Mehmet Güreli, "Defne Sandalcı, Max Scheler...", Taraf Gazetesi
En azından benim bildiğim, takip ettiğim, paylaştığım ya da paylaşamadığım bazı değerlere, ışıklara hiçbir şey olmuyor bu hayatta, olmayacak da...
Onlar her zaman pırıl pırıl yazılarıyla dünyaya açıyorlar pencerelerini. Bir Beckett kahramanı için nedir ki zaman? Ve o dopdolu yıllar her zamanki şakacı, çokbilmiş, kayda geçmiş edasıyla geçiyor yanımdan. Aynı ışık sabaha kadar yanmış, masanın başında kelimelerle oynuyor. Ve o sözcükler onun elinde nasıl da yerlerini buluyorlar usulca. O kadar rahat kuruluyorlar ki cümlelerin içine, onu seyreden biri olsa, kelimeleri yanında getirdiğine bile inanabilir.
Defne Sandalcı’nın Ah! kitabıyla baş başayım. Öyle yerlerde dolaşıyorum ki, birden kahkahası eşlik ediyor sokaklarda bana...
“Zaman suların altından yükseldi, öyle başladı. Ruhlar geçti, otları karıştırdılar. Dağın ardından zamanöncesinin ağır davulları duyuldu, çok eski bir keçi sürüsü indi, yine oralardan, ince çıngıraklarıyla. Gökyüzü durdu ara sıra bir yıldız kendini sonsuzluğa kaydırıyordu hafif bir hışırtıyla. Başka bir şey olmuyordu. Ölümlülüğün hüzünlü belirtileri köylüleri de silikleştirdi, görüntüden çekildiler hatta. Biz kaldık. Mahsustan mı oluyor, dedi.”
“Ben yazarları elleriyle ve gözleriyle birlikte okurum” demişti Bedrufi.
Okumayı sürdürüyorum Defne’yi:
“Ama işte burası bir liman. Burada uyumayanlar ve gemilerin yaşamını sürdürenler kentteki uykuyu kaale almazlar, sis boruları, kampanalar, limana geldim yok çıkıyorum düdükleriyle hengâmenin sesi uykuları delik deşik edebilir ya da öyle bir kendilerine çekerler ki insanı, uyku çırpıntılarla ertelenir!”
Sandalcı’da büyülü, çarpan cümleler ahlaki değerleri yeniden diziyor duvarın önüne.