Zeynep Göğüş, "Işığı yakalatan anlar ve mimari", K24, 29 Eylül 2016
İhsan Bilgin’in Peter Zumthor Mimarlığı üzerine denemelerini içeren Mimarın Soluğu kitabı hakkında yazmaya başlarken öncelikle ne mimar ne de kitap eleştirmeni olduğumu belirtmeme izin verin. Hayatımın bir döneminde Zumthor ile duyusal ve duygusal bir bağ kurmuş olmam üzerinden hareket edebilirim sadece. Kaldı ki, doğrusu da mimarlığın herkes için olduğu değil mi?
Bir mimarın eseriyle duyusal bağ nasıl kurulur? En azından benim kişisel deneyimimde bunu Zumthor’un ışığıyla anlatabilirim belki de…
Bu ışığı nasıl yakaladığımın öyküsüne gelince… Bazen küçük çocuklar, kan bağı olmayan insanları dede olarak benimseyebilirler. Oğlum için de Karlsruheli mimar Prof. Dr. Egon Martin (1931-2012) böyle biriydi. Birlikte yaptığımız bir kayak seyahati dönüşünde Egon ve karısı Barbara’yla Bregenz’e uğradık. Bu ilk gidişimiz değildi Avusturya’nın Almanya ve İsviçre ile temas noktasındaki bu şehre. Bregenz’deki kısaca KUB olarak bilinen müze ya da sergi evi bizim için Avusturya’daki kayak köyü Gashurn’a yaptığımız her kış seyahatinin ardından çağdaş sanat sergilerini gezmek için vazgeçilmez bir duraktı.
Bir mimari eseri gezdikten sonra sizde anısı kalıyorsa, mimari kavramlarla tanışıklığınız olmasa da içinizden oraya tekrar gitmek ve farklı deneyimler yaşamak geliyorsa, mimarı başarıya ulaşmış sayabiliriz herhalde. Egon’la birlikte müzenin ya da Sergi Evi’nin hemen önündeki Bodensee gölünün kenarında geziyoruz. İhsan Bilgin’in kitabında “Şehrin göle temas ettiği noktada göz kamaştırıcı bir kült var. Bir sergi evi. Suyun ışığını, rengini olduğu gibi çekmiş, üzerine toplamış. Tıpkı gölün kendisinin güneşe yaptığı gibi: Suyun güneşten çaldığı rolü, güneşin kaynağı olma rolünü, müze de gölden çalıyor” diye anlattığı yerdeyiz. Egon, camdan, yansımadan söz ediyor, ışığı yakalatıyor bana, bir şekilde…
Tam da Bilgin’in tasvir ettiği gibi, Zumthor’un binası yansıttığı ışığın kaynağı hâline geliyor: “Varla yok arasındaki konumunu azalmaktan, indirgenmekten değil, çoğalma, genişleme, ışığı yayma kapasitesinden alıyor. Işığın kendisini değil, üzerine düştüğünü, gösterdiğini görebiliriz ancak. Kendisi göz kamaştırır.”
Bregenz Sergi Evi’nde ışığı yayan sadece cam mıydı? İhsan Bilgin’den devamla, “Camın kumlanması da yetmezdi arkasındaki belli belirsiz yüzey, karaltı olmasa. Camın kumlanması ve ardındaki duvar iki belirsizlik katmanı yaratıyor. Işığı önce tutup sonra bırakan, yayan da bu belirsizlik kademelenmesi. Şeffaf olsaydı ardını görecektik. Arkasındaki duvar olmasaydı, ışık tutulmadan geri dönecek, yansıyacaktı. Işığı tuttuktan sonra bırakan, kumlanmış camla koyu duvar arasındaki boşluk, derinlik. İki malzemeyle kuruyor binayı Zumthor: dökme beton ve kumlanmış cam.”
Postmodernizm ve Zumthor
Binadan bağımsız, dışarıda kendi başına bir yüzey oluşturan cam kabuğun etkisinden sıyrılıp biraz da İhsan Bilgin’in kitabın başında “Neden Zumthor?” sorusuna verdiği yanıtlara ve Zumthor’un nasıl olup da ne münzevi ne de star tanımlarına uyduğunu anlattığı bölümlere geçelim. Benim gibi,, mimari eserin duyulara hitap etmesinden yola çıkan okur açısından yazarın postmodernizmin yeni tanımı içinde fark peşinde koşmanın nasıl acıklı bir sonla farksızlaşmaya ve birbirine benzemeye vardığını anlattığı satırlar altı çizilmeye değer.
Mimarın Soluğu’nda Zumthor üzerinden postmodernizmin uğradığı beklenmedik dönüşümün anlatıldığı bölümler mimarlık sahnesinden uzak olanlar için de fazlasıyla ilginç. Zumthor’un da bu sahnedeki yerini aldığı ve 2008 kriziyle sonu geldiği ileri sürülen post-endüstriyel/ post-modern dünyanın en önemli özelliği fark yaratmaktı. Özetlersek, endüstri ve modern çoğaltmanın peşinde olduğu için durmaksızın yenilik ve fark arayışı gündemde tutuluyordu. Oysa bu dönemde dünyadaki en ölümcül özellik “benzerlik” hâline geliyordu. Benzerliklerden arındırılmış, mutlak farklılıklar üzerine kurulmuş bir dünya ise sonunda farkı tamamen silmeye meylediyordu. Herkes başka kimseyi çağrıştırmadan sadece kendi adıyla hatırlanmak isteyince sonunda kimse hatırlanmıyordu. İşte böyle bir dünyada istisnanın imkânsız olmadığını kanıtlıyordu Zumthor her seferinde. Bunun için de bir şerhi vardı, dünyanın dikkat dağıtıcı koşullarına yeterli mesafeyi koymak. Onun içindir ki ne münzeviydi ne de star. Bilgin’in tekrarladığı gibi, dünya onun yaptıklarından gözünü alamıyorsa bunun nedeni starlaşmaması ve ikon binalara karşı gösterdiği dirençti…
Öznel ve büyüleyici
Bilgin, Zumthor’dan büyülendiğini söyleyen bir mimar olarak onun doğrudan duyularına dokunmak üzerine tasarlanmış işlerinde düşünceyi ikinci plana atmayışına, bütün has entellektüeller gibi düşünmeyi başlı başına bir üslup ve yöntem işi olarak görmesine dikkat çekiyor.
Bilgin’e göre Zumthor’un bir işinden yola çıkarak diğerini tanımak imkânsızdır. Fark ve özgülün ele avuca sığmaz yaratıcısı, hatta büyücüsüdür çünkü o...
Bilgin, Zumthor’un eserlerinden büyülendiğini yazdığına göre, ki Alplerdeki Vals’te bulunan Termik Hamam’ı anlattığı bölümde arkadaşının “Yoksa öldük mü biz” sorusunu sorduğu, su ve taşın duyulara doğrudan temas etmek için kullanıldığı mekânda bu büyülenme hâli en belirgin biçimiyle ortaya çıkmaktadır, yazarın nesnel olmak gibi bir derdi olmadığını söylemek mümkün. Sezgilerim bana, duyulara hitap edebilen mimari eserlerin, seyircisinde öznellik yaratmasının zaten iyi bir şey olduğunu söylüyor. Tarafsız kalamayacak kadar büyülenmiş olan yazarın sübjektivitesini bu bağlamda düşünmek doğru olsa gerek. Yeri gelmişken, kitabın tanıtım toplantısında konuşan Nevzat Sayın’ın da değindiği gibi, Mimarın Soluğu zorlu bir denemeyle yapılar üzerinden ve iç içe geçmiş biçimde hem mimarı anlatıyor, hem de yazarı.
Zumthor, benim tek bir eserinde deneyimlendiğim estetik tutumu dürtülüyor. Bilgin’in Scott Lash’ten yaptığı alıntıyla “hiç hazır olmadığınız anda karşınıza çıkan, fakat her seferinde yeniden başlamayı ve deneyimlenmeyi gerektiren” bir tutum… Her seferinde şaşırmanın yolu budur. Karşımızda bir ihtimal değil, ânın kendisi vardır çünkü...
Mimarın Soluğu’nun son sayfasını çevirdim, ama bitmedi. Zumthor hakkında okumak benim için yepyeni bir başlangıç oldu. Epey yıl önce Brengez’deki Sergi Evi’nde bana ışığı yakalatan Egon Martin artık aramızda değil, ama bu kez onu anmak için elimde İhsan Bilgin’in kitabıyla başka Zumthor eserlerini tavaf etmeme sanırım engel yok.