Giriş, Sinema, Siyaset ve Din, s. 11-13
Görünüşe bakılırsa modernlik ne dinle ne de dinsiz yapabiliyor. Çağdaş siyasi ve kültürel tahayyülde çoktan izini bırakmış olan “dinin geri dönüşü” ise bu paradoksu olsa olsa daha da belirginleştirmekte. Dolayısıyla, her ne kadar eskiden modernite ile birlikte din eleştirisinin tamamlandığı düşünülse de (Marx 1957) din günümüzde hakikat fikri için ve bir hakikati ifade etme aracı olarak vazgeçilmez hale gelmiş gibi görünüyor (Thwaites Diken 2015: 393).
Neoliberal ve muhafazakâr bir iktidar tarafından yönetilen bir ülke olan Türkiye, “dinin geri dönüşü”nün farklı versiyonlarından yalnızca siyaseten değil, kültürel açıdan da derin bir şekilde etkilenmektedir (a.g.y.). Çağdaş Türkiye sineması bu bakımdan paradigmatiktir. Fakat Türkiye sinemasında dinin giderek artan görünürlüğü, toplumsal ve kültürel analizlere aynı görünürlükte yansımamaktadır.
Bu kitap birbirinden bağımsız gibi görünen üç farklı alanın, siyaset, din ve sinemanın çağdaş Türkiye sineması örnekleri bağlamında birbirlerini nasıl sorunsallaştırıp yeniden şekillendirdiklerini inceliyor. Siyaset, din ve sinema arasındaki ilişkiye, bu üç alanın ortak kökenleri temelinde odaklanıyorum. Bu üç alanı “gösteri” kavramı birbirine bağlar. Bu kavram aynı zamanda çağdaş toplumlarda din ve siyasetin dolayımının giderek sinemasallaşması nedeniyle önem kazanmıştır. Bu kitabın amacı, siyaset ve dinin sinemasal doğasının, Türkiye sineması bağlamında kendini gösterme şekline dair kavrayışa katkıda bulunmaktır. Kitap bunun yanı sıra, bir sanat formu olarak sinemanın siyasi ve dinsel ifadeler, duyumlar, duygulanımlar ve hakikatler yaratma kapasitesini de incelemektedir.
Siyaset ve din alanlarında iktidar görsel mekanizmalara dayalıdır (Thwaites Diken 2017: 128). Dinsel ritüeller ve siyasi törenler tarih boyunca gösteriler olarak tasarlanmışlardır. Günümüzde ise sinema, gösteri bakımından ayrıcalıklı bir konumda bulunuyor. Sinema, gösterinin tarihsel ve sosyoekonomik bir koşul olduğunu en açık biçimde ifade edebilen sanat formudur (a.g.y.). Bu anlamda sinema bir kitle sanatı olduğu ölçüde, hangi öznelliğin üretildiğiyle ilgili olarak kolektif bilinçdışını şekillendirmektedir (Reine 2014).
Sinema, siyaset ve din ilk bakışta özerk alanlar gibi görünürler. Sonuçta her biri iç hiyerarşilerini düzenleyen farklı kurallarla işlemektedir. Bununla birlikte her üç alanda da öznelik, görme ilişkisi üzerinden inşa edilir. Diğer bir deyişle, üç alanın da “gösteri” kavramıyla hem yapısal hem de soykütüksel bir ilişkisi vardır. “Gösteri” kavramı, iktidarın, çağdaş kapitalizmde zorlayıcı olmayan araçlar kullanan tümleyici etkisini ifade etmekte (Debord 1995) ve eğlendirme, pasifleştirme ve dikkat dağıtma yoluyla toplumsal yaşamın her alanında toplumsal bilince egemen olmaktadır. Bu anlamda Debord’a göre modern toplumlarda dinin yerini gösteri almıştır ve gösteri kitlelerin hayali “afyon”unun işlevini görmektedir. Feuerbach (1841) din eleştirisinde insanların sevgi, dostluk ve adalet gibi insana has iyi özellikleri harici bir Öteki’ne aktardıklarını, kendilerine dair ideal bir kavrayışı “Tanrı” olarak tahayyül ettiklerini ve kendilerine yabancılaştıklarını söyler. Debord da bu aktarıma benzer bir biçimde, modern toplumlarda, insanların gösteri teknolojileri yoluyla kendilerini nesneleştirdiklerini ve kendilerine yabancılaştıklarını söyler (1995:17).
İktidar, kendisini görme teknolojileri dolayımıyla inşa eder, işlerlik gösterir ve pekişir. Görmenin dolayımlanma şekli modern iktidarın kurulmasında temel öneme sahiptir (Crary 2002). İktidar, görmek ve görülmekle ilgilidir. Thomas Hobbes’un (1651) kitabı Leviathan’ın ön kapağı, iktidarın bakış yoluyla kurulmasını açıklıkla gözler önüne seren klasik bir örnektir (bkz. Thwaites Diken 2017: 130). Resimde, bir kente yukarıdan bakan devasa bir insan figürü görülür. Biz Leviathan’ın bedeninin yalnızca üst kısmını görürüz ve bu kısım, yukarıya, Leviathan’ın yüzüne bakan küçük insan figürlerinden oluşmaktadır. Bir elinde kılıç, bir elinde asa tutan Leviathan egemen iktidarı, devleti temsil eder; bedenini meydana getiren insanlar ise modern devletin vatandaşlarıdır.
Resim, egemenin iktidarın kaynağının, yönetilenlerin sağladığı meşruiyet olduğunu tasvir eder. Leviathan’ın otoritesinin kaynağını oluşturan şey otoriteye tabi olanların bakışıdır. Hobbes, insanların ancak özgürlüklerinden vazgeçip güvenlikleri karşılığında haklarını yüksek bir otoriteye devrettikleri takdirde barış içinde yaşayabileceklerini ileri sürer. Toplumsal sözleşme de egemenin meşruiyetinin, halkın egemeni egemen olarak görmesine bağlı olduğuna işaret eder. Halk egemeni egemen olarak görmeyi bırakırsa egemenlik sürdürülemez. Fakat aynı zamanda, seyirci resme hangi açıdan bakarsa baksın, Leviathan’ın da seyirciye yönelmiş ve ona sürekli otoritesine tabi olduğunu hatırlatan inceleyici bakışıyla karşılaşmaktadır. “Egemenin bakışında gördüğümüz şey öznenin kendi bakışıdır – ki bu bakış özneyi kör bir gösterinin yabancılaşmış formunda konumlandırır” (Pye 2015: 172).