ISBN13 978-975-342-095-2
13x19,5 cm, 240 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Tarihsel Bunalım ve İnsan, 1992
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Mehmed Ali Çalışkan, "Aç gözlerini ey insan", Arka Kapak, Mayıs 2016

New York Times meydanında tek başına bir adam. Işıklı tabelalar, dev ekranlar, meydanı çepeçevre saran bütün o renkli dünya tek bir adam için: David Aames. O bu dünyada ezel ebed bir yalnız. New York’ta henüz akşam olmamış, ama günün ışığı reklam panolarının kendilerini gösterebileceği kadar azalmış, David meydanda bir uçtan diğer uca koşuyor. Panik ve telaş içinde... Bu garip yalnızlığa anlam vermeye çalışıyor.

Bu sahneyi Vanilla Sky (Vanilya rengi gökyüzü anlamına geliyor) filmini izleyenler hatırlayacaktır. Birazdan David uyanacak, çünkü bu bir rüya. David Aames’in hikayesi aslında bir yalnızlık hikayesi. Ve film boyunca bize eşlik edecek olan insanoğlunun yalnızlık trajedisi bu güçlü rüya alegorisi ile başlıyor. İnsan bu dünyada yalnız, hem de yapayalnız.

Film başına gelen talihsiz bir kaza sonucu yüzü sakatlanan ve eski yakışıklı ve neşeli günlerini kaybeden zengin genç David’in hikayesi. David, eski yüzüne kavuşabilmek için sayısız operasyon geçiriyor ancak hiç biri tam anlamıyla başarılı olmuyor. Sevgilisinden ayrılıyor, işleri bozuluyor, hırçınlaşıyor, insanlar tarafından terk ediliyor. Filmdeki bu talihsiz akış, belirli bir süre sonra hızla daha mutlu bir hikayeye dönüyor, tam dibe vurduğunda David için her şey rast gidiyor, ameliyatlar işe yarıyor,

yüzü düzeliyor, sevgilisine tekrar kavuşuyor, işi yoluna giriyor vs. Filmdeki bu mutlu hikayenin arkasındaki gerçeği ise biz sonlara doğru öğrenebiliyoruz. Aslında filmin yarısından itibaren gerçek hikayeyi değil, David’in arzuladığı bir hikayeyi seyretmişiz. Özel bir beyin şirketi ile anlaşıp vücudunun dondurulup uyutulduğu ve David’in beynine her şeyin daha iyi olduğu yeni bir hikayenin yaşatıldığını anlıyoruz.

Filmin adı şimdi daha iyi bir anlam kazanacak çünkü Vanilla Sky aslında David’in çok beğendiği bir resim tablosu. Ressam gökyüzünü vanilya renginde resmetmiş; belki tatlı bir hüznü yansıtsın, biraz yalnızlık, biraz trajedi andırsın istemiş. David de kendisine sunulan bu yeni yaşamda farkında olmadan vanilya rengi bir gökyüzünün altında yaşıyor. Etrafında gördüğü diğer her şey gibi hatta kendisiyle konuşup iletişim kuran diğer tüm insanlar gibi bu gökyüzü de David’e özel. Gökyüzü David’in kendisine ait. Kimseyle paylaşamadığı kimseyi ortak edemediği, altında sadece kendisinin bulunduğu vanilya rengi bir gökyüzü. Aslında hikaye tam burada bize bir alan açıyor, durup kendi gerçekliğimizi kendi gökyüzümüzü düşünmek için.

Kendi gökyüzümüzü düşünmeye başladıysak ispanyol filozof Ortega Y Gasset’ye geri dönelim. İnsan ve "Herkes" adlı eserinde Gasset kendi ontolojisini kurarken tutkulu bir dille tek gerçeğe yani insana yöneliyor. Gerçeklik tam olarak insanın kendi iç dünyasında yaşadığı bir uzay-zamandır. Ve iç dünyamızda bize özel varolan bu gerçekliği bir başkasıyla paylaşamayız. Gasset, “İnsan ve Herkes”te iki kere ikinin dört etme örneğinden yola çıkar, herkesle paylaşıma açık gibi duran bu matematiksel ve mantıksal olgunun, bizim zihnimizde berraklaşırken, iki kere ikinin dörde gittiği bize ait eşsiz bir zihinsel tecrübeye dönüşürken ortaya çıkan varoluşun nasıl hiç kimseyle paylaşılamayacak bir yalnızlık içerdiğini net bir şekilde ortaya koyar. Gasset’de bu trajik yalnızlığın adı kökten yalnızlıktır.

İşte bu kökten yalnızlıkta herkesle ortak bir gökyüzü altında yaşadığımızı zannederiz ama gördüğümüz mavi sadece bize ait bir mavidir. Sosyal bilimlerde veya sinirbilimde artık bir klişe haline geldi, tekrar etmeden biz de geçmeyelim, mavi renginin veya başka bir rengin bizim algıladığımız biçimiyle diğer insanlarla özdeş olduğuna ilişkin elimizde hiç bir kesin kanıt yoktur. Kendi mavimizle baş başayız, diğer insanlar kim bilir nasıl bir mavi algılıyor. İşte David’in vanilya rengi gökyüzü kendi mavisini başkasıyla paylaşamayan ve başkalarının mavilerine kör doğan insanoğlunun acıklı hikayesini anlatıyor.

İnsan için en büyük trajedi bu kişisel tecrübenin paylaşıma kapalı olması. Yine aynı şekilde belki de cennetimiz, herkesle ve belki de Tanrı’yla şeyleri aynı tecrübi uzay-zamanda paylaşmamız olurdu. Rüzgarın her birimizin tenine temas etmesi veya yağmurun hepimizi aynı şekilde ıslatması gibi, hakikatin her birimizin idrakine akarken, içimizde kıvrılıp yürürken yarattığı o biricik tecrübeyi herkesle aynı şekilde yaşayıp birbirimizin gözünün içinde aynı aydınlanma ışığını görebilmek insan için mutlak huzur olarak nitelenebilirdi. Ölünce uyanacağımız şey bu mu acaba? Kaf dağının ardında daha önce hiç görmediğimiz bir rengi anlatabilmek gibi, hakikati aynı tecrübenin varoluşuyla paylaşabilmek. Tanrı’nın mavisine kavuşmak.

David’in uykusu bir alegori; insanoğlunun tarihsel uykusuna gönderme yapıyor. Hepimiz gerçekle iç içe yaşadığımızı zannediyoruz, oysa hakikate çok uzağız, sanki Tanrı bizi hakikatten koparıp dünyaya atmış gibi. Tıpkı David’in dünyadan koparılıp uyku kabinine atılması gibi. David uykusunda hakikat zannettiği ama beyniyle makinenin uyumu sonucu ortaya çıkan bir yalana inandı. Tabii ki yalan gerçeğin karşısında hep zayıftır, David’in eski gerçek hayatının parçaları beynindeki yeni yalanı taciz ediyor, mutlu hayatını zihinsel bir ızdıraba dönüştürüyor, eski gerçekleri rüyalarını kabusa çeviriyor. Bu alegori de Platon’un fiziksel dünyasında gerçek zannettiğimiz cisimlere bakarken idealar dünyasındaki hayatımızdan hatırladığımız gerçek parçalarının (idealar) bize rehberlik etmesini tasvir ediyor gibi. Filozofun, gerçekle temas ettikçe, ızdırabı artacaktır. Şeyler ona artık mutluluk vermez çünkü onların yalan olduğunu bilir.

O zaman sahneye peygamberin girmesinin zamanı gelmiştir. David’i gerçek zannettiği hayat konusunda uyaracak, bu hayatın onun seçimiyle ona yaşatılan bir yalan olduğunu, etrafındaki her şeyin onun beyni tarafından veya onun beyni için üretilen, her bir görüntünün, her bir uzay-zaman parçasının ona hizmet eden bir kurgu olduğunu ona hatırlatacak ve ona tercih sunacak bir peygambere ihtiyaç var: Ya ölüme koşup sefil, talihsiz, mutsuz ama gerçek olan gerçeğe uyanacak ya da bu koca yalanın içinde yaşamaya mutlu uykusuna devam edecek.

New York’un bir gökdelenin tepesindeyiz. Peygamber tüm gerçeği anlattı. David seçimini yapacak. Sevgilisi Sofia sıcak tebessümü ile orda duruyor. David’in zihni ne kadar iyi bir kadın istiyorsa o kadar iyi Sofia. Yüzündeki ifade muhteşem, belki de bu yalan dünyanın en sahici yüzü. Sofia gülümsuyor, yalana katlanabilmenin belki de en iyi yolu olan aşkı gösteriyor. Vanilya rengi gökyüzünün altındayız, gökyüzü hüzün taşıyor, David’in trajedisini, yalnızlığını taşıyor, vanilya bulutlar yağmur olup boşalsa, Tanrı ağlıyor zannedeceğiz. Yağmur yağmayacak, Tanrı ağlamayacak, çünkü David kendine ait bu gökyüzünü istemiyor, herkesin aynı şekilde gördüğü mavi gökyüzünün altında sefil ve mutsuz hayatını yaşamak istiyor.

David koşuyor, vanilya gökyüzünün altında, kendini boşluğa atıyor.

Aç gözlerini ey Adem, bak bu bizim gökyüzümüz, bu mavi ikimizin, aç gözlerini, hakikate hoş geldin.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X