Mustafa Günay, "'Yeni Karanlık Çağ'ı kavramak için düşünmek", mesele121.org, 3 Aralık 2020
Teknolojinin özellikle geride kalan yüzyılda ortaya koyduğu gelişme hızının, toplumları ve insanları hızla dönüştürmesinin yadsınamayacağını söyleyen Bridle, bu noktada kitap boyunca irdeleyeceği bir hususa dikkat çeker: kavrayışımızın dönüşmemiş olması. Bridle, bu durumun nedenlerinin de yanıtlarının da oldukça karmaşık olduğunu söyler: “teknolojik sistemlere öylesine gömülmüş haldeyiz ki pratiğimizi de düşünce tarzımızı da onlar şekillendiriyor artık. Ne bu sistemlerin dışında durabiliyoruz, ne de onlarsız düşünebiliyoruz.” (s. 12)
Bilinçli Düşünmeye Karşı İşlemleme
Bridle, bir kabusa benzettiği yeni karanlık çağın koşulları hakkında şunları söyler: “Giderek daha evrensel bir görüş kazanıyoruz, ama fail statümüz buna eşlik etmiyor. Her geçen gün dünyaya dair daha fazla şey bilmemize karşın, bir şeyler yapma konusundaki aczimiz sürekli olarak artıyor. Bunun yol açtığı çaresizlik, durup varsayımlarımızı gözden geçirmemize vesile olacağı yerde bizi paranoya ve toplumsal ufalanmanın daha derin noktalarına taşıyor: Daha fazla gözetime, daha fazla güvensizliğe, imgenin ve işlemlemenin otoritesini sorgusuz sualsiz kabul edişimizin ürettiği bir durumu düzeltmek için yine imgenin ve otoritenin gücüne, üstelik de hiç olmadığı ölçüde güçlü bağlanmaya itiyor.” (s.192)
Bilgi ile eylem arasındaki farkın genişlemesi, bir uçurum meydana gelmesi, insanın teknolojiyle ilişkisindeki çelişki ve paradokslarının ifadesidir. Veriler, olgular yığını arasında insanın savrulup kaybolması, özne olma imkanlarını giderek yitiriyor olması, geleceğe yönelik kaygıları da büyütmekte, giderek distopik söylem ve tasavvurların yaygın kabul görmesine de yol açmaktadır. Dijital bir panaptikonun gönüllü tutsakları haline gelen insanın sorgusuz sualsiz kabul ettiklerini ve bunların bedelini düşünmesi gerekiyor. Ama Bridle’nin sık sık vurguladığı üzere, insan kendisini kuşatan ağın içindeki yerini, anlamını ve işlevini çoğunlukla düşünmeye girişmiyor. Kitlelerin, kalabalıkların toplanma, buluşma meydanı olarak dijital dünya ile gerçek dünya arasında beliren mesafe ve farklılık da yine ciddi politik ve varoluşsal sorunları içermektedir. “Dijital çöl” de büyümektedir.
Teknolojiye ilişkin kavrayışın geliştirilmesi konusunda yaygın kabul gören bazı önerileri de eleştiren Bridle, bu noktada teknoloji eğitimini artırmayı ve özelde de “kodlamanın öğretilmesi”ni yeterli görmez. Bilindiği gibi bizde de en çok özendirilen ve desteklenen şeylerden biri “robotik kodlama” eğitimidir. Bu bağlamda taleplerin daha çok piyasadan ve iş insanlarından geldiğini vurgulayan Bridle için, tek başına kodlama öğrenmek yeterli değildir. “Sistemleri salt işlevsel olarak kavramak yetersiz kalır; bizim bu sistemlerin tarihi ve sonuçları üzerinde de düşünebilmemiz gerekir.” (s. 14)
Teknolojiye karşı salt işlevsel kavrayışın “işlemsel düşünme” olarak adlandırdığı tehlikeden söz eden Bridle, bu konuda karşılaşılan her sorunun işlemleme yoluyla çözüleceği hakkında beslenen bir inancın bulunduğunu belirtir. Bu çözümcülük denen bir yaklaşımdır. “İşlemsel düşünme yaklaşımına göre, pratik veya toplumsal her sorunumuzu çözecek bir “uygulama” mutlaka vardır.” (s. 14) İşlemsel düşünme temelinde ortaya konan çözümcü yaklaşımı irdelerken, günümüzde karşılaştığımız sorunları da ele alan Bridle, birçok sektörde makinelerin ve yapay zekanın istihdamı tehdit ettiğine dikkat çekerek şunları söyler: “Dünyayı makinenin perspektifinden düzenlemek onu bir yandan işlemleme açısından daha verimli hale getirirken, diğer yandan da insanlar için tamamıyla anlaşılmaz kılıyor.” (s. 124)
İnsanın yerini almaya başlayan makineler, daha çok getirdikleri yararlar ve kolaylıklar bakımından değerlendirilirken, gözden kaçırılan önemli pekçok husus da söz konusudur. “Bireysel veya toplumsal düzey fark etmez; işlemleme hem karar verme işini, hem de bunun sorumluluğunu makineye yükleyen bilişsel bir kaçıştır. Yaşam hız kazandıkça makineler çok daha fazla bilişsel görev yerine getiriyor ve bu da sonuçlarına bakılmaksızın bu sistemlerin otoritesini pekiştiriyor. Dünyaya ilişkin kavrayışımızı otomasyon sistemlerinin daimi uyarılarına, sundukları bilişsel kestirmelere daha uyumlu hale getirmek için didiniyoruz. Bilinçli düşünmenin yerini işlemleme alıyor. Makineler gibi düşünmeye başlıyor, hatta çoğu zaman düşünmüyoruz bile.” (s. 52)
Kaygı Veren Dönüşümler
Bridle, endişe verici bazı dönüşümlerden de söz eder: gerçekliğin bir bilgisayara, kültürün kodlardan oluşan bir alana dönüşümü vb. “İşlemleme ve onun ürünleri etrafımızı sarıp sarmaladıkça, hakikati kurma gücü ve kabiliyetini giderek daha fazla ele geçirdikçe, giderek artan sayıda bilişsel görevi devralmaya talip oldukça, gerçekliğin kendisi bir bilgisayara dönüşüyor ve düşünce tarzımız da buna ayak uyduruyor.”(s. 53)
Kültürün kendisi devasa bir kod/alana dönüşmesiyle ilgili olarak da şunları söyler: “Fiziksel ve kültürel alanın üretiminde işlemlemenin payının bunca fazla olmasının tehlikesi, hem dayandığı hem yeniden ürettiği büyük güç eşitsizliklerini görünmez hale getirmesidir. İşlemleme kültürü büyütmek, çerçevelemek ve biçimlendirmekle kalmaz; gündelik, sıradan farkındalık radarımızın altında iş görüp kültürün ta kendisine dönüşür.”(s. 48-49) Elbette teknolojik gücü ellerinde bulunduranları da unutmamak gerekir. Bridle şöyle demekte: “Teknoloji gücün ve kavrayışın sahasını genişletir, ama adil olamayan bir şekilde uygulandığında bu gücün ve kavrayışın belli odaklarda toplanmasına yol açar.” (s. 128)
Tüm kültür endüstrilerinin, baskısını gittikçe artıran bir korku ve şiddet anlatısının geribesleme döngülerine dönüştüğüne dikkat çekerek Google ve Facebook örneklerinden de söz eden Bridle, bu çerçevede “ağ” kavramını gerçekliğin temsilcisi olarak irdeler. “Ağ, inşa ettiğimiz gerçekliğin en iyi temsilcisidir; çünkü onu düşünmek en az gerçekliğin kendisini düşünmek kadar zordur. Ağı cebimizde taşıyor, ağ bağlantısı kurabilmek için direkler, veriyi işlemek için veri merkezleri inşa ediyoruz: ama ağ ayrı ayrı birimlere indirgenemez, yerelleştirilemez, bünyesi gereği çelişkilidir –dünyanın ta kendisi gibidir. Bilerek veya bilmeyerek, ağ daima yaratılan bir şeydir. Yeni bir karanlık çağda yaşamak pratikteki bu bilinmezlikleri, bu tür çelişki ve belirsizlikleri kabul etmeyi gerektirir.” (s. 84)
Dünyayı Düşünme Biçimlerini Etkileyen Sosyopolitik Çerçeve
Dünyayı düşünme biçimimizi şekillendiren şeyin elimizdeki araçlar olduğundan hareketle Bridle, bu konuda “sosyopolitik bir çerçeveve”den söz eder. “Bilimsel araştırmayı destekleyen hükümet formlarından, akademik kurumlardan, bilimsel dergi endüstrisinden tutun da Silikon Vadisi’ndeki ve ona bağlı ikincil kaynaklardaki benzersiz ekonomik gücün ve özel bilginin kaynağı olan yazılım ve teknolojilerin inşasına kadar bütün bir sosyopolitik çerçevenin içindeki herşey bu araçlar arasında sayılabilir. Tüm bunların yanı sıra, daha derin bir bilişsel baskıdan, insani müdahale olsun veya olmasın, makinenin sözümona tarafsızlığıyla üretilecek tek ve çürütülemez yanıta duyulan inançtan da söz edilmelidir. Bilimin teknolojiyi giderek daha fazla kullanmaya başlamasıyla birlikte, insan düşüncesi ve eyleminin her alanı da teknolojiye gömülüyor ve bir yandan yeni imkanlar açığa çıkarken bilgisizliğimizin boyutu da adım adım ortaya çıkıyor.” (109-110)
Enformasyonla şiddetin tümüyle ve ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğunu ve dünya üzerinde söz sahibi olma iddiası taşıyan teknolojilerin enformasyonun silaha dönüşmesini hızlandırdığını belirten Bridle, bu durumu şöyle açıklar: “Askeri, devlet ve şirket çıkarlarıyla yeni teknolojilerin gelişimi arasındaki tarihsel ilişki bunu açıkça göstermektedir. Bunun sonuçları her yere sirayet etmektedir. Buna rağmen, bizi tekrar tekrar şiddet, yıkım ve ölüm döngülerine hapseden enformasyona haddinden fazla değer vermeyi sürdürüyoruz. Aynı şeyi başka metalarla yapıp durduğumuz uzun tarihimiz düşünüldüğünde, bu gidişat gözardı edilemez, edilmemelidir.” (250)
“Daima baskıcı bir tarihle bilinmez bir gelecek arasına sıkışmış bir şimdide düşünür, yaşarız” diyen Bridle, düşünmeye, kavrayış gücünün geliştirilmesi gerektiğine yönelik vurgusuyla, insanlığın içinde bulunduğu teknolojik ortamda yaşamının öznesi olma imkanını kaybetmesinden kaynaklanan kaygı ve tehditler kadar bugünümüz ve geleceğimiz için bir umut arayışını da ortaya koyar. Bu noktada acaba onun söylediği üzere, yalnızca “düşünmek” yeterli midir? Üstelik düşünmekten bu kadar uzak görünürken...