Demokratik Bir Gelecek İçin Kullanılabilir Bir Geçmişe İhtiyacımız Var
Bir İspanya Prensinin Otomatı ve Amerikalı Bir Romancının Yaşayan Tarihi, s. 12-15
Don Carlos Nisan 1562’de merdivenden yuvarlanıp başını çarptığında on yedi yaşındaydı. Üniversite kenti Alcalá de Henares’te okuyordu ve İspanya tahtının vârisiydi. Kime sorduğunuza bağlı olarak ya çok çekici bir çapkın ya da akraba evliliğinden doğma tuhaf biriydi (ebeveynleri yarı yarıya kardeşti). Bir gözlemci, prensin “şiddete yatkın tabiatı, ölçüsüz konuşma şekli ve oburluğu”ndan söz eder. Fakat kayıtlara göre İspanya halkı tarafından sevilen biriydi de, en azından yeniyetmeliğinde. Bütün hayatı, modern gotik fantazi türünde bir televizyon dizisinin olay örgüsünü andırır: Hainlik ithamları nedeniyle babasının elinde hücre hapsi, içki âlemi ve arınma dönemi, en sonunda da, muhtemelen zehirlenerek ölüm. Sonraları hayatı Giuseppe Verdi’nin muhteşem operası Don Carlos’a konu olmuştur.
Fakat henüz genç bir adamken, bir araştırmacının kibarca ifade ettiği üzere “muhtemelen gayrimeşru bir iş”e bulaştığı sırada, metruk merdivenlerden yuvarlanıp kapalı bir kapıya çarparak bilincini kaybettiğinde bütün bu dramın yaşanmasına daha vakit vardı.
Don Carlos’un hayatının bu ilk yıllarında ailenin reisiyle ilişkileri hâlâ iyiydi ve en büyük oğlunun başına gelen bu talihsizlik kralı yıkmıştı. Prens, başından aldığı yara sonucu yatalak oldu. Çok sayıda doktor başucuna akın etti ve Don Carlos, kafatasına delik açılması gibi yalan yanlış girişimler dahil olmak üzere çeşitli barbarca ameliyatlara maruz kaldı. Sonuç olarak komaya girdi ve ölmesi bekleniyordu.
Yöre halkı, prensinin başına gelen bu illetten dolayı çok üzgündü. Yardım etmek amacıyla, Don Carlos’a yöredeki Fransisken tarikatının eski bir üyesinin asırlık naaşını getirdiler. Bu keşişin aziz mertebesine yükseltilmesini istedikleri için keşişin bedeni bir mucize umuduyla prense sunuldu. “Kurutulmuş ceset” prensin yatağının başucuna kondu, gözlerini açamayan prens cesede dokunmak için uzandı ve ardından ellerini yüksek ateşten yanan yüzünde gezdirdi.
Don Carlos birdenbire çarpıcı bir şekilde iyileşti. Ertesi ay eski haline döndü. Doktorları hayret içindeydi. Hayatının bundan sonraki kısmı düşünüldüğünde hayatta kalması lütuf mu yoksa lanet mi bilinmez. Her halükârda, kurutulmuş keşiş aziz mertebesine yükseltildi.
Prensin, iyileşmesine ilişkin kendi açıklaması, “Fransisken gibi giyinmiş ve küçük bir ahşap haç taşıyan” bir erkek figürünün, hasta odasına gelip iyileşeceğine dair onu temin ettiği yönündeydi. Araştırmacılara göre bu, muhtemelen dünyanın en büyüleyici nesnelerinden birine ilham kaynağı oldu: Erken dönem bir keşiş otomatı.
Bu otomat günümüzde Smithsonian Müzesi’nde. Bu küçük mühendislik mucizesi, akademik bir makaleden ziyade bir dedektiflik hikâyesi gibi okunan bir tarih makalesinde Profesör Elizabeth King tarafından şöyle tasvir ediliyor:
ahşap ve demirden, 40 santimetre yüksekliğinde. Anahtarla kurulan bir yayın çalıştırdığı keşiş bir kare içinde yürüyor, sağ koluyla göğsüne vuruyor, sol elindeki haç ve tespihi indirip kaldırıyor, başını çevirip aşağı yukarı sallıyor, gözlerini yuvarlıyor ve usulca cenaze duaları mırıldanıyor. Ara sıra da haçı dudaklarına götürüp öpüyor. 400 yılı aşkın bir zaman sonra hâlâ çalışır durumda.
Keşişin mekanizması ahşaptan cübbesinin altına gizlenmiş, fakat iç kısımdaki manivela ve dişli çarklar üreticisinden başka kimsenin görmeyeceği şekilde tasarlandıkları halde çok güzel yapılmışlar. Bu kabuk, figüre hayaletimsi bir gizem havası katıyor ve görünürde bir destek almadan adeta büyüyle hareket ettiğine tanık olan herkeste korku ve hürmet uyandırıyor.
Keşişin nereden çıktığını kimse tam olarak bilmiyor. Elizabeth King’in savına göre mucidi, Kral Felipe için çalışan mühendislerden biri olan Juanelo Turriano. Soyağacı mütevazı bir dâhi olan Turriano astronomik saatler ve benzeri aygıtlar yaparak kendini göstermiş, hatta Toledo kenti için bir su tesisatı sistemi bile tasarlamıştır. Kral Felipe’nin oğlunun etkileyici bir şekilde iyileşmesinin ardından, bu mucizeden sorumlu tutulan Fransisken keşiş şerefine bu tuhaf tertibatı yapması için kral tarafından pekâlâ Turriano görevlendirilmiş olabilir.
King otomat keşişin tasarımını “hırslı bir dürtü” olarak adlandırdığı bir şeye, taklit yoluyla anlamaya yönelik o kadim ve değişmez insani arzuya bağlıyor ve Descartes’ın, içeriden mi yoksa dışarıdan mı hareket ettirildiğimizi sorgulayan beden-zihin bağlantısına ilişkin düşüncesini anımsattığını ileri sürüyor. King “Otomat, felsefe ve fizyoloji tarihlerinde ve artık bilgisayar bilimi ve yapay zekâ tarihlerinde de önemli bir fasıl teşkil ediyor” diye yazıyor.
Saat ve otomat gibi nesneler modern dijital teknolojinin pek çok açıdan ataları. Bu tür makineler yapmak için hem mühendis hem sanatçı olmak gerekiyordu. Teknoloji çoğunlukla, hem eğlenceli, hem ilham verici, hem de korkutucu ve yararlıydı. Bu bakımdan, modern ağ tabanlı bilgisayara giden yol eziyetli bir itina ve adanmışlık, biraz da tuhaf kaprislerle döşenmişti. İşlevsel ve dekoratif nesnelerle yürütülmüş deneylerle dolu bir yolculuktu bu, o deneylere karşılık gelen ileri teknoloji türleriyle meşgul olanlar günümüzde de bu geleneği sürdürüyor.
Bu mekanik keşişi yirmi birinci yüzyıldan bakan gözlerle incelersek tarihimize ve geleceğimize dair pek çok konuyu, teknolojiyle kurduğumuz mevcut ilişkiye dair heyecanımızı ve vehimlerimizi görebiliriz. Keşiş, geçmişimizdeki hikâyelerin kaderimizi nasıl şekillendirebildiğini gösteriyor. Geçmişimiz bize bugünümüzü, bugünün bizden öncekilerin arzuladığı pek çok olası gelecekten nasıl yalnızca biri olduğunu anlatıyor. Bu bağlamda teknolojinin hem yaratımı hem de kullanımı bir tür iktidar ilişkisi ifade eder. King de Smithsonian Müzesi’nin müdürü W. David Todd’la keşiş hakkındaki sohbetlerini özetlerken bundan bahsediyor:
Keşişin sahip olduğu iktidar, onu bir kralın harekete geçirdiğinin görülmüş olmasından mı kaynaklanıyordu? Fakat Todd ve ben, iktidarın aksi yönde cereyan ettiği konusunda hemfikiriz, yani ufak tefek bir adamın bağımsız hareket ettiği görüldüğü anda operatörün statüsünde bir sıçrama olur ve o bir tür tanrı haline gelir. Her halükârda otorite ve büyünün karşılıklı transferi söz konusudur. Todd biraz şakayla karışık, keşişe sahip olmayı, bundan birkaç yıl önce Pentium çipe sahip olmaya benzetiyor. En yüksek teknolojiye hükmeden, iktidarın da en büyüğüne sahiptir.
Elizabeth King’in varsayımını kabul edecek olursak, keşiş, kraliyet fermanı ile dinsel coşkunun bir ürünüdür, ilahi müdahaleye hürmet ifadesi görevi görür fakat çok insani, son derece maddi bir beceriyle imal edilmiştir. Bugün teknolojik gelişmenin ön saflarında, teknolojiyi sadakat uyandırmak ve aynı zamanda göz korkutmak için kullanan, benzer şekilde iktidar sahipleri yer alıyor. Modern teknolojinin “büyüsü”, dijital devrimin izlediği yolun nesnel ve dil uzatılamaz olduğunu, gelişimine yön veren insanların ise büyük, tarihsel kişilikler olduğunu ima ediyor. Teknolojik nesneler, oyun amaçlı veya oyalayıcı olan ya da öyle görünenler bile başka bir amaçla tasarlanıyor ve bizi derinden etkileyebiliyorlar.
Fakat Don Carlos’un otomatı bize günümüz toplumunda teknolojinin nasıl üretildiğine dair de bir şeyler söylüyor. Keşiş dört yüzyıla meydan okumuş bir zanaatkârlık örneğiyken bugün benzer bir eser Çin’de bir fabrikada, ağır şartlarda, modasının geçmesi planlanmış şekilde üretilebilmekte. Böyle bir tezat, teknolojinin, özellikle başlangıçtaki yenilikçi aşamalarında nasıl bir yaratıcılık ve beceri alanı olduğunu gözler önüne seriyor. Gelgelelim ölçeği büyüdüğünde bir sömürü sanayisi halini alabiliyor. Teknolojinin vaadi her zaman Turriano gibi insanların titiz gayretlerine yaslanmıştır fakat her gün görüp elimizde tuttuğumuz pek çok güzel nesnenin sakladığı şey, metalaşma sürecinin iktidarına kanıt teşkil eden Shenzen gibi yerlerin insanlık dışı emek tarihidir. Zanaatkâr işi otomatları seri üretim robotlarla ikame ettik, şimdi de başkalarına robot muamelesi edip kendimiz de robot gibi hissetmeye başlıyoruz. Günümüz toplumu bazı emek türlerine saygı gösterip diğerlerini değersizleştiriyor; teknolojinin dünyamızı iyileştirme ve geçimimizi kolaylaştırma gücü de eşit dağıtılmış değil.
Geçmiş, hatıralarda ve hikâyelerde, kullandığımız ve ürettiğimiz nesnelerde yaşamaya devam ediyor. Ağ tabanlı bilgisayar heyecan verici bir fırsatı temsil ediyor: dünyayı sürdürülebilir zenginlik, paylaşılan kolektif refah, demokratikleşmiş bilgi ve saygılı toplumsal ilişkiler suretinde şekillendirme. Fakat böyle bir dünya ancak biz onu kurmaya karar verip harekete geçersek mümkün. Bu işin en önemli kısmı ise dijital devrimin nasıl gelişeceğini kontrol etme gücünü sıradan insanlara vermek.