ISBN13 978-975-342-374-8
16.5x24 cm, 392 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Yabancı, 2014
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Fatma Demirhan Kalyoncu, "Ten ve Taş: Şehrin İnsanı İçin Artık Temassızlık Güven Demek", dunyabizim.com, 27 Şubat 2018

Şehir ve insan birbirini tamamlayan öyle önemli fenomenlerdir ki ikisini birbirinden ayrı düşünmek hata olur. İnsanın anlam dünyası yaşadığı şehri inşa etmesinde ne kadar etkiliyse, bir şehrin de içinde yaşayan insanların anlam dünyasını etkilemede rolü bir o kadar önemlidir. Richard Sennett, kent üzerine düşünen, üreten ve yazan önemli bir düşünür. Ten ve Taş: Batı Uygarlığında Beden ve Şehir adlı dev eserinde tam da bu mevzuları psikolojik, fizyolojik, fenomenolojik, tarihi ve sosyolojik örneklemlerle işliyor. Şehir üzerine düşünmenin tarihi diyebileceğimiz bu kitap, şehir ve insan fenomenlerine ilgi duyan herkesin okumasını tavsiye edebileceğim bir yapıt.

Richard Sennett’in Ten ve Taş adlı eserine girerken ilk olarak “beden” ve “şehir” ifadeleriyle karşılaşıyoruz. Bu kavramlar bize ele alınan yapıtın en temel argümanlarını veriyor. Beden olarak açımlanan şey, tarih boyunca Aristoteles’in ifade ettiği şekliyle, toplumsal bir hayvan olarak insandır. Yani insanın toplum içerisinde var olmasıdır. Toplum fenomeninin de bir şehir bağlamında anlam kazandığını kabul edersek; insanın şehre ait ve insanın şehirle birlikte varlık düzleminde yer aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Sennett’e göre Ten ve Taş bedensel deneyimler vasıtasıyla ele alınan bir şehir tarihidir. Sennett’in bu noktada bedensel deneyimi oldukça geniş bir biçimde ele aldığını belirtmekte fayda var. Öyle ki Antik Yunan şehirlerinden günümüz şehir yaşantısına kadar insanlar şehirlerde ne giyiyor, nasıl hareket ediyor, ne zaman banyo yapıyor, neler yiyor ya da ne tür kokuları teneffüs ediyor gibi soruları araştırıyor.

Elbette bu gibi soruların yanıtlarından ibaret olmayan eserin ana amacını ise Sennett şöyle belirtiyor: “Batı uygarlığı bedenin haysiyetine ve insan bedenlerinin çeşitliliğine hürmet etmekte hep zorlanmıştır: Ben bedenle ilgili bu zorlukların mimaride, şehir tasarımında ve planlama pratiğinde nasıl ifade edilmiş olduğunu anlamaya çalıştım.” (s. 11) Bu noktada ‘şehrin bilgisi mümkün müdür’ sorusu akıllara gelebilir. Bilgi Platon’a göre değişmeyene aittir. Elimizdeki kitapta şehri, belli bir zaman aralığında ele alınan fenomen olarak görüyoruz. Şehir zaman içinde var olan ve değişen, zamandan etkilenen bir kavram olarak kabul edilebilir mi? Kabul edilirse şehrin bilgisi nasıl mümkün olabilir? Ya da zaman içinde değişen şehir mi yoksa şehir içinde var olan insan mı? Yazarın geniş ölçekte bu sorulara da yanıt aradığını söyleyebiliriz.

Öte yandan Sennett’i bu kapsamlı eseri yazmaya iten saikleri modern döneme hakim olan beden-mekan iletişimsizliği, insan bedeni ve mekan arasında olması gereken aktif bağın modern binalarda göz ardı edilmiş olması ve modern binaların sahip olduğu duyusal yoksunluk olarak kısaca özetleyebiliriz.

Bedeni pasifleştirmede mekanın rolü

Mekan kavramı tarih boyunca birçok filozof tarafından ciddiyetle ele alınmıştır. Aristoteles ve Kant’ın felsefi kuramlarında mekan kavramını varlığın kategorilerinden biri olarak görürüz. Mekanın teorik olarak soyut bir kavram olarak incelenmesi epistemolojik bir yaklaşımdır. Mekanın toplumsal bir fenomen olarak ele alınması ise yeni bir olgudur. Özellikle Henry Lefebvre’nin çalışmaları bu konuda bize yardımcı olabilir.

Mekanların yapılanma şekilleri bize insanların yaşam şekilleriyle, hakikat anlayışlarıyla ilgili ciddi ipuçları verir. Bu aslında bir tür kısır döngüdür. Yani mekanları yaratan, belli bir ideolojiye, inanca ve üretim biçimine sahip insanlardır. İnsanların hareket etme koşullarını belirleyen/etkileyen yaratılmış mekanlar… Kitle iletişim araçlarının etkisi bu noktada değinmemiz gereken önemli parametrelerin ilkidir. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması günümüzde birçok tahribata sebep olmaktadır. Örneğin sinemada seyredilen bir filmin kişide hissettirdiği duyguyla gerçek hayatın yaşantılarda kişilere hissettirdiği duygular arasında uçurum vardır. Bir kişi süregiden gerçek hayatta cereyan eden savaşta yer almak istemezken; sinemada kanlı vahşet dolu sahneler içeren bir filmi elinde mısırıyla keyifle seyredebilir. Sennett, bu durumu duyumların körelmesi olarak yorumlar. Gerçek hayatta karşılaşılmak istenmeyen durumlar, insanların birbirini görmek istememesi, farklı olan insanları tehdit unsuru olarak algılaması vb. durumlar, bedenlerin, içinde bulundukları mekânlarla kurdukları iletişim biçimiyle daha iyi anlaşılabilir. Sennett’e göre mekânların konumlandırıldığı yerler insanların davranış kalıplarını ciddi ölçüde etkiler.

Hız deneyimi

Duyumların körelmesi modern teknolojinin sağladığı hız fenomeni ile yakından ilintilidir. Çünkü gelişen hız teknolojisi ile mekanlar merkezden periferiye yayılmıştır. İnsanlar daha fazla hıza ulaştıkça şehirlerin merkezlerinden uzak, daha izbe yerlere geçip gidebiliyorlar. Ve bu geçip gitme sürecinde mekan tarafından uyarılmayı istemiyorlar. Bu durumu belediyeler, yol mühendisleri, bireyi en kısa şekilde şehre dahil kılmadan gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu durum dolaylı bir güven hissi de yaratır. Çünkü insan ne kadar suya sabuna dokunmadan yaşarsa ya da fiziksel deneyimden ne kadar uzak kalır ve şehir tarafından uyarılmazsa kendisini o oranda güvende hissedecektir. Dolayısıyla şehir merkezinden gittikçe uzaklaşan ve soyutlanan insan için duyumsanacak şeyler de azalmaya başlamaktadır. Duyusal yokluk artık kişilerin birbirlerini birer tehlike gibi görmesine ve aynı zamanda mekandan kopukluk hissinin doğmasına yol açar.

Hızın bu denli artması insanların tarihi serüvenindeki deneyim farklılığına da neden olmaktadır. Eskiden yolculuklarda insanların yol kat edebilmesi için bugüne kıyaslandığında büyük uğraşı gerektiren fiziksel deneyimler gerçekleştirmeleri gerekirdi. Bugün ise gelişen hız teknolojisiyle birlikte insanlar asgari boyutta fiziksel deneyim gerçekleştirerek çok daha uzun yollar alabilmektedir. İnsan bedeninin bu hız deneyimi onda mekandan kopukluk hissini meydana getirir. Hız deneyimi ile çevreye doğru yayılan mekanlar kitle iletişim araçlarının etki alanını da genişletir. Bu iki fenomen insanın şehir algısını tamamen etkiler ve değiştirir. İnsanın kitle iletişim araçlarıyla pasifize olan bedeninde mekandan kopukluk hissi de aynı etkiyi meydana getirir. Sennett bu durumu şöyle ifade eder: “Televizyon seyircisi gibi gezgin de dünyayı uyuşturucu biçimde deneyimler; mekan içindeki hassasiyetini yitirmiş olan beden, parçalı ve süreksiz bir kent coğrafyası içine yerleştirilmiş hedeflere doğru pasif bir biçimde hareket eder.” (s. 13) Yani insan reel hayatta karşılaşmak istemediği ve “rahatsız edici” deneyimleri televizyonda keyifle izleyebilir. Ve bir sürücü de hareket ederken mekan tarafından uyarılmadığı sürece kendini güvende hisseder, dolayısıyla rahatsızlık hissetmez. Yol mühendisinin de televizyon yapımcısının da sunduğu şey insanların rahatsızlık duyabilecekleri durumları/deneyimleri onlardan uzaklaştırmak. Sennett bunu dirençten kurtuluş olarak yorumlar.

“Temassızlık” güven demek

Gerçek hayatta karşılaşılan “rahatsız edici” her deneyim insanlar tarafından tehdit olarak algılanır. Bu tehditlerle karşılaşmak istemeyen insanın direnmek pahasına bu deneyimleri yok saymasıyla gündelik hayatta defalarca karşılaşırız. Kitapta yer alan örnekle konu daha iyi şekilde anlaşılacaktır. Yazar Vietnam savaşında eli parçalanmış ve yerine metal protez kullanan arkadaşıyla şehir merkezinden uzakta ıssız bir bölgede yer alan bir alışveriş merkezindeki sinemada gösterilen savaş filmine gider. Filmde kanlı savaş sahnelerini seyretmekten rahatsızlık duymayan insanların, film arasında reel hayatta karşılaştıkları protez elli gerçek bir insandan uzaklaştığını gözlemler. Yani ortada yaşanmış bir Vietnam Savaşı, bu savaşa katılmış ve elini kaybetmiş bir insan bütün gerçekliğiyle duruyor. Psikolojik bir sürecin işlediği bu kısımda insanlar üzerinde kitle iletişiminin uyuşturucu etkisi bütün çarpıcılığıyla öne çıkıyor. Yazara göre bulunulan mekanın da izbe bir yerde olması, mekanın gerçek hayatta insanların yaşantısını bu denli etkilemesinde önem arz ediyor.

Eserde sosyolog Baumgartner’ın düşüncelerinin bu meyanda incelendiğini görüyoruz. “Hayat her gün çatışmayı inkar etme, asgariye indirme, sınırlama ve ondan kaçma çabalarıyla doludur. İnsanlar karşılaşmalardan kaçınırlar ve yaraların deşilmesinden ya da nelerin yanlış olduğunu belirleyen kurallar koyulmasından çok rahatsız olurlar.” (s. 14) İnsanların içinde bulunulan duruma, mekana ve bir başka insana dokunma davranışının günümüzde bu rahatsızlığı tetiklediği görülmektedir. Zaten gelişen teknoloji de insanı bu rahatsızlıktan koruyacak yönde ilerlemektedir. İnsanların günümüzde bu şekilde kendilerini güvende hissettiklerini belirten Sennett, temassızlık güven demek diyerek geçmişle günümüz arasında değişen bu algıyı iki gravürle yorumlar.

Söz konusu gravürler ressam William Hogarth’ın 1751’de yaptığı iki gravürdür. Sennett’e göre sanatçı bu gravürlerde resmettiği düzen ve düzensizlik imgeleri ile insanların birbirine, birbirinin hayatına ve insanların bulunduğu mekana dokunması arasında bir takım paralelliklerin bulunduğunu resmediyor. Kısaca özetleyecek olursak Beer Street adlı gravürde şehir içinde birbirine dokunan ve bir arada çeşitli eylemler gerçekleştiren kadınlar ve erkekler bulunur. Hogarth’a göre bu ortamda birbirine dokunan insanlar aslında toplumsal bağı ve düzeni temsil ediyor. Günümüzde de insanların birbirleriyle bir araya geldiklerinde tokalaşmasının güven takası olması bu duruma örnek verilebilir.

Gin Lane adlı diğer gravürde ise ortamda cin içmiş sarhoş insanların merdivenlerde içinde bulundukları mekandan ve diğer kişilerden bağımsız, daha doğrusu habersiz bir şekilde resmedildiğini görürüz. Burada da düzensizlik fiziksel bir temas eksikliği şeklinde tebarüz eder. Sennett XVIII. yüzyıldan bugüne değişen algıyı modern teknoloji ve birbiriyle uyumlu olan merkezden dışarı yayılan dağınık coğrafya bağlamında yorumlayarak insan bedeninin duyarsızlaştırılmasına vurgu yapar. Günümüzün dağınık coğrafyasını kalabalıkların merkezden uzaklaşmak istemesine bağlar ve bunun eskisinden çok kolay gerçekleşebildiğini söyler. Dağınık coğrafya insanların birbirinden uzaklaşmasına sebep olurken kitle iletişim araçları da aslında kalabalık kitleleri dağılmaya teşvik eder. Halbuki insanlar eskiden kalabalık halde şehir merkezlerinde yaşamlarını devam ettirmekteydi. Bugünkü gibi merkezden uzakta yaşam sürmek mümkün değildi. Çünkü uzaklık saatlerce belki de günlerce seyahat etmek demekti.

Son olarak insanın şehir içinde varlık kazanan bir mahiyete sahip olması göz önünde tutulursa şehrin öneminin insan için ne kadar hayati bir konu olduğu orta çıkar. Bu bağlamda elimizdeki eser insanı, daha doğrusu şehir içinde insanı ve bu ikisinin karşılıklı etkileşimlerini anlama hususunda insan araştırmacılarına yol göstermekte ve yardımcı olmaktadır.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X