ISBN13 978-605-316-143-1
13x19,5 cm, 168 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Bürkem Cevher, "Uçsuz bucaksız bir zihin üzerine", agos.com.tr, 12 Mart 2019

Metis Yayınları’nın Diyaloglar Serisi ile tanışmam geçen yılın son aylarında yayınlanan Zihnin Ucu Bucağı: Bilinç ve Dünya Bir Midir? ile oldu. Son yıllarda romanları ve edebiyat eleştirileriyle oldukça ilgi toplayan Tim Parks’ın robotik mühendisi, psikolog ve felsefeci Riccardo Manzotti ile zihnin doğası üzerine yaptığı söyleşileri bir araya getiren kitap beni uzun süre oyaladı ve düşündürdü. Diyaloglar serisini elbette önceden biliyordum ama seriden hiçbir kitabı okumamıştım, büyük hata etmişim. İlerleyen günlerde serinin kalanını da yavaş yavaş okumayı planlıyorum.

İki entelektüel

Öncelikle iki entelektüelin zihin üzerine sohbetlerinden büyük keyif aldım. Konunun uzmanı olan önemli bir düşünürün konunun uzmanı olmayan ancak entelektüel kapasitesi oldukça yüksek birine zihin felsefesini çocuğa anlatır gibi anlatmasından da açıkçası çok hoşlandım. Belki de kendim de ancak bu şekilde konuyu biraz daha iyi anlayabildiğim içindir.

Ayrıca Tim Parks’ın kendi alanının oldukça uzağında olan bir konuda bu kadar bilgi sahibi olmasına, önceden de konu üzerine okumuş ve araştırmış olmasına çok şaşırdım. Genelde kendi alanının uzmanı insanlar yeni fikirlere ve alanlara oldukça uzak dururlar ya da bilmediklerini itiraf etmekte zorlanırlar. Parks’ın sorduğu sorular, her tartışma sonrasında konuyu kendi anladığı şekilde özetlemesi, bir hata varsa o anda çözüme kavuşturmasına hayran kalmamak mümkün değil. Soruları öylesine isabetli ki zihin felsefesine uzak okurları dahi konuya ortak edebiliyor.

Sherlock Holmes’ün izinde

Riccardo Manzotti zihin felsefesi alanında önemli bir isim. Son yılların büyük tartışma yaratan yayılmış/genişle(til)miş zihin teorisinin de önemli bir savunucusu. Burada anlatılmaya çalışılan fikri kısaca özetlemeye çalışacağım. Ancak daha önce konu hakkında okuduğumda bana çok uzak gelen bu teoriyi anlamakta oldukça zorlandığımı ifade etmeliyim. Eski bir felsefe öğrencisi olarak zihnin doğası hakkındaki kendi düşüncemin sinirbilimin desteklediği materyalist felsefeye daha yakın olduğunu belirtmeliyim, doğal olarak da Manzotti’nin teorisini henüz tamamen kabul edemiyorum. Bazı itirazlarım var ve bu itirazlarıma Manzotti’nin nasıl yanıt verebileceğini anlayana kadar da konuyu okumaya, videolar izlemeye devam edeceğim.

Yine de teorinin çıkış noktasını Sherlock Holmes’ten bir alıntıyla açıkladığı anda benim de ilgimi çekmeye başardı Manzotti. “Sana kaç kere söyledim [Bunu zavallı Watson’a söylüyor Holmes], imkansız olanı elediğinde geriye kalan şey – ne kadar uzak bir ihtimal gibi görünse de – hakikat olmak zorundadır.”

Manzotti kendi teorisine nasıl ulaştığını metafizik kontrol panosu dediği bir şema ile anlatıyor. Bu kontrol panosunun iki anahtarı var. Birinci anahtar dünyayı algılayan özne ile algılanan nesnenin farklı olup olmadığı sorusuna göre açılıyor veya kapanıyor; ikinci anahtarsa algılayan öznenin fiziksel olup olmadığı sorusuna göre. Basit görünüyor, değil mi? Maalesef o kadar basit değil.

İlk olasılıkta bize çok bariz gelen özne ile nesnenin farklı oldukları varsayımı ile başlıyoruz. Elma ile onu algılayan ben farklıyız, tamam. O halde ikinci soruya geçelim özne olan ben fiziksel miyim? Ben dediğimiz öznenin bedenimiz değil ruh olduğu varsayımına dayanan Kartezyen görüşü kabul ettiğimizde ikinci anahtarı ‘fiziksel değil’e ayarlamak zorundayız. Tüm dinlerin de kabul ettiği görüş budur. Hatta pek çok felsefi görüş de bunu destekler. Evet bu görüşe göre, hareketlerimizi bedenimiz yapar ama onu yönlendiren ruhumuzdur ya da zihnimizdeki kişiliğimizdir. Bu kişilik de elle tutulur bir şey olmadığı için ‘zihinsel’dir, yani fiziksel değildir. Ama buradaki sorun zaten çok basit. Zihinsel bir deneyimi, örneğin elmanın kırmızısını nasıl algıladığımızı anlatmaya çalışırken zaten zihinsel bir özne ile yola çıktığımızda baştan kısır döngüye giriyoruz. Üstelik Manzotti’ye göre de bu durum umutsuz bir vaka oluyor “çünkü öznenin bilimsel araştırmanın nesnesi olamayacağı fikri üzerine kurulu” bu görüş. Dört olasılıktan biri çöktü bile.

O halde ikinci olasılığa geçelim. Algılayan özne ve algılanan nesne hâlâ farklı ve bu sefer özne fiziksel bir varlık. Burada benim de düşündüğüm gibi özneyi fiziksel bir yere, beynimize yerleştirdik. Yani elmayı sinir hücrelerimiz olan nöronlar yardımıyla beynimiz algılıyor, dedik. Fakat Manzotti buna tamamen karşı çıkıyor ve şöyle bir argüman kuruyor: beynimize veya nöronlarımıza baktığımızda hiçbir yerde elmanın kırmızısına rastlayamıyoruz. Nöronların çoğu benzer şekilde elektrik akımını iletiyor ve bu iletim sisteminde kırmızı yok, elma yok. Bence bu konu tartışmaya çok açık bir konu, ancak şu anki yazının selameti açısından Manzotti’nin karşı çıktığı fikri belirtelim ve devam edelim. Eğer beynimizin hiç bir yerinde acıyı, tatlıyı, kırmızıyı, sarıyı, duygularımızı ve fikirlerimizi bulamıyorsak, o halde algılayan özne dediğimiz şey beyin ve sinir sisteminde de yer almıyor, ikinci olasılığı da bu şekilde eliyor Manzotti. Buradaki tartışmanın detaylarını elbette kitapta daha ayrıntılı şekilde bulabilirsiniz, hatta Manzotti’nin sizi ikna edebileceğini de düşünüyorum. Ama yerimiz olmadığı için Manzotti’nin fikir silsilesini takip etmeye devam edeceğim.

Üçüncü olasılığa geldiğimizde özne ve nesnenin aslında farklı olmadığı görüşü devreye giriyor. Ve ikinci anahtarı da fiziksel olmayan bir özneye çeviriyoruz. Aslında bu görüş şimdi ne kadar saçma da görünse çok uzun süre kabul edilmiş bir görüş. “Gerçek bir idealiste göre algının nesnesi, fiziksel olmayan zihinsel temsille ya da fikirler deneyimleyen öznenin bir parçasının değişmiş halinden başka bir şey değildir,” diyor Manzotti. Hala saçma geliyor değil mi ama aslında Elon Musk gibi pek çok teknoloji severin (eskilerden Matrix filminden de hatırlanacağı üzere) dile getirdiği simülasyon teorisi de aynı kapıya çıkıyor: “Bu kişiler gerçeğin yapıtaşları olduğunu düşündüğümüz hayali nesneler yaratan dev bir bilgisayar simülasyonunda yaşayıp yaşamadığımızı sorguluyorlar.” Cezbedici bir fikir ama bu fikrin doğruluğunu ya da yanlışlığını ispatlamak çok zor. Bilimsel açıdan bir teorinin en azından yanlışlanabilme potansiyeli olması gerekir. Bu üçüncü olasılıkta işte bu nedenle kabul edilemez görünüyor. Doğal olarak da içimizdeki Sherlock dördüncü olasılığa bakmak istiyor.

Geriye kalan...

Dördüncü olasılıkta özne, zaten kabul ettiğimizi şekilde, fiziksel bir varlık olarak karşımıza çıkıyor. Ancak asıl tartışmalı nokta şu: özne ve nesne ayrı değil. Özne ve nesnenin ayrı olmaması ne demek peki? İşte bu noktada Manzotti’nin teorisine geliyoruz. Manzotti’ye göre elma deneyimimiz elmanın ta kendisidir. Burada dikkatli olalım “Ben elmayım,” demiyor Manzotti, deneyimden bahsediyor. Beynimizde, algılarımızda elmaya benzer hiçbir şey göremiyoruz. Etrafta elmaya benzeyen tek şey elmanın kendisi, diyor Manzotti. Burada aslında sinirbilimle çelişen hiçbir şey yok, elmayı yine sinir sistemimiz ve beynimizin yardımıyla deneyimliyoruz. Ancak “duyuların “girdi” alıp bir şekilde dış dünyayı yansıtan ikinci, içsel bir zihinsel dünya yarattığımı varsaymak yerine, deneyimin dış dünyada olduğunu söylüyoruz: Deneyimin, algıladığın fiziksel nesneden bağımsız değil, nesnenin kendisi,” diyor.

Bedenimiz dünyanın deneyimlediğimiz nesne olarak ortaya çıkmasını sağlayan fiziksel koşulları sunar. Gözlerimiz, optik sinirler, nöronlar, beyin, vb. Bizim deneyimlediğimiz elma ile köpeğimizin deneyimlediği elma elbette aynı değildir; fiziksel koşullarımız farklı çünkü. Bedenimizden ibaret olan bu fırsatların yarattığı ve bizim de algıladığımız elma, bu nedenle de mutlak elma değildir. “Deneyimlediğin elma, dünyada olup biten başka bir çok şeyden yapılan seçki veya altkümedir; bedeninin – beyninin ve duyu organlarının – izin verdiği seçkidir,” diye anlatıyor Manzotti.

Manzotti’nin teorisi elbette başta tamamen anlaşılamıyor ve itiraza çok açık. Bunu Manzotti de kabul ediyor ve Tim Parks’ın bütün itirazlarını, karşıt argümanlarını ve karşı-örneklerini dile getirmesini istiyor. Tüm bu itirazlara da tek tek yanıt veriyor. İşin doğrusu Manzotti’nin ne demek istediği yavaş yavaş anlaşılıyor, aslında her seferinde bir önceki paragrafta dediklerini tekrarlıyor yazar. Sadece her karşıt-örnek ve karşıt argümanla birlikte daha da açığa çıkıyor yayılmış zihin teorisi.

Ben Metis Diyaloglar’dan çıkan bu kitabı çok beğendim. Daha önce çok az okuduğum ve hemen reddettiğim felsefi bir tartışmayı bundan daha açık bir şekilde başka bir yerde bulabileceğimi sanmıyorum çünkü Tim Parks’ın isabetli soruları ile Manzotti argümanını çok daha rahat anlaşılır bir şekilde anlatıyor. Ancak gerek yazarın bu konuda yayınlanmış makalelerini, gerek yazarın kendi internet sayfasında bulunan videoları izlemenizi tavsiye ederim. Kitabın sonuna eklenen “Metis’ten bu konuda okuyabileceğiniz diğer kitaplar” listesi de çok iyi olmuş. Konuya ilgi duyan okurların çok severek okuyacakları ve çok sevecekleri bir kitap Zihnin Ucu Bucağı. Kitabın çevirmeni Özde Duygu Gürkan’ı ayrıca kutlamak gerekiyor; böylesine zor bir konuyu akıcı, anlaşılır ve duru bir Türkçe ile okurlara sunmak her çevirmenin altından kalkabileceği bir iş değil. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X