Giriş, s. 9-11
Ter ve mide bulantısından kıvranan Peder Emilio Sandoz, başını ellerinden geriye kalanlara dayamış, yatağının ucunda oturuyordu.
Pek çok şey beklediğinden daha zor olmuştu. Mesela, aklını yitirmek ya da ölmek. Nasıl hâlâ hayatta olabilirim? diye düşündü. Felsefi bir meraktan çok, tek istediği ölümken onu hayatta tutmak için güçbirliği yapan fiziksel dayanıklılık ve düpedüz talihsizliğe karşı derin bir öfke içindeydi. Gecenin karanlığında yalnız başına, “Birinden biri gidecek,” diye fısıldadı. “Akıl sağlığım ya da ruhum...”
Ayağa kalktı ve hareket ettikçe parmaklarının sarsılmasına engel olmak için harap olmuş ellerini koltukaltına alarak dolanmaya başladı. Karanlıkta kâbus görüntülerini aklından atamadığından, dirseğiyle ışık düğmesine bastı; böylece önündeki gerçek nesneleri net bir şekilde görebildi: çarşafları buruşmuş ve tere bulanmış bir yatak ile küçük, sade bir şifonyer. Beş adım at, geri dön, tekrar beş adım. Neredeyse Rakhat’taki hücreyle aynı...
Kapı tıklatıldı. Yakın bir odada kalan ve böyle gece yürüyüşlerine karşı her daim tetikte olan Peder Edward Behr’in sesi duyuldu. Sessizce, “İyi misin, Peder?” dedi.
İyi miyim? Sandoz ağlamak istiyordu. Yüce Isa! Korkuyorum, sakat kaldım ve sevdiğim herkes öldü...
Fakat, Sandoz’un kapısının öte yanındaki koridorda durduğu sırada Edward Behr’in aldığı tek cevap, “İyiyim, Ed. Sadece huzursuzum. Her şey yolunda,” oldu.
Peder Edward iç geçirdi, hiç şaşırmamıştı. Neredeyse bir yıldır Emilio Sandoz’a gece gündüz bakıyordu. Pederin mutlak bir âcizlikten kurtulup, kırılgan bir özsaygıya ulaşmak için savaş verişini dehşet ve korku içinde izlerken, onun mahvolmuş bedeniyle ilgileniyor ve onun için dua ediyordu. Bu yüzden, Edward bu gece Sandoz’u kontrol etmek için daha koridoru geçerken bile, anlamsız bir soruya nazik bir cevap almayı bekliyordu.
Birkaç gün önce, Emilio o zamana dek konuşulamayanları nihayet anlattığında, Peder Edward, “Daha bitmedi, biliyorsun,” diye uyarmıştı. “Böyle bir olayı bir anda atlatamazsın.” Emilio da bunun doğruluğunu kabul etmişti.
Edward kendi yatağına döndüğünde yastığını yumruklayıp örtülerin altına girdi. Bir yandan da devam eden ayak seslerini dinliyordu. Gerçeği bilmek ayrı konu, diye düşündü. Onunla yaşamaksa apayrı.
Emilio’nun gecelerine hükmeden karabasanın habercisi olan ani, boğaz çatlatan çığlığı Sandoz’un odasının tam aşağısında, İsa Cemiyeti’nin başpederi de duymuştu. Peder Edward’ın aksine, Vincenzo Giuliani artık Sandoz istemeden ona yardıma koşmuyordu, ama o ilk andaki şaşkınlıkla karışık korku hali ve kontrolü geri kazanmak için girişilen sessiz mücadele hafızasındaydı.
Vincenzo Giuliani aylar boyunca, Cizvitlerin ilk Rakhat misyonunun başarısızlığına ilişkin soruşturmaya başkanlık ederken, Emilio Sandoz o yabancı dünyada neler olduğunu anlatmak üzere huzura çıkarsa konunun çözülebileceğinden ve Emilio’nun da bir nebze huzura kavuşacağından şüphe etmemişti. Başpeder hem yönetici hem de rahipti; gerçeklerle yüzleşmenin -İsa Cemiyeti için olduğu kadar Sandoz’un kendisi için degerekli olduğuna inanıyordu. Bu yüzden de, doğrudan ve dolaylı yöntemlerle, yumuşak ve acımasız yollarla, hem tek başına hem de başkalarıyla birlikte, Emilio Sandoz’u gerçeklerin onu özgür bırakabileceği âna taşımıştı.
Sandoz her aşamada onlara karşı mücadele etmişti; hiçbir rahip, ne kadar çaresiz olursa olsun, bir başkasının inancını sarsmak iste mez. Fakat Vincenzo Giuliani’nin hatayı tahlil edip düzeltebileceği, başarısızlığı anlayıp affedebileceği, günahı dinleyip bağışlayabileceği konusunda kendine güveni tamdı.
Hazırlıksız olduğu şey masumiyetti.
Ağustos ayında, Güneş’in etkisiyle altın rengine bürünmüş bir ikindi vakti direnci nihayet kırıldığında Emilio, “İlk kez kullanılmamdan hemen önce ne düşündüm, biliyor musunuz? Tanrı’nın ellerinde olduğumu,” demişti. “Tanrı’yı sevdim ve O’nun sevgisine inandım. Komik, değil mi? Tüm savunmamı bir kenara bıraktım. Kendim ve yaşananlar arasında Tanrı aşkı dışında hiçbir şey yoktu. Sonuçta tecavüze uğradım. Tanrı önünde çıplaktım ve tecavüze uğradım.”
Biz insanları birbirimiz hakkında kötü düşünmeye bu kadar hevesli kılan nedir? Giuliani o gece kendine bunu sordu. Bizi buna aç hale getiren ne? Başarısız olmuş idealizm, diye tahmin yürüttü. Kendimizi hayal kırıklığına uğratıyor, sonra da etrafımızda başka başarısızlıklar arayıp kendimizi ikna ediyoruz: Bir tek ben değilim.
Emilio Sandoz günahsız değildi; hatta o da kendini pek çok konuda suçlu buluyordu, ama yine de... Onlara, “Tanrı’yı sevmek için Tanrı tarafından, bana göründüğü üzere adım adım yönlendirildiysem, güzellik ve sevincin gerçek ve doğru olduğunu kabul ediyorsam, o zaman geriye kalan da Tanrı’nın iradesiydi ve bu da gücenme sebebidir, baylar,” demişti. “Ancak, bir dolu eski halk hikâyesini gereğinden fazla ciddiye alan, kandırılmış bir maymundan fazlası değilsem, o halde tüm bunları benim ve yanımdakilerin başına ben açmışım demektir. Bana kalırsa ateizmle ilgili sorun şu ki, bu şartlar altında kendimden başka hor göreceğim kimse yok. Diğer yandan, eğer Tanrı’nın acımasız olduğuna inanırsam, bu durumda en azından Tanrı’dan nefret etmek bana teselli olur.”
Üst kattaki ayak sesleri dur durak bilmeden devam ederken Vincenzo Giuliani, Sandoz gerçekten kandırılmışsa, ben neyim? diye düşündü. Eğer onda sorun yoksa, peki Tanrı ne?