Altyapıya Odaklanmak, s. 15-17
Anlam dediğimiz şey jestlerin ilkel diliyle bağlantılı olmalı.
Wittgenstein, The Big Typescript
Bir hayvanat bahçesinde herhangi bir hayvanın kafesinin önüne gidin ve ona basit bir şey söylemeye çalışın. Bir aslana, kaplana veya ayıya “şu şekilde” dönmesini elleriniz veya vücudunuzla ifade ederek belirtin ve bu hareket sonunda lezzetli bir yiyecek vereceğinizi o yiyeceği göstererek anlatmaya çalışın. Ya da durmasını istediğiniz yeri veya gizlenmiş yiyeceğin olduğu yeri işaret ederek gösterin. Veya çalıların arasında korkunç bir yırtıcının gizlendiğini hem orayı işaret ederek hem de yırtıcı hayvanın hareketlerini taklit ederek ona anlatmaya çalışın. Anlamayacaktır. Mesele hayvanların ilgilenmemeleri veya motive olmamaları ya da kendilerince zeki olmamaları değildir; hayvanlara, sözsüz olarak bile, bir şey anlatıp sizi anlamalarını bekleyemezsiniz.
İnsanlarsa bu tür işaret ve taklit gibi hareketleri son derece doğal ve anlaşılır bulur elbette: Nereyi işaret ettiğime bakarsan ne demek istediğimi anlarsın. Hatta henüz konuşmayı bilmeyen çocuklar bile işareti anlar ve işaret etmeyi bilirler; toplumda sözel dilin mümkün veya pratik olmadığı birçok durumda (kalabalık bir ortamda sesinizi duyuramayacağınız durumlarda veya gürültülü bir fabrikada) insanlar işaret ve taklitle birbirleriyle doğal bir biçimde iletişim kurabilirler. Turistler kendi dillerinin konuşulmadığı yabancı kültürlerde, özellikle jestlerle iletişimin bu tür doğal olarak anlamlı biçimlerinden yararlanarak dertlerini anlatabilir ve birçok durumda o kültürün insanlarıyla etkili biçimde iletişim kurabilirler.
Bu konferanslarda temel iddiam şu: İnsanların bir dil yardımıyla birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını ve bu kabiliyetin evrimde nasıl ortaya çıkmış olabileceğini anlamak için öncelikle insanların birbirleriyle doğal jestlerle nasıl iletişim kurduklarını anlamamız gerekir. Hatta evrimsel hipotezim, insana özgü ilk iletişim biçimlerinin işaret ve jestler olduğu yönünde. Bu yeni iletişim biçimlerini mümkün kılan sosyal-bilişsel ve sosyal-güdüsel altyapı, sonrasında, çeşitli uzlaşımsal dilsel iletişim sistemlerinin (sayıları 6000’i bulan bu sistemlerin hepsinin) üzerine inşa edildiği bir çeşit psikolojik platform işlevi görmeye başlamıştır. İşaret ve jestler, daha sonra uzlaşımsal dillerin ortaya çıkışında gerekli olan, tümüyle insana özgü toplumsal idrak ve güdülenim biçimlerinin büyük bir bölümünü içlerinde barındırmaları dolayısıyla, insan iletişiminin evriminde kritik geçiş noktalarıdır.
Sorun şu ki, doğal jestler, iletişim amaçlı işaretlerin “içinde” çok daha az bilgi olduğu için, uzlaşımsal insan dillerine göre (uzlaşımsal hale gelmiş işaret dilleri dahil) çok daha zayıf iletişim aygıtlarıdır. Kitabın ileriki bölümlerinde insana özgü ilk iletişim biçimi olduğunu ileri sürdüğüm işaret etme hareketini ele alalım mesela. Sizinle kütüphaneye doğru yürüdüğümüzü ve birden size kütüphanenin duvarına yaslanmış bisikletleri işaret ettiğimi düşünelim. Durumun hangi yönüne işaret ettiğim veya neden böyle bir harekette bulunduğum konusunda herhangi bir fikriniz olmayacağı için (zira tek başına işaret etmek hiçbir anlam taşımaz) tepkiniz muhtemelen “Ne?” biçiminde olacaktır. Ama birkaç gün önce sevgilinizden biraz nahoş biçimde ayrıldıysanız, bunu ben de biliyorsam, bisikletlerden biri de onunsa ve bunu ikimiz de biliyorsak, o zaman aynı işaret aynı durumda, “Eski sevgilin de kütüphanede (istersen içeri girmeyelim)” gibi çok karmaşık bir anlam taşıyor olabilir. Ama eğer bisikletlerden biri daha yenilerde çalınan ve benim de çalındığını bildiğim size ait bisikletse, aynı işaret tamamen farklı bir anlam taşıyacaktır. Veya belki de, geç bir saatte kütüphanenin açık olup olmadığını merak ediyoruzdur ve ben de dışarıdaki bisikletleri işaret ederek size kütüphanenin açık olabileceğini ima ediyorumdur.
Bu farklı örneklerde anlamı taşıyan şeyin “bağlam” olduğunu söyleyerek kolayca işin içinden çıkabiliriz, ama bu çok da işimizi görmez, çünkü buradaki iletişim bağlamı (koşul gereği) ortaya koyduğumuz bu çeşitli senaryolarda benzer fiziksel özellikler gösterir. Aradaki tek fark önceden sahip olduğumuz ortak deneyimdir ve bu deneyim iletişimin o anki içeriği değil, onun arka planıdır. O halde soru şu: İleri uzatılmış bir parmak gibi basit bir şey böyle karmaşık anlamları nasıl iletebilir ve bunu farklı durumlarda farklı şekillerde nasıl başarabilir?
Bu soruya verilebilecek her türlü cevap büyük oranda, kimi zaman zihin okuma kimi zaman da maksat/niyet okuma olarak adlandırılan bilişsel yeteneklere dayalı bir cevap olmak zorundadır. Dolayısıyla, bir işaret jestini yorumlayabilmek için şunu belirlemek gerekir: Dikkatimi bu şekilde yönlendirmekteki maksadı nedir? Ama bu belirlemeyi güvenle yapabilmek, bu prototip örnekte, o kişiyle ortak bir dikkati veya ortak bir deneyimin varlığını (Wittgenstein’ın [1953] “hayat biçimleri”; Bruner’ın [1983] “ortak dikkat formatları”; Clark’ın [1996] “ortak kavramsal zemin” dediği şeyi) gerektirir. Örneğin başka bir şehirden gelen bir arkadaşınızsam ve eski sevgilinizin bisikletini hiçbir şekilde bilmem mümkün değilse, o zaman size onun bisikletini işaret ettiğimi düşünmezsiniz. Bu, bir mucize eseri o bisikletin eski sevgilinize ait olduğunu bilmem, ama sizin bunu bilmemeniz durumunda da geçerlidir. Genel olarak, birbirimizden bağımsız şekilde o bisikletin eski sevgilinize ait olduğunu (ve hatta karşı tarafın bunu bildiğini) bilmemiz düzgün bir iletişim için yeterli değildir; bu olgunun ikimizin de bilgisi dahilinde olan ortak zemin olması gerekir. O bisikletin eski sevgilinize ait olduğunu ikimiz de biliyorsak, ama ben sevgilinizden ayrıldığınızı bildiğim halde siz bunu bildiğimden habersizseniz, bu bilgiye sahip olmama rağmen size eski sevgilinizin bisikletini sizi kütüphaneye girmekten alıkoymak için değil, kütüphaneye girmeye teşvik etmek için gösterdiğimi düşünürsünüz muhtemelen. Ortak kavramsal zemin (ortak dikkat, ortak deneyim, ortak kültürel bilgi) yaratma yeteneği, bu, şu, o gibi bütün zamirleriyle dilsel iletişim dahil, insanlardaki iletişim türlerinin hepsinde son derece önemli bir boyuttur.