Elis Şimşon, "Çocuklar Felsefe Yaparsa", HaberTürk Gazetesi, 22 Nisan 2016
Çocuklarla vakit geçiren herkes çok iyi bilir onların hayata taptaze bir açıdan, saf bir merakla baktıklarını. Çünkü çok soru sorarlar, çünkü merak ederler, anlamaya çalışırlar içinde yaşadığımız bu dünyayı. Aristoteles’e göre felsefe merakla başlar. Bu açıdan herkes kabul eder çocukların doğuştan filozof olduklarını. Dünyada olup biten her şey hayret vericidir onlar için. Henüz hiçbir şey kalıplaşmamış ya da donuklaşmamıştır onlar için. Tüm dünya yeniliklerle dolu bir keşif alanıdır. Büyüdükçe unuttuğumuz, unutmak zorunda bırakıldığımız bu gerçeğin farkındadır onlar. Varoluşu, dünyanın işleyişini, ahlak kurallarını, toplumsal ve kültürel kodları anlamaya çalışırken sordukları sorular, bu gerçekle yeniden yüzleştirir bizi ve alıştığımız hayatı ve kurallar yığınını bir anlığına kesintiye uğratır. Hiçbir şeyin olduğu gibi olmak “zorunda” olmadığını idrak ederiz o an, bize yıllardır çok “mantıklı” gelen şeyler bir anda anlamlarını kaybederler. Alışkın olduğumuz kalıpların temelinde çok da sağlam bir ilke olmadığını, aksine her şeyin bir uzlaşımdan ibaret olduğunu fark ederiz. Ama çaktırmayız, yetişkiniz ya (artık bu kaskatı alışkanlıklarla, bu rutinle, bu meraksız ve ruhsuz hayatlarımızda nereye yetişiyorsak?!) Eğer sabırlı ve hoşgörülü bir ruh hali içindeysek, aslında bizim de aklımızın pek ermediği durumu açıklamaya çalışırız, neden sonuç ilişkilerini ortaya koyarak. Fakat çoğu zaman soruyu saçma bulma ve geçiştirme eğiliminde oluruz, hatta sinirleniriz bile bazen.
Büyürken maruz kaldığımız eğitim süreci bize soru sormanın çocukça olduğu, yetişkin olmanın koşulunun ise cevaplara sahip olmak olduğu fikrini empoze eder. Karmaşaya neden olabilecek fikir çeşitliliğini ortadan kaldırmak için bizi aynı cevapları ezberlemeye yöneltir. Bu masabaşı, bireysel ve ezberci eğitim sürecinde cevaplar belirli otoritelerin elindedir; cevapları “keşfetmek” diye bir şey sözkonusu değildir. Dolayısıyla ne içsel bir keşif süreci ne de başkalarının fikirlerinden öğrenmeyi sağlayacak diyalog yöntemi teşvik edilir. Aksine, çocuk kalıp cevapları ezberlerken ötekilerle bir yarış içinde olduğu algısıyla motive edilir. Tüm bunlar, çocuğun saf merakını baltalar ve, özellikle de günümüzde tabletlerin, akıllı telefonların ve laptopların ekranlarına yapışan antisosyal bir bireye dönüşür. Ötekilerle fikirsel düzeyde bir ilişki kurmaktan aciz hale gelir.
Antik Yunan’ın en büyük iki filozofu, aynı zamanda da Batı felsefesinin babaları sayılan Platon ve Aristoteles ideal toplumu tanımlarken, bunun en temelde, felsefenin gelişimini ve filozofların yetişmesini sağlayacak bir toplum olması gerektiği görüşünü savunurlar. Çünkü felsefe kişinin kendisini keşfetmesinin, kendi fikirlerini oluşturmasının, etraftaki kalıp yargıları ve temelsiz inançları sorgulamasının imkanı olmanın yanında, ötekine açılmayı, onun fikirlerini dinlemeyi ve başkalarıyla fikirsel düzeyde bir dostluk kurabilmeyi de öğretir. İoanna Kuçuradi Hoca’nın sözüyle, felsefe insanileşme eğitimidir; çünkü tartışarak, konuşarak, diyalog yöntemiyle yapılan felsefi etkinlik kişiye kendi için ve başkalarıyla birlikte düşünmeyi öğretir. Bu ise insan ilişkilerini daha güçlü bir hale getirdiği gibi, bir beraberlik, hatta dostluk hissini uyandırır. Bugün rutin hayatların hissizleştirdiği bizler merak ve hayret etmeyi unuttuğumuz gibi, giderek başkalarından bir şeyler öğrenebileceğimizi de unutuyoruz. Fikir ayrılıklarını kişiliğimize yapılan saldırılar olarak algılıyoruz. Kendi fikirlerimize bile sahip değiliz artık, her yerden bilgi bombardımanına maruz kalıyoruz. Kendi seçimlerimizi yapmaktan aciz hale geldiğimiz gibi, soru sormayı bir zafiyet olarak görüyoruz. Kendimiz gibi düşünmeyenler, bizden farklı cevaplara sahip olanları düşman belledikçe, başka insanlarla ilişki de kuramaz hale geliyoruz. Bunun bugün bizi getirdiği yerin hepimiz farkındayız; toplumsal kutuplaşmanın ve ayrımcılığın norma dönüştüğü bir toplumda yaşar hale geldik. Bir üniversitenin rektör yardımcısı, cahil bir yeni nesil istediğini hiç çekinmeden ifade edebiliyor; kimse düşünmesin, herkes aynı cevapları öğrensin, fazla okuyup farklı cevaplar keşfetmenin hiç gereği olmadığını ima ediyor.
Şimdi düşünün çocuklar erken yaşta felsefeyle tanışmış olsalardı, felsefe yapmaya ilkokulda başlasalardı bugün nasıl bir toplumda yaşıyor olurduk? Kendi sorularını sorabilen, kendi fikirleri olan ve bunları savunabilen, kalıp ve temelsiz yargıları ayırt edebilen, dolayısıyla da kitlesel propagandaların ve manipülasyonların tuzağına düşmeyen, ötekinin fikirlerine ve sözüne saygılı, onu dinleyen, ondan öğrenen, bu eşitlikçi ortamı korumaya özenli, ve bunların hepsini ilke edinmiş bir toplum olmaz mıydı bu? Belki bunu henüz toplumsal ölçekte düşünmek zor olabilir, ama bireysel düzeyde düşünmek mümkün. Metis Yayınları’ndan çıkan Küçük Filozoflar serisi bu konuda harika bir rehber. Bugünün düşünceyi ezici eğitim sisteminin verdiği zararı bir nebze olsun iyileştirebilecek güçteler bence bu kitaplar.
Felsefe eğitimi almış kişilerce kaleme alınmış bu kitapların en önemli özelliği, felsefeyi öyküleştirme kabiliyetinde yatıyor. Bazı hikayeler filozofları baş karakter yapıyor. Bu sayede bize yakınlaşan, insanileşen, kendilerine has gündelik yaşamları olan Descartes Amca ya da Leibniz Amca ile tanışıyoruz. Onların hikayesini takip ediyoruz. Profesör Kant’ın En Çılgın Günü bunun güzel bir örneği; Kant’ın o meşhur rutin hayatını takip ederken yazar bize Kant’ın epistemolojisi, metafiziği, etiği, antropolojisi ve siyaset felsefesini kısa ama öz bir biçimde tanıtıyor. Tüm bu alanlarda Kant’ın hangi soruları sorduğunu hikayenin içine yediriyor. Bazı hikayeler ise bu filozofların düşünce sürecine odaklanıyor. Örneğin Descartes’ı konu alan Descartes Amca’nın Kötü Cini'nde tüm meditasyonları okumak mümkün, aradaki bağlantılar ise o düşüncenin serüvenini gösteriyor. Descartes’ın bir gece boyunca bu düşünceyle nasıl uğraştığını anlatıyor bize. Epikür’ün Kahkahası'nda ise Epikür’ün hayatı ile düşüncesi arasındaki bağlantı çok tatlı bir hikaye formatında anlatılıyor.
Bu kitaplar önemli felsefi soruları hikayeler yoluyla erişilebilir hale getirirken, bunu filozofların kullandığı orijinal kavramlardan taviz vermeden yapması da büyük bir başarı. Argümanı ya da soryu basitleştirmek adına kavramlardan vazgeçmiyor bu öyküler. Diğer bir deyişle, hem eğlenceli bir hikaye takip etmemizi, hem büyük soruları görebilmemizi hem de kavramsal düşünceyi tetikleyecek kavramlarla tanışmamızı sağlıyor. Bu açıdan bu kitaplar hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap ediyor. Hatta en güzeli, çocuklar ve yetişkinler arasındaki felsefi diyaloğa imkan tanıyor.
Kendi adıma Metis Yayınları’na bu kitapları Türkçe’ye kazandırdıkları için çok teşekkür etmek istiyorum. Umarım çocuklarla felsefe programlarının gelişimi için de faydalı olur bu kitaplar. Küçük Filozoflar serisinin, çocukların soru sormaktan çekinmediği, başkasının fikirlerine saygı gösterdiği, bu sayede oluşturulan güvenli ve barışçıl ortamda birlik olmayı, ilişki kurabilmeyi ve tevazuyu öğrendikleri, yani felsefe yaptıkları bir geleceğe vesile olması dileğiyle...