinde otuz kilometre yürüdüğümüz halde tek bir bizon bile göremedik. Aynı yürüyüş sırasında yolda taze dışkısını bulduğumuz genç erişkin ayı da kendini göstermedi. Los Angeles’ta izini sürdüğümüz genç erişkin dağ aslanına çok yaklaşmıştık. Mola verdiğimizde rehberimiz bir fotokapan kamerasını açınca, dağ aslanının sadece birkaç saat önce önce tam da bulunduğumuz yerden sessiz sedasız geçmiş olduğunu gördük.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X