Yunus Yücel, "Siyasal muhayyile ve Paris Komünü", Birgün Kitap, 2 Ağustos, 2016
Kristin Ross Ortak Lüks- Paris Kömünü’nün Siyasi Muhayyilesi kitabında, Engels’in “proletarya diktatörlüğünün” örneği olarak gösterdiği Paris Komünü’nün hikâyesini anlatır ancak bunu yaparken ne Komün’ün doğmasına yol açan siyasi koşulları inceler ne de Komün’ün siyasi analizine girişir. Ross Komün’ün siyasi muhayyilesi ile uyumlu olacak şekilde Komün’ü kendi zamanının ve mekânının ötesinde düşünür.
Kristin Ross kitabını komünarların ve komünarlarla yolları kesişmiş insanların hikâyesi üzerine inşa eder. Aslında böyle bir bakış açısıyla Komün’ü anlatmak, yani Komün’ün hikâyesini kişiler üzerinden inşa etmek ve bireysel hikâyelerle toplumsal hikâyeyi örtüştürmek Komün’ün hem toplumsal hem de bireysel bir özgürleşmenin momenti olduğunu göstermesi açısından anlamlıdır. Komünarcı Pottier’in deyişiyle “Ele geçirilebilecek her şey özgürleşmenin başlangıç noktası olabilir” (sf. 60) fikri Komün fikrini belirlediği ölçüde Ross’un kitabını da belirlemektedir. Böyle bir izlek ile Komün’ü okumak Ross’un aynı zamanda iki farklı tarih yazımından -Fransız Cumhuriyetçi tarih yazımından ve Komün’ü devlet komünizmine bağlayan tarih yazımından- uzak durmasının imkânını sağlar. Ross bu şekilde devletten azade bir Komün hikâyesi sunar ve Komün’ün siyasi muhayyilesinin izlerini sürer.
Komün’ün en önemli özelliklerinden birinin, onun anti-şovenist ve enternasyonalist karakteri olduğunu söyleyebiliriz. Ross, kitabının ilk bölümünde Komün’ün milliyet rejiminin ötesinde oluşuna odaklanır ve Komün’ün enternasyonalist niteliğinin üyelerinin arasında başka ulusların olmasından öte kendisini “Evrensel Cumhuriyet” olarak görmesinden kaynaklandığını söyler. Komün’ün bu şekilde ilanı aynı zamanda Fransız burjuva cumhuriyet geleneğinden bir kopmayı da işaretler. Komünarların Voltaire Meydanı’ndaki bir giyotini ve Fransız militarizmi ile milliyetçiliğinin sembolü olan Vendôme Sütunu’nu yıkmalarını buna örnek olarak verebiliriz.
İkinci bölüm ise Komün’ün eğitim ve sanat politikalarına odaklanır ve bu politikaları Marksizm içerisindeki yaratıcı emek, kafa kol emeği ayrımı gibi tartışmalara da atıf yaparak yorumlar. Bütün din okullarını kapatan Komün, okullardaki dinsel sembolleri de kaldırır ve eğitimi laikleştirir. Ross, Komün’ün eğitim politikalarındaki özgürleştirici yönüne işaret eder ve Komün’ün kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrımı kaldırmaya çalıştığını söyler. Jacotot’nun eğitim felsefesini kendisine şiar edinmiş komünarlar, Komün’ün 72 günlük ömründe eğitimde bütüncül bir sistem oluşturmaya çalışmış ve teorik bilgi ile teknik bilgiyi birleştirmeyi amaçlayan bir politika izlemiştir. Kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrımın yanı sıra zanaat ile sanat arasındaki ayrımı da Komün’ün ortadan kaldırmaya çalıştığını söyler Ross. Bu anlamda Komün için her türlü yaratıcı emeği içeren üretim sanat niteliğini taşır. Ayakkabı ustası Galillard’ın direniş için kurulan barikatlar önünde poz vermesi ve gururlanması da bu yaratıcı emeğin meydana çıkmasındandır (sf. 68) ve bunun tarihsel ve sembolik bir ifadesi olarak görülebilir.
Üçüncü bölüm ise Pyotr Kropotkin’in hikâyesi ile açılır ve devamında Marx’ın, William Morris’in hikâyelerini okuruz. Tüm bu düşünürlerin hikâyeye dâhil edilmesi, hepsinin kendi kişisel hayatlarında ve düşünce dünyalarında Komün’ün yarattığı etkiyi göstermek içindir. Bu anlamda Ross bu düşünürlerin hem düşünsel hem de kişisel hikâyelerini takip eder ve bu şekilde okuyucuya düşünsel ve tarihsel bir izlek sunar. Bu izlek aynı zamanda devrimci teori içerisinde önemli bir tartışma olan teori ve pratiğin birleştirilmesi gibi bir meseleye cevap olarak görülebilir. Örneğin, Ross, Marx’ın Kapital’in birinci cildinde işgünü hakkındaki bölümü yazarken Komün’den etkilenmiş olduğunu ve bu etkilenimin Marx’ın pratiği teoriye dâhil etmesine yol açtığını belirtir. Kısacası, Komün’ü Kropotkin’in, William Morris’in ve diğer teorisyenlerin düşünsel üretimlerini belirleyen siyasal bir olay olarak betimler.
Komün, hala bugünün siyasi muhayyilesini belirleyen bir olay olsa da Thiers hükümeti tarafından yenilmiş ve binlerce komünarcı katledilmiştir. Sağ kalanlar ise İsviçre ve İngiltere’ye göç etmiş ve Komün’ün siyasi tahayyülünü bu ülkelerde canlı tutmuşlardır. Ross mülteci komünarların hem yaşamlarına hem de içinde bulundukları tartışmalara odaklanır. Kolektif anarşizm/anarşist komünizm veya kır ile sanayi birliğinin nasıl olacağı, komün olarak devrim fikri bu tartışmalardan sadece birkaçıdır. Ross, yukarıda da belirttiğimiz gibi kişisel hikâyelerin izini sürerken aynı zamanda okuyucuyu siyasal ve teorik tartşmaların içine çeker.
Kristin Ross, Paris Komünü’nü anlatırken aynı zamanda komünarlar Rus Elisabeth Dmitrieff’in, coğrafyacı Éliée Reclus’un, istemediği şekilde ayakkabı yapımını reddeden, piyasa mekanizmasına direnen ve yatağın başını Marat’nın ve Danton’un büstleriyle süsleyen ayakkabı ustası Napoléon Gaillard’ın, zanaatçı ve sanatçı olan Eeugéne Pottier’in, gündüzleri çalışıp gece propaganda faaliyetlerini sürdüren Jean-Lois Pindy’nin, akşam işten artakalan vakitlerinde Komün hakkında yazan Benoît Melon’un ve pazarda tavuk satarak yaşamını devam ettirmiş komünar Arthur Arnould’nun hikâyelerini anlatır. Eşitlikle beraber özgürleşmenin mekânı ve momenti olan Paris Komünü bugünkü toplumsal mücadeleleri de etkilemeyi sürdüren bir olay olarak düşünülebilir ve Ross kitabında tam olarak bu “olayın hakikatinin izini” sürüyor.