Duyumsanabilir Nitelikler, s. 146-149
Yaban Düşünce belki de etnoloji uzmanları çevresinin ötesinde görme biçimlerinde en çok değişikliğe yol açan kitabınız. İlkel düşünceye itibarını iade etmeniz, çağdaş düşüncenin tüm antolojilerinin seçme parçası haline geldi.
İlkel denen halkların düşüncesiyle bizimki arasında bir uçurum olmadığını göstermek istiyordum. Bizim kendi toplumlarımızda, sağduyuyu örseleyen tuhaf inanışlar ya da görenekler kayda geçirildiğinde, arkaik düşünce biçimlerinin kalıntısı ya da ayakta kalması gibi açıklanıyordu. Bana ise, bu düşünce biçimleri aksine içimizde her zaman mevcut, canlı geliyordu. Sık sık onları serbest bırakırız. Bilimden yana olduğunu ilan eden düşünce biçimleriyle beraber var olurlar, birbirleriyle çağdaştırlar.
Mesela sizin çok sık zikredilen, yaptakçılık (bricolage) ile mitsel düşünceyi yakınlaştırmanız.
Fazla dikkat göstermediğimiz, daha doğrusu bize yararsız ya da tali geldiği için kaale almadığımız düşünce kiplerine örnek olarak veriyordum yaptakçılığı; halbuki zihinsel faaliyetin özsel mekanizmalarını açığa vurur ve bizim modern düşünme şekli olduğunu zannettiğimizden çok uzak zihinsel işlemlerle aynı duruma getirir. Yaptakçılık pratik bir düzlemde nasıl iş görüyorsa spekülatif düzlemde mitsel düşünce de öyle iş görür; doğal dünyanın gözlemiyle biriktirilmiş bir imgeler hazinesinden yararlanır: hayvanlar, bitkiler, yaşam çevreleri, belirgin özellikleri, belirli bir kültürdeki kullanımları. Bu unsurları birleştirerek bir anlam kurar; tıpkı üstüne bir iş aldığında elindeki malzemeleri kullanarak onlara tabir caizse ilk kullanım hedeflerinden başka bir anlam veren yaptakçı gibi.
Ama bu kitabın daha geniş bir epistemolojik kapsamı vardı...
Duyumsanabilirin düzlemi ile anlaşılırın düzlemi arasında, Batı felsefesinde klasikleşmiş olan karşıtlığı aşmaya yönelik bir denemeydi. Modern bilimin oluşabilmiş olması, iki düzlem arasında kopuşla mümkün olmuştur; 17. yüzyılda ikincil nitelikler diye adlandırılanlarla –yani duyarlığın verileri olan renkler, kokular, tatlar, sesler, dokularla– hakiki gerçekliği oluşturan ve duyulara bağlı olmayan birincil nitelikler arasında bir kopma pahasına... Oysa, bu ayrıma boyun eğmemiş olan “vahşi” denen halkların düşüncesi, düşünüşünü duyumsanabilir nitelikler düzeyinde yürütmekle beraber, sadece bu zemin üzerinde, tutarlılıktan da mantıktan da yoksun olmayan bir dünya görüşü inşa etmeyi başarmaktaymış gibi geliyordu bana. Aynı zamanda, biz öyle olmadığını zannetmeye alışık olsak bile, daha etkili bir görüştür bu.
“Somutun bilimi” diye adlandırdığınız...
... her ne kadar onunla karşılaştırılabilir olsa da bana bilimden farklı görünen bir yaklaşım. Çağdaş düşüncede ayırt ettiğim bazı eğilimlerin bence güçlendirdiği bir bakış açısı. Ne yazık ki bilim konusunda hiçbir yetkinliğim yok. Ama geleneksel doğa bilimleri (hayvanbilim, bitkibilim, jeoloji) beni her zaman, içine girme ayrıcalığına sahip olmadığım bir vaat edilmiş toprak gibi büyülemiştir. ABD’de, sürekli Scientific American, Science, Nature gibi dergileri okumaya başladım – şimdi buna La Recherche’i de kattım. Her şeyi anlamıyorum, nerede o günler! Fakat düşünme çabamı besliyor ve bilimin uzun zaman boyunca ikincil nitelikleri kendinden uzak tuttuktan, duyumsanabilire sırt çevirdikten sonra, artık onları bünyesine katmaya uğraştığını görmekten çok etkilenmiştim. Bir kokunun, bir tadın, çiçeklerin biçiminin ve evrimlerinin, kuş şakımalarının melodik yapısının ne olduğunu soruyor kendine... Sık sık, halk inanışlarının, hatta batıl inançların nesnel temelini böylece tekrar keşfediyor.
Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler’de ileri sürdüğü tezin (“epistemeler” arasında radikal bir kopuş) aksine, çağdaş bilimde, çok eski bilgileri kendi dünya görüşüne katma, gelişiminin arkaik safhalarını tekrar kullanılır hale getirme çabası fark ediyorum.
“Yaban düşünce”ye özelliğini veren bu somutun bilimini incelemek için, siz kendiniz de şaşırtıcı bir somut bilgiler külliyatı biriktirdiniz: bitkiler, hayvanlar, iklim üzerine...
Günümüzde Totemcilik ve Yaban Düşünce başlıklı kitaplarımı yazmaya başladığım andan, Mythologiques’in sonuna kadar, bitkibilim ve hayvanbilim kitaplarıyla çevrili bir hayatım oldu... Kaldı ki bu merak çocukluğuma kadar uzanır.
Ama bu örnekte, basit bir merakın ötesine geçtiniz.
Doğru. Bütün bu alanlarda bilgilenmem gerekti. Büromda, hatıra eşyası babından, kaba bir biçimde “dana başı” tabir olunan gök toparlağını muhafaza ediyorum; kuşkularımı gidermek için başvurduğum ve şimdi hangisi olduğunu unuttuğum bir resmi kurumdan hediye gelmişti. Gökbilimcilerin artık kullanmadıkları bir araç bu; ama mitoslarda söz konusu olan takımyıldızları konumlandırmada bana çok yardımı olmuştu. Edinmem gereken bilimsel bilgiler bir ila iki asırlık bilgileri aşmıyordu! Bunları Diderot’nun Ansiklopedi’sinde, Brehm’in Hayvanbilim’inde, hatta bazen Plinius’ta buluyordum...
Kimilerinin sizi somuttan habersiz olmakla itham edebilmiş olduğunu düşününce!
Aksine tüm ufak somut ayrıntılara neredeyse manyakça bir dikkat gösteririm.
Tasvir ettiğiniz totem sınıflandırmaları oyunundaki “estetik hayal gücü”nün rolüne sizi bilhassa duyarlı kılan da belki somuta gösterdiğiniz bu dikkat olmuştur.
Evet, çünkü bizim düşünme tarzımızla o halkların düşünme tarzı arasındaki en temel farklardan biri, bizdeki bölme ihtiyacıdır. Bunu Descartes’tan öğrendik: Zorluğu, onu çözebilmek için gerekli sayıda parçaya bölmek. İlkel denen halkların düşüncesi bu bölmeyi reddeder. Bir açıklamanın ancak bütünsel olmak kaydıyla değeri vardır. Özel bir sorunun çözümünü aradığımız zaman, şu veya bu bilimsel dala ya da hukuka, ahlaka, dine, sanata başvururuz... Etnologların incelediği halklar için, bütün bu alanlar birbirine bağlıdır. Bu yüzden kolektif yaşamın her ifadesi, Mauss’un bütünsel toplumsal olgu diye adlandırdığı şeyi teşkil eder. Bütün bu veçheleri aynı anda söz konusu eder.
Yaban Düşünce’de, dilbilimsel söz dağarcığı her yerde. Akrabalığın Temel Yapıları’ndakinden de fazla.
Bu söz dağarcığı ikili karşıtlık gibi, “işaretlenmiş” veya “işaretlenmemiş” terim gibi değerli mefhumlar sağlar... Ama daha ziyade ilişkisel düşüncenin söz dağarcığıdır bu. Dilbilimden aldıklarımın doğası ve önemi pek anlaşılmadı. Genel bir esinlenmenin –bunun da muazzam yer tuttuğunu teslim ederim– dışında, en önemlisi, hem dilbilimci hem antropolog olan Boas’ın vurguladığı, mantıksal yapıların üretimindeki bilinçdışı zihin faaliyetinin rolüdür; daha sonra da, oluşturucu unsurların içsel anlamları olmadığı minvalli o temel ilke: Bu anlam unsurların konumunun sonucudur. Dil için doğru olduğu gibi başka toplumsal olgular için de doğrudur bu. Dilbilimden bundan fazlasını istemiş olduğumu sanmıyorum; Jakobson da, konuşmalarımız sırasında, bu mefhumların başka bir alanda özgün bir kullanımını yaptığımı ilk teslim edenlerdendi. ...