Asuman Susam, Başka hayvanlar ve canavarlar, Birikim Dergisi, sayı 376, Ağustos 2020
Vakit kaldıkça. kadıysa, mikro atak.
bir de ben bir su varlığıydım. hatırlıyorum, karaya
yakın yerde, suyun karayla birleştiği çizgi benim
göz hizamdaydı ve su akardı, ve karada ev, yol ve ağaç
vardılar. Ev sudan yeni çıkıp kıyısına konmuş gibi
dururdu. Ben sudan bakardım. (Sandalcı, 25)
Aşk İçin İstediğimiz Başka Hayvanlar, daha adıyla bizi bir dizi kavramdan oluşan bir eşikte tutar: Arzu, devamlılık, canlılık üreten bir çokluk. Türe sığmayan bir form ve dil, görsel metafor kullanımı bir başkalığın içine çeker okuru. Zaman ve mekâna bağlı olaylar, kişiler bağı, tahkiye kullanımı mensur şiiri hatırlatır kimi şiirlerde. Anlatıcı öznenin şiirlerde değişmemesi hem parçalı hem birbirinin devamı bir okumaya açar kitabı. Değişen temaların birbirine çengelli oluşu da bu hissi besler. Bu, başımıza gelenleri birbirine bağlı kavramlarla anlamak için dünyayı bir ağaç gibi soymanın bir yolu olarak seçilmiştir. Türün sınırlarını zorlayan bir yan da dize algısının kimi şiirlerde bütünüyle kırılmış olmasıdır. Metni anlatı sınırlarına yaklaştıran, öyküleme-monolog-diyalog-betimleme gibi doğrudan öykü ve romana ait unsurların kullanımıyla tür sınırları bulanıklaştıran bu şiirlerde dil de Kutsal Kitap dilinden biliminkine oradan sokağa salvolarla dolanır. Ses de ritim de okuyanı alışılmışın içinden çıkartmaya yönelik işler. Cümle dizini klasik dize kuruluşuna göre daha gevşek, saçılı, sayıklamalı, sıçramalı bir dildir. Nispeten eski sözcükler, tıbbi terimler, teknolojinin dili özellikle iç içedir. Kaos her yerde demenin bir yolu olarak hem dil hem biçim bu metinlerde üzerine düşeni içerikle birlikte dengeli bir biçimde yapar. Kaligrafi, sesler, desenler, görsel malzemenin metinlerle örüntüsü, kitabın dünyanın şimdisi ve değişimi alegorisi olarak kurulduğunun somut işaretleridir. İçeriğin biçimi zorunlu olarak zorlaması, biçimden gelenin içeriği dönüştürmesi bir biçim içerik diyalektiği gibi okunmamalı ama. Bu durum birbiriyle sürekli etkileşim halinde olan unsurların birbirinin üzerine katlanması, üzerinden açılması, çözülmesi, gevşemesi, sıkılaşması, tepeler, çukurlar oluşturması ile metinden bir topografya yaratması olarak düşünülmeli.
“Takvim,” “Avlu,” “Avluda Erkete” kitabın özellikle bu ilk şiirleri zamandan mekâna ve –sonraki şiirlerde daha net görülebilecek– bedene geçişlerle, zaman kavramının mekânla birlikte yaşantıyı hatıraya dönüştürmesi meselesine odaklanır. Bu şiirlerde sinemanın zaman bükücü dili devreye girer sık sık. Metnin kurgusu, an sıçramaları, kesmeler, zincirleme flu görüntüler, birbirinin üzerine kapanan an parçalarının dille görselleşmesi ile oluşur. Uzaklaşan ve yakınlaşan sahne planları, şiirin mekânsal özellikleri ile boyut kazanmasını sağlar. Bu görüntü oluşturma denemeleri, anlamın da tür bilgisinin de sınırlarını belirsizleştirmeye yönelik dilsel müdahaleler olarak oldukça başarılı kurulmuş.
Zamanın ne lineer ne de döngüsel oluşu, bellek gibi dağınık an parçalarının mekânlarla birlikte hatırlayışlara dönüşmesi, anlatıcı özneyi merkezsiz kılar. Onu da tüm şiirler boyunca “dünyayı yiyerek ölümünü yayıyor” dediği “ölü dev”e karşı kâh yeraltı insanı kâh yerüstünde bir gerilla gibi kaçış çizgilerinden hayata, canlılığa, başkaya gitme mücadelesi içinde görürüz. Mekân ve beden bu şiirlerde birbirinin uzantılarına dönüşür.
Sandalcı’nın bu şiirleri sosyolojik ve tarihsel gerçekliklerin başka perspektiflerden okunmasından çok, yeni ve başka bir dünya arayışının sesi olarak çıkıyor karşımıza. Türe ilişkin biçim, içerik ve söyleyişe dair tüm farklılıklara buradan yaklaşmak ve anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır.